Günlük hayatımda çok derli toplu, düzenli bir insan değilim. Dolaplarımda giysiler karışıktır, çorap çekmecemin büyük kısmı eşini arayan yalnız çoraplardan oluşur. Bu durumun yaptığım hobi için de çok değiştiği söylenemez. Takım çantamda her şey iç içedir, çoğu kez de avda bunun ciddi sıkıntısını çekerim. Düzenli olduğum tek bir husus varsa o da yaptığım avları arşivlemedeki düzenimdir. 2005 yılından bu yana her av dönüşü tutmuş olduğum balıkların resimlerini arşivdeki yerini almak üzere ilgili klasöre aktarıyorum.
2003'te kendime ait ilk fotograf makinemi edinene kadar tuttuğum balıkları fotograflamak diye bir düşünce aklımdan dahi geçmiyordu. Şöyle güzel bir lüfer veya palamut tutmayagöreyim, o balığı ızgaraya gidene kadar defalarca buzdolabından çıkarıp inceler, seyretmeye doyamazdım. (Umarım kız arkadaşım bir gün bu satırları okursa benim sapıkça eğilimlere sahip olduğumu düşünüp ayrılmaya kalkmaz. ) Öyle ki, kimi zaman balığın bütünlüğünün bozulmaması için olabildiğince geç temizlerdim, veya kimseden habersiz balığı dipfrize atıp tavaya veya ızgaraya giden süreçte yolu uzatmaya çalışırdım. Tabi en nihayetinde yolun sonu yemek tabağına varır, balıktan arta kalanlar da çöp torbasının derinliklerinde tarihe karışırdı. Elimde hiçbir anısı izi kalmadıktan sonra neden balık yakalıyorum diye kendimi sorgulamaya başlamıştım ki, aklıma balıkların fotografını çekme fikri geldi. Hazır o sıralar kullandığım filmin de sonlarına yaklaşmışken, ilk denememi güzel bir zoka avımızı fotograflayarak gerçekleştirdim. Birkaç gün sonra fotografları aldığımda gerçekten çok heyecanlanmıştım. Sonunda yaptığım avları ölümsüzleştirmenin yolunu bulmuştum. Ama ondan sonraki 36 pozluk filmin dolmasını beklemek hevesimi biraz olsun törpülemişti.
Sonrasında 2005'te dijital fotograf makinesine kavuştum. Artık aylar boyunca filmi banyo ettirmeyi beklemek zorunda değildim. İstediğim kadar fotograf çekebiliyor, beğenmediklerimi siliyor, tekrar çekiyordum. Ancak bunları bugünkü gibi tarihine göre klasörlerde tutmak yerine bilgisayara rastgele atıyordum. Fotografların sayısı gittikçe artıp işin içinden çıkılmaz hale gelince bunları tarihlerine göre sınıflandırmam gerektiğinin farkına vardım. Her av için senesine, ayına, gününe göre klasör açıp, ve fotografları bu klasörlere atmaya başladım. Bugün itibariyle arşivim 389 klasörlük, 3731 dosyaya ve 4,5 gb'lık bir boyuta ulaşmış durumda. Hal böyleyken fotograf makinesi balığa çıkarken benim için olta kadar vazgeçilmez ekipmanlardan birisi. Öyle ki, bundan birkaç yıl önce fotograf makinemi takside düşürüp kaybettiğimde uzun süre balık tutmaktan soğumuş, balığa dahi çıkmamıştım.
Onca emek verilerek yakalanan balığın fotograflanması ve arşivlenmesi insanın aradan yıllar geçse dahi o gün duyduğu hisleri ve heyecanı tekrar yaşamasını sağlıyor. Bu da avdan alınan manevi doyumu kalıcı kılıyor. Bu yöntem avdaki elde etme, ele geçirme güdüsünü fotograf ile kalıcı kıldığı için bir noktadan sonra yakala ve bırak'ı da teşvik ediyor.
Arşivlenen av fotografları yıllar içinde bir veritabanı oluşturarak avcıya güvenilir bilgiler de sağlayabilmektedir. Bu noktada balıkların hareket ve davranışlarının zamansal bir döngü izlemediğine, büyük oranda hava ve deniz koşullarına bağlı olduğunu hatırlamakta fayda vardır. Bu açıdan bakıldığında av fotograflarının yanında, o günkü koşullar ile ilgili bilgilerin de (av mekanı, hava sıcaklığı, deniz sıcaklığı, ayın durumu, rüzgarın yönü ve şiddeti vs.) kaydının tutulmasının çok büyük fayda sağlayacağı açıktır.