28 Kasım 2013 Perşembe

Gelibolu Turnaları...

Balıkçılık hayatım boyunca çok sefer yalnız av yapmak zorunda kaldım. Çoğu zaman oltama büyük bir balık takıldığında yanımda kepçe tutacak kimse yoktu. Üç dakika yerine beş dakika uğraşıp tek başıma çıkardım balıklarımı. Issız meralarda avlanırken başıma bir şey gelecek olsa yardım edecek kimsemin olmadığı avlar da yaptım. Çok şükür ki şimdiye kadar balık tutarken büyük bir kaza yaşamadım. Ama bu hiç bir zaman yaşamayacağım anlamına gelmiyor. Özellikle tehlikeli ve ıssız meralarda avlanırken av arkadaşı şart. Her şeyden öte insan bazen sadece konuşmak için bir arkadaşa ihtiyaç duyuyor. Balık tutarken yaşadığı heyecanı paylaşacak birine... Ben avda çok konuşurum mesela. Özellikle de büyük bir balık çekerken susturabilene aşk olsun. Koca balığı sessiz sedasız çekip dışarı alanlara hayret ediyorum.

Eskiden daha sık yalnız av yapardım. Şimdilerde ise mümkün olduğunca yanımda av arkadaşım olmasına özen gösteriyorum. Onca av arkadaşım arasında bir tanesi var ki, onun yeri apayrı benim için. Hayat arkadaşım Yasemin. Bu yaz yakaladığım hayallerimin turnasını ona borçluyum. Hazır söz açılmışken eşime bir kez daha teşekkür etmek istiyorum. Balık tutkuma bu kadar saygılı ve destekleyici olmasaydı, evlendikten sonra balığa çıkabildiğim gün sayısında ciddi bir düşüş olurdu. O bana olan desteğini sürdürdüğü sürece ben de aradaki dengeyi sağlamak için özen gösteriyorum. Tıpkı yakın zamanda eşimin mesaisi devam ederken çıktığım 10 günlük iznimde olduğu gibi. Eşim, mesleğimin senelik izinlerim dışında şehir dışına çıkmama mani olduğunu bildiği için 10 günlük iznim süresince şehir dışında avlanmama müsaade ettiği halde iznimin ilk 5 gününü Samsun'da eşimle birlikte geçirmeyi tercih ettim. İznimden kalan 5 günümde ise yazdan beri hayallerini kurduğum Gelibolu'daki turna avlağıma gitmenin planlarını yapmaya başladım.

Turna sevdasına Samsun'dan atlayıp Gelibolu'ya gitmeyi kafaya koymuştum bir kere ama onca yolu katedip tek başıma av yapmak istemiyordum. Bu seyahati planladığım aylar öncesinden bir çok arkadaşıma teklifte bulunduğum halde kimseden net bir cevap alamamıştım. Sonuçta herkesin işi gücü vardı ve haklı olarak ancak seyahat tarihi yaklaştığı zaman net cevap verebileceklerini söylüyorlardı. İlk başta aklımda kalabalık bir arkadaş gurubuyla av yapmak olduğu halde tarih yaklaştıkça kimseyi bulamayacağımdan korkmaya başladım. Bana eşlik edecek birini bulamazsam seyahati iptal etmek zorunda kalacaktım. Bunu hiç istemediğim için aynı teklifi çeşitli yollarla başka arkadaşlarıma da yapmaya devam ettim. Teklifimi ortaya sunduğum yerlerden biri de Balıkçı Kahvesi idi. Balıkçı Kahvesi benim bir kaç ay önce telefonumda yüklü olan "What's Up" programı üzerinden oluşturduğum bir sohbet grubu. Şimdilik 12 üyesi bulunan Balıkçı Kahvesi'nde günlük av raporlarımızla birlikte fotoğraflarımızı paylaşıyor, av tekniklerine değiniyor, birbirimizin sorularını cevaplıyor, kısacası balık üzerine her şeyden konuşuyoruz. Sevgili Murat Sezal abim de Balıkçı Kahvesi'nin üyelerinden biri. İstanbul'un Avrupa yakasında yaşayan Murat abim çocukluk yıllarından beri denizle iç içe, balıkçı kültürü içinde büyümüş olan usta balıkçılardan. Özellikle denizde spin ve uzun olta ile lüfer avında çok tecrübeli olduğu halde daha önce hiç tatlısu tecrübesi olmamış. Hem bu eksikliğini gidermek istediğinden hem de spin avcılığına olan düşkünlüğünden teklifimi ilk kabul eden Murat abi oldu.

Davet ettiğim arkadaşlarımdan başka gelen çıkmayınca Gelibolu'ya Murat abi ile birlikte gitmeye karar verdik. 29 Ekim Cumhuriyet bayramı gecesi otobüsle Samsun'dan ayrılıp ertesi sabah İstanbul'da indim. Gün boyu İstanbul'daki arkadaşlarımı ziyaret edip avda kullanmak üzere bir kaç parça malzeme aldıktan sonra akşam üzeri, mesaisi biten sevgili dostum Emre Cide'nin Beylerbeyi'ndeki evine konuk oldum. Mutfaktaki hünerlerini bir kez daha gösteren Emre'nin, bir kaç gün evvel Bodrum'da yakaladığı kalamarlar ve evinin önündeki boğaz kıyısından yakaladığı istavritlerle güzel bir ziyafet çektik. Yazdan beri görmediğim Emre ile akşam yemeği üzerine yaptığımız hoş sohbetten sonra saat 22:00 gibi Murat abimle Avrupa yakasında buluşmak üzere yola koyuldum.

Murat abi ile gece yarısına doğru Florya'da buluşup yola çıkmadan önceki son hazırlıklarımızı yapmak üzere Murat abinin iş yerine geçtik. Sütlü kahvelerimizi yudumlarken makineme yeni aldığım 0.28 mm monofilament misinamı sardıktan sonra Murat abinin sahte yemleri arasından turna avı için uygun olanlarını seçtik. Yanımıza alacağımız bir kaç parça malzemeyi de hazırladıktan sonra Gelibolu'ya doğru yola çıktık. Ara sokaklardan geçip ana yola çıktığımızda böbrek üstü bezlerim adrenalin salgılamaya başladı. Yüz küsür kilometre hızla dibine kadar girdiğimiz bir kaç araba ve makas hareketlerinin etkisiyle oturduğum koltuğa yapışıp dua etmeye başladım. Korktuğumu anlayan Murat abinin "merak etme ben eski ralli pilotuyum" sözü de içimi rahatlatmaya yetmedi. Neyse ki çok geçmeden trafik yoğunluğu azalınca yolumuza sabit hızda sakin bir şekilde devam ettik.

Murat abi daha önce çok sefer Gelibolu'da avlanmış, Saros Körfezinin en bakir kıyılarında at-çek yöntemiyle lüferden levreğe, torikten yazılı orkinosa trofe boyda bir çok balık yakalamış. Bazı dönemler hemen her haftasonunu Saroz'da avlanarak geçirdiğinden İstanbul-Gelibolu arasındaki yolu da ezberlemiş. Önceleri farklı balıkların hayaliyle direksiyon salladığı yollardan bu defa turna hayalleri kurarak, eski bereketli avlarımızın anılarını paylaşarak geçtik. Birer kase çorba içmek ve ihtiyaç gidermek için durduğumuz bir sefer dışında mola vermeden 4 saatte Gelibolu'ya ulaştık. Avlanacağımız barajın kıyısına vardığımızda saat sabahın beşiydi. Havanın aydınlanmasına bir saatten fazla zaman vardı. Hem zorlu arazide yürürken önümüzü görebilmek hem de gün boyu dağ bayır dolaşarak olta atabilmemizi sağlayacak enerjiyi depolamak için oturduğumuz koltuklarda hava aydınlanana kadar uyumaya karar verdik.

Nasıl bir uyku uyuduğumuzu az çok tahmin edebilirsiniz. Rüyalarımıza giren turnalar, 10 dakikada bir uyanıp saate bakmalar ile geçen 1 saatin sonunda ikimiz de alarma gerek kalmadan uyandık. Uyandığımızda hava henüz aydınlanmamıştı. Biz son hazırlıklarımızı yaparken yavaş yavaş ağaran gün sislerin ardında saklanan barajı ortaya çıkardı. Artık maceraya hazırdık. İçinde sahte yemlerimiz, çelik kösteklerimiz, fotoğraf makinemiz, pensemiz, şerit metremiz, kumanyamız ve işimize yarayabilecek her türlü malzemenin bulunduğu çantalarımızı yüklenip spin kamışlarımız elimizde su kenarına doğru yürümeye başladık. Amacımız barajın yola uzak kalan kıyısına geçip olta atarak en bakir yerlerine ulaşmaktı. Hedefe ulaşmak için barajın içine doğru uzanan irili ufaklı tepelerin arasında kalan koyları atlamamız gerekiyordu. Bu da yer yer seksen dereceye ulaşan inişli çıkışlı arazide en az 10 kilometre yürümemiz anlamına geliyordu. İki balık tutkunu için bundan daha güzel bir sabah sporu olabilir mi?

Kısa bir yürüyüşten sonra barajın karşı kıyısına geçeceğimiz dar ve sığlık alana ulaştık. Olta atmaya başlayacağımız yere doğru heyecanlı bir şekilde yürüyorduk ki aniden çok yakınımızdan gelen köpek sesleriyle irkildik. Seslerin geldiği yöne baktığımızda hemen önümüzdeki tepenin üzerinde bize bakarak havlayan 2 çoban köpeğini gördük. Murat abi de ben de köpek fobisi olan insanlar değiliz. Hatta Murat abinin bahçesinde beslediği dogo argentino cinsi bir köpeği bile var. Korktuğumuzu belli etmeden yürümeye devam ederken tepenin üzerindeki köpeklerin sayısı 3'e çıktı. Elimize yerden sağlam birer odun alıp gözümüzü, sürekli havlayan köpeklerden ayırmadan yürümeye devam ettik. Derken tepenin üzerindeki köpeklerden bir tanesi bize doğru koşmaya başladı. Murat abinin "Savaş bir tanesi buraya koşuyor, ne yapacağız?" derken sesinin titremesinden ne kadar korktuğu belli oluyordu. Ne yalan söyleyeyim ben de korktum. Ama bu gibi durumlarda yapılacak en son şeyin kaçmak olduğunu bildiğimden elimizdeki odunları ve spin kamışları havaya kaldırıp olduğumuz yerde kalmayı tavsiye ettim. Biz durunca köpek de 10 m ilerimizde durdu. Artık köpeğin havlamalarının arasında çıkardığı korkunç hırıltıyı da duyabiliyorduk. Suyun kenarından yolumuza devam etmek için köpeğe biraz daha yaklaşmamız gerekiyordu. Bunca yolu geldikten sonra bir köpek yüzünden geri dönecek halimiz yoktu. Bir süre hareketsiz bekledikten sonra cesaretimizi toplayıp gözümüzü köpekten ayırmadan yavaşça yolumuza devam ettik. Köpekler arkamızdan havlamaya devam etse de çok şükür ki bir daha saldırma teşebbüsünde bulunmadılar.

Nihayet sığlık alanı geçip olta atılabilecek yerlere ulaştık. Barajın yola yakın kısmında çok vakit harcamak istemediğimizden çantalarımızı sırtımızdan indirmeden bir kaç atış yapıp yolumuza devam ettik. İlk koya ulaştığımızda koyun iç kısmına doğru yaptığım atışlardan birinde 40 cm civarı bir turna yakalayıp incitmeden suya iade ettim. Yakaladığım balık ufak da olsa Murat abiyi heyecanlandırmaya yetmişti. "Koyların içi bu boyda turnalarla dolu, mutlaka yakalarsın sen de." diyerek moral vermeye çalıştım. Bir kaç atış sonra Murat abi de hayatının ilk turnasını sudan çıkarmayı başardı. Limitlerin çok az üzerinde olan ilk turnasıyla birbirinden güzel fotoğraflar çektikten sonra balığı suya iade ettik. Murat abi de siftah yaptığına göre gönül rahatlığıyla dev turnaların dolaştığı bakir yerlere doğru yolumuza devam edebilirdik. Gelibolu yarımadasının tertemiz havasını ciğerlerimize çekip ağaçların arasından kıvrılarak ilerleyen keçi yollarını takip ederek önümüze çıkan ilk tepeyi aşmaya koyulduk.


İlk tepenin ardındaki daracık koya ulaştığımızda suyun kenarına inmeden gözlerimle koyun sığ ve berrak olan bölümünün dibini taradım. Aradığım şeyi görünce kalp atışlarım hızlandı. Dipte yatan 70-80 cm civarındaki turnayı sessizce Murat abiye göstermeye çalışırken hareketlenip bulanık bölgenin içinde kayboldu. Heyecanla suyun kenarına inip aralıksız at-çek yapmaya koyulduk. Turnanın ne kadar obur ve ısrarcı bir balık olduğunu bildiğim için balığın mutlaka ikimizden birinin oltasına vuracağını düşünüyordum. Yanılmışım. 15 dakika boyunca daracık koyun çıkışı dahil her yerine olta attığımız halde ikimiz de vuruş alamayınca çantalarımızı yüklenip bir sonraki tepeyi aşmak üzere yola koyulduk.

Tepeleri aştıkça karşımıza çıkan koylarda kısa süreli denemelerde bulunup nihayet barajın insanların ulaşabileceği en bakir bölgesine ulaşmayı başardık. Sırtımızda çantalarla zorlu arazide yaptığımız 1 saatlik yürüyüşten yorgun düşsek de dev turnaların hayaliyle dinlenmeden at-çek yapmaya koyulduk. Yarım saat kadar çeşitli sahte yemler ile yaptığımız at-çek denemelerinden sonuç alamayınca daha derin bölgelerde denemek için yeni aldığım 20 cm boy ve 38 g ağırlığındaki silikon yılan balığı sahtesi ile denemeye karar verdim. Bu yem ile 2. atışımı gerçekleştirdiğim sırada yanımda olta atan Murat abi "Aldım!" diye bağırdı. Balık oltaya yakalanır yakalanmaz yüzeyde sağlam bir şapırtı koparıp koca gövdesini gösterdikten sonra oltadan kurtulmuş bir şekilde suya daldı. Mücadele çok kısa sürmüştü. Murat abi kaçırdığı balığın üzüntüsüyle oltasını çekerken ben de vakit kaybetmeden oltamın ucundaki 20 cm'lik yılan balığı sahtesini balığın kaçtığı yerin biraz arkasına sallayıp sarmaya başladım. Makineyi bir kaç tur sarmıştım ki beklediğim vuruş geldi. İlk başta balığın ağırlığını tam kestiremesem de 20 cm'lik sahteye saldırdığına göre dev bir turna yakaladığımı düşünerek heyecanlı bir şekilde mücadeleye başladım. Çok zorlanmadan kıyıya getirdiğim balık tahminimden küçük olsa da tatmin edici boydaydı. Yola çıkarken yanımıza kepçe almayı unuttuğumuz için suyun kenarına kadar getirdiğim balığı usulca ensesinden kavrayıp dışarı aldım. 61 cm'lik bu turna büyük ihtimalle Murat abinin kaçırdığı balıktı. Aramızda şakalaşıp günün ilk güzel balığıyla bir kaç fotoğraf çektirdikten sonra mutlu bir şekilde ava geri döndük.

Savagear real eel 20 cm...
Savagear Real Eel Firetiger...



Yakaladığımız balıktan sonra şevke gelip daha büyük turnaların hayaliyle at-çek yapmaya devam ettik. Bir kaç atış sonra çok güvendiğim yılan balığı sahtemi dibe takıp koparttım. Yanımda aynı sahte yemin yedeği olmadığı için takım çantamdaki diğer sahte yemlerle devam etmek zorunda kaldım. 1 saat kadar ikimiz de tek bir vuruş bile alamadan atıp çektikten sonra Nihayet Murat abi sağlam bir vuruş aldı. Kalama almasına bakılırsa bu defaki balık daha büyüktü. Murat abinin sakince mücadele edip yorduktan sonra kıyıya yaklaştırdığı balığı dışarı çıkarmasına yardım ettim. İlk turna avında hatrı sayılır bir trofe yakalayan Murat abinin mutluluğu yüzünden okunuyordu. Oltaları bırakıp 72 cm'lik canavarla uzun bir fotoğraf çektirme işine koyulduk.




Savagear 3 D Prey 95 Fire Perch
Öğlene doğru vücudumuz yorulma emareleri göstermeye başladı. 2 gece üst üste yaptığım yolculuklar, uykusuz gecenin ardından engebeli arazide yaptığımız uzun yürüyüş ve zayıf yapılmış kahvaltı sonucunda enerjimin tükenmeye başladığını hissettim. Düşlediğimiz turnaları yakalamış olmanın da verdiği rahatlıkla kendimizi daha fazla yorgun hissetmeden önce olta atarak geldiğimiz yolu geri dönmeye karar verdik. Dönüş yolunda da aştığımız her tepenin ardında önümüze çıkan koylarda olta atıp yakaladığımız 50 cm'i geçmeyen turnaları incitmeden geldikleri yere iade ettik. Akşama doğru sonlandırdığımız avdan sonra Gelibolu'da karnımızı doyurup karanlığa kalmadan İstanbul'un yolunu tuttuk. Esenler otogarına vardığımızda üzerimizde bir gece önceki heyecan yerine tatlı bir yorgunluk vardı. İlk fırsatta Gelibolu'da tekrar olta sallamak üzere sözleşerek ayrıldık.