21 Aralık 2015 Pazartesi

Mendirek Dövüşleri - 2

Ekim ayının başından itibaren mendirek kayalıkları üzerindeki grida, orfoz ve kuzu hedefli koşularıma ağırlık verdim. 2015 bahar sezonunda aynı merada yakaladığım ve kaçırdığım onca balıktan sonra biraz daha tecrübe kazanmış olarak yeni sezonun başlamasını iple çekiyordum. Hemen her sabah gün ağarmadan başladığım avların çoğunda en az 1.5 km'lik mendirek boyunca ağır at-çek takımlarım ve kurşun kafalı silikon balıklarla yer değiştirerek denemelerde bulundum. İlk başlarda avlarımın çoğunu vuruş dahi almadan, kimi zaman da fotoğraflayıp denize iade ettiğim 35-45 cm arası limit altı kum gridalarıyla sonlandırdım. Son derece zorlu bir parkur olan mendirek kayalıkları üzerinde sırt çantası, kepçe, kova, fotoğraf makinemin çantası ve olta takımlarımla koşar adımlarla yürümek ciddi efor sarf ettiren bir iş olsa da sonunda trofe balıklar ve fazla kilolarımdan kurtulmak olduğu için motivasyonumu kaybetmeden denemeye devam ettim.


15 Ekim sabahı da büyük bir şeyler kandırabilmek umuduyla mendirek kayalıkları üzerindeki yürüyüşüme başladım. Henüz avın başında at-çek yapmak için durduğum ilk noktada aldığım vuruşla heyecanlandıysam da gelen yine 30 cm civarı genç bir kum gridasıydı. Muhteşem desenleri ve bantlarıyla çok yakışıklı bir balık olan ufaklıkla çabucak birkaç kare fotoğraf çekip ait olduğu yere iade ettikten sonra yer değiştirerek denemeye devam ettim. Birkaç durak sonra mendireğin ortalarına geldiğimde kıyıdan yaklaşık 20 m açıkta bir vuruş daha geldi. Balığın vurmasıyla birlikte refleks olarak makinemin kalaması tamamen kapalı halde yukarı doğru asılarak seri bir şekilde çekmeye başladım. Grida hedefiyle at-çek yaparken gelen her vuruşta aynı refleks hareketini gösterdiğim halde son zamanlarda yakaladığım gridalar hep küçük olduğu için balıklara aşırı güç uygulamış oluyordum. Ama bu sefer oltanın ucundaki balık farklıydı. Tüm gücümle asılıp takımı kayalara kestirmesine müsaade etmeden kıyıya getirdiğim balığı gördüğümde nihayet limit üstü bir kum gridası yakaladığımı anladım. Kepçe kullanmaya gerek görmeden balığı dışarı alıp ölçtüğümde tam 45 cm geldi. Uzun aradan sonra limitler dahilinde bir kum gridası yakalamanın mutluluğuyla yarım saat daha deneyip avı sonlandırdım.



22 ekim sabahı her sabahkinden 1 saat daha erken uyanıp gün ağarmadan önce çeşitli maket balıklarla baraküdaya denemek niyetiyle farklı bir meradaki yerimi aldım. Çok iri olmasa da mutlaka birkaç baraküda kandırırım diye düşünürken 1 saat boyunca vuruş bile alamadan atıp çektikten sonra gün ağarırken grida hedefiyle mendireğin yolunu tuttum. Yaklaşık 15 dakika süren zorlu parkurun ardından gözüme kestiriğim kıyıya yakın, yüksekçe bir kayanın üzerinden ağır spin takımım ve 42 g'lık, glow renkli kurşun kafalı silikon balıkla at-çeke başladım. Henüz 2. ya da 3. atışımda önüme kadar çektiğim yemi sudan çıkarmak üzereyken yemim bir şeye takılmış gibi olduğu yerde mıhlanıp kaldı. Yemin takıldığı yeri görmek için ayaklarımın dibindeki suya baktığımda yemimi irice bir baraküdanın yutmuş olduğunu fark edip tek hamlede balığı dışarı aldım. Balığın yeme saldırmasıyla suyun dışına çıkması birkaç saniye sürmüştü. Gecenin köründe kalkıp zifiri karanlıkta sabırla at-çek yapma sebebim olan balık, ümitlerim tükenmişken, hiç beklemediğim bir yerde, hiç beklemediğim bir yeme vurmuştu. Takip eden 1.5 saat içinde grida kandıramasam da kovamın içindeki yaklaşık 75 cm'lik çok yakışıklı bir baraküdayla hedefime ulaşmış ve mutlu olarak avı sonlandırdım.



Hemen her sabah suyunda farklı meralarda denediğim halde kasım başında mendirek burnunda Shore Jigging tekniğiyle kandırdığım yazılı orkinos dışında uzun süre kayda değer bir avım olmadı. Kasım ortasından itibaren sabah suyu avlarıma çeşitli meralarda 28-60 gram arası jigler ve Shore Jigging tekniğiyle tral/kuzu hedefli denemeleri de dahil ederek devam ettim. 11 kasım sabahı da ilk olarak gün ağarırken trale deneyip sonuç alamayınca mendireğin yolunu tuttum. Her zaman kullandığım silikon balığın simli beyaz olanıyla atıp çekmeye başladıktan kısa bir süre sonra güzel vuruş geldi. Gelen yine çok yakışıklı bir limit altı kum gridasıydı. Çabucak yakışıklının birkaç kare fotoğrafını çekip incitmeden suya iade ettikten sonra ava devam ettim. İlk balıktan yaklaşık yarım saat sonra aynı yeme bir vuruş daha geldi. Kuvvetine bakılırsa bu defaki güzel bir gridaya benziyordu. Boşluk vermeden, çok seri bir şekilde kamışı yukarı vurdurarak çekip balığı kepçelemeyi başardım. Nihayet limiti kıl payı geçen yakışıklı bir kum gridası daha yakalamıştım. Bir kaç güzel fotoğraf karesinden sonra saatimi kontrol ettiğimde saat 07:05'i gösteriyordu. Mesai öncesi olta atmak için en az 1 saatim daha vardı. Yer değiştirmeden birkaç atış daha yapıp sonuç alamayınca bu defa aynı yemin pembe renkli olanıyla şansımı denemeye karar verdim.



Pembe yemle ilk atışımı sol tarafımda, kayaların yer yer suyun dışına çıktığı sığlık alanın arkasına doğru gerçekleştirdim. Böyle bir atışta yemin dibe inmesine müsaade edersem takılma ihtimalimin yüksek olduğunu bile bile riske girmiştim. Kıyıya çapraz olarak yaklaşık 40 m mesafeye gönderdiğim yemimi dibe indirip düz sarımla orta hızda çekmeye başladıktan birkaç saniye sonra vuruş geldi. Yine adrenalin patlamasıyla çok seri bir şekilde kamışımı yukarı vurdurarak çekmeye başladım. Mücadeleyi kazanmama çok az bir mesafe kalmıştı ki korktuğum başıma geldi. Balık kıyıdaki sığlık alanda bulduğu bir mağaranın içine girmeyi başarmıştı. Balığı kaçırmaktan ya da yemi kaybetmekten ziyade balığın ağzında yemle sebepsiz yere ölme ihtimali üzüyordu beni. Güç uygulasam 0.50 mm'lik şok misinamın kolayca kopacağı kesindi. O an ilk aklıma gelen şeyi yaptım ve kıyafetlerimi çıkarıp iç çamaşırımla denize daldım. İpi takip ederek dibe ulaştığımda yemin dipteki bir kayaya takıldığını fark ettim. Çok şükür ki balık bir şekilde kurtulmayı başarmıştı. En azından elimde yedeği olmayan pembe yemimi kurtarmış olmanın mutluluğuyla sudan çıkıp avı sonlandırdım.

Canlı ve parlak renkleri seven gridaların pembe renge de rağbet edebileceği nicedir aklımdaydı. Pembe renkli slikon yemle daha ilk atışımda güzel bir vuruş alınca tahminim daha da güçlendi. Takip eden günlerde pembe renge daha çok şans verip bu teorimi pekiştirmek istiyordum. Genelde akşamları olta atmak için çok vakit bulamasam da bazen akşam sularında da kısa kaçamaklar yapma şansım oluyor. 13 kasım akşamında da havanın kararmasına yaklaşık 1 saat kala at-çek yapmak üzere mendirek kayalıklarının üstündeydim. İlk 20 dakika kadar vuruş alamadım. Yer değiştirip sığlık bölgenin sağ tarafına yakın, yüksekçe bir kayanın üzerinden atışımı yaptığım bir ara yemi birkaç metre çektikten sonra güzel bir vuruş geldi. Heyecanlı bir şekilde boşluk vermeden asılmaya başlamıştım ki olta boşaldı. Balık kurtulmuştu. Vakit kaybetmeden yemi aynı yere gönderip aksiyon vermeden orta hızda sarmaya koyuldum. Makarayı birkaç tur çevirdikten sonra sağlam bir vuruş daha geldi. Çok seri ve güçlü bir şekilde çekmeye başladıktan birkaç saniye sonra olta yine boşalıverdi. Hayretler içinde yemi çekip iğneyi kontrol ettiğimde iğnede herhangi bir bozukluk göremedim. Üst üste 2 balık kaçırmanın moral bozukluğuyla yemi aynı yere gönderip diplettikten sonra bütün sinirlerim gerilmiş bir şekilde çekmeye başladım. Sanki balık yemi bekliyormuş gibi aynı yerde çok sağlam bir vuruş daha geldi. Bu sefer kaçırmamak için dua ederek tüm gücümle mücadeleye başladım. Balık dibe doğru o kadar kuvvetli basıyordu ki kamışım iki büklüm olmuş halde balığı dipteki kayalardan yükseltmek için var gücümle dövüşüyordum. Şükürler olsun ki avantajlı bir yer seçtiğim için balıkla aramda yüksek tepecikler yoktu. Zorlu bir dövüşün ardından kıyıya getirdiğim balığı kepçeleyip dışarı aldım. Bu balık 60 cm'lik boyuyla mayıs ayında yakaladığım 66 cm'lik kum gridasından sonra hayatımda yakaladığım en büyük ikinci kum gridasıydı.



Bu avdan sonra pembe rengin grida üzerindeki başarısına iyice ikna oldum. Takip eden grida hedefli avlarımda glow, simli beyaz ve limon sarısının yanında pembe renkli silikonlara da çokça şans verdim. 18 kasım sabah suyunda mendirek üzerinde hızlı derinleşen bir noktada riske girip kıyıdan 10-15 m kadar açıkta diplettiğim 16 cm/42 g'lık pembe silikona yukarı aşağı zıplatma hareketleri yaptırırken 45 cm'lik limitin 1-2 cm üzerinde yakışıklı bir kum gridası daha kandırdım. Hemen her sabah yürüdüğüm halde çoğu zaman elim boş döndüğüm zorlu mendirek parkurunun yakaladığım balıklar ve yaşadığım heyecan dışında güzel bir etkisi daha oldu. Ekim başından kasım sonuna kadar ekstra spor yapmaya gerek kalmadan sadece beslenmeme dikkat ederek 81 kilodan 76 kiloya düştüm. Hala 3-4 kilom fazlam var. Balık peşinde koştururken onlardan da kurtulabilirim umarım...



1 Aralık 2015 Salı

Kuzuya Niyet Yazılıya Kısmet

Antalya'da ekim ayı umduğum gibi geçmedi. Özellikle Shore Jigging tekniği ile tral, sarı kuyruk, sinarit, orfoz, lahoz vb. avcılarından bolca yakalamayı hayal ederken hemen her sabah gittiğim avların çoğundan boş döndüm. Liman mendireğinde kurşun kafalı silikon balıklarla at-çek yaparak kandırdığım balıklarsa 45 cm'lik bir kum gridası ve 70 cm'lik bir baraküda dışında hep 30-45 arası limit altı kum gridalarından ibaret kaldı. Koca bir ay boyunca sadece 2 balık alıkoyup en az 15 genç kum gridasını ait oldukları yere iade ettim. Daha önce eylül ve ekim aylarında Antalya'da bulunmadığım için bu durumun normal olup olmadığından emin değildim ama konuştuğum yerli balıkçıların çoğuna göre balığın gecikmesinin sebebi havaların sıcak gitmesi ve deniz suyu sıcaklığının 23 derece civarında olmasıydı. Ekim ayı boyunca balığa geldiğim neredeyse bütün sabah sularında gök yüzü açık, hava esintisiz ve deniz süt limandı. Nihayet 2 Kasım sabahına rüzgarlı bir havayla uyanınca bir şeylerlerin değişebileceğini hissettim.

Takımlarımı yüklenip doğru liman mendireğinin en ucuna yürüdüm. Diğer günlerin aksine kurşun kafalı silikon balıklarla denemeden bütün av boyunca 274 cm, 120 g atarlı kamış, 55 kalibre makine, 0.25 mm 8 kat örgü ip ve 0.50 mm FC şok misinasından oluşan ağır at-çek takımımla Shore Jigging denemeleri yapmak niyetindeydim. Yem seçimimi üzerinde 1/0 numara asist kanca bulunan 60 gramlık beyaz renkli bir jigden yana kullanıp gün ağarırken ilk atışımı gerçekleştirdim. Yaklaşık 80 m mesafelere gönderdiğim jigimi 12-15 m derinlikteki dibe indirdikten sonra çeşitli shore jigging aksiyonlarıyla çekmeye başladım.  Asıl hedefimde iri kuzular olduğu için asist iğnemi sağlam seçip, makinemin kalamasını biraz gevşetmiştim. Bu tarz, kıyıları çok sığ olup daha sonra birden derinleşen aşırı kayalık meralarda avlanırken kalamanın gevşek olması risklidir. Her zaman balığın dibe yüzerek misinayı kayalara kestirme ihtimali olsa da 10 kg üzerindeki balıkları kalamasız çekmeye çalışmanın da birçok tehlikesi vardır. İğne açılabilir, ip ya da şok misinası düğüm yerlerinden kopabilir, kamış kırılabilir ya da makine dişli sıyırabilir. Yapılacak tek şey takımın bütün elemanlarını mümkün olabildiğince sağlam tutup yeri geldiğinde risk almaktır. Kısacası ne geleceği belli olmayan mendirek gibi zorlu meralarda bilgi ve tecrübe kadar şansa da ihtiyaç vardır.

Ava mendirek fenerinin altından dış tarafa doğru atarak başladıktan sonra birkaç atışta bir yer değiştirerek denemeye devam ettim. Jigi bazen büyük sert vurdurma aksiyonlarıyla dipten 5-10 m yükseltip, bazen de kısa çok seri vurdurma aksiyonlarıyla yüzeye kadar yükseltip tekrar dipletiyordum. Kısa, seri aksiyonlar çok yorucu olduğundan uzun süre devam ettiremesem de iştahlı bir balığa denk geldikten sonra aksiyonun çok da önemli olmadığını biliyordum. Yer değiştirerek mendirek burnunun en iç kısmına kadar geldikten sonra liman girişine ve iç tarafına doğru atışlara devam ettim. Ava başlayalı yaklaşık 1 saat olduğu halde vuruş alamamak avı daha da yorucu hale getiriyordu. Şöyle güzel bir balık yakalasam bütün yorgunluğum gidiverecekti.

Liman içine doğru kıyıya çapraz gerçekleştirdiğim atışlardan birinde önce jigi kısa seri aksiyonlarla yükseltip tekrar diplettikten sonra daha büyük ve fasılalı aksiyonlarla devam ettim. Kıyıya 20 m kala nihayet beklediğim o büyülü vuruş geldi. Balığın çok süratli ve zig zaglar yaparak mücadele etmesine bakılırsa kesinlikle grida ya da orfoz değildi. Aklıma ilk gelen kuzu oldu. Balık ani fişeklemeler yaptığı zaman bir miktar kalama alsa da kamışın ucunu kaldırarak ters yönde güç uyguladığım zaman yönünü değiştirebiliyordum. Elimde tuttuğum sağlam takımla çok zorlanmadan çekebileceğim dişime uygun bir balığa benziyordu. Her ihtimale karşı balığın dibe basıp takımı kayalara kestirmemesi için kalamamı tamamen sıkıp biraz daha kuvvetli asılmaya karar verdim. Takıma tüm gücümle asılarak kıyıya 5 m mesafeye kadar yaklaştırdığım balığı görebilmek için pür dikkat suyun içindeki parıltıyı arıyordum. Çok süratli bir şekilde sağa sola, yukarı aşağı manevralar yaparak mücadeleye devam eden balığı bir anlık gördükten sonra aşağı basıp gözden kayboldu. O bir anlık görüntü balığın sırtındaki yeşil desenleri fark etmeme yetmişti. Oltanın ucundaki çok yakışıklı bir yazılı orkinostu. Dipteki büyük kayalara doğru fişekleyen balığı durdurmak için kamışın ucunu yukarı doğru asıldığımda olta dipte mıhlanıp kaldı. Bir an için ipimin kayalara takıldığını düşünüp korktuysam da yazılı orkinos kendine has o son fişeklemesini yapmıştı. Balık tüm gücüyle aşağı basıp kamışımın ucunu makineli tüfek gibi titretirken 10 saniye kadar balığı yerinden oynatamadım. Bu son çırpınıştan sonra teslim olan balığı kepçenin içine sokunca derin bir oh çektim.




O sabah iyi ki de iç sesimi dinlemişim. Yazın peşinden çok koştuğum halde yakalayamadığım hayallerimin yazılı orkinosuna bu avla bir adım daha yaklaşmış oldum. Hayalimdeki 7-8 kg+ yazılı orkinosu yakalamak ne zaman nasip olur bilmiyorum ama mendirekten ya da falezlerden Shore Jigging takımlarıyla denk getirirsem beni çok zorlu bir mücadelenin beklediğini artık daha iyi biliyorum...


21 Kasım 2015 Cumartesi

Yağmurla Gelen Has Kefaller

Balık tutmaya başladığım çocukluk yıllarımda ilk hayran olduğum balık kefaldi. O zamanlar aşırı kirli olan İzmit Körfezi'nde bildiğim kadarıyla istavrit, mezgit, gümüş, kayabalığı, horozbina, çırçır, lapin, iskorpit, kefal ve pisi dışındaki türler çok azdı. Belki çok daha fazlası vardı ama çocuk halimle benim haberim yoktu. Bu saydığım balıklar arasında, heybetli duruşu, kuyruğuna kadar uzanan koyu şeritleri, iri gözleri, kocaman kuyrukları ve zor yakalanır olmalarıyla en çok etkilendiğim balık kefal olmuştu. Balık tutmaya yeni başladığım 1995 senesinde benim için kefal tutmak ulaşılmaz bir şeydi. Kefali sadece yaşlı ve tecrübeli ustalar tutabilirdi. Bense sahil boyunca dolaşıp usta balıkçıların poşetlerindeki koca kefalleri hayranlıkla seyrederdim. Takip eden birkaç yıl sürekli kefal peşinde koşarak kefal avcılığını her yönüyle öğrendim. Bir zaman sonra kefal en kolay yakaladığım balıklardan biri halini aldı. Şimdi geriye dönüp baktığımda kefal peşinde koşarken yaşadığım onca güzel hatıra görüyorum.

Yıllar geçtikçe başka başka balıklara hayranlık duymaya başladım. Kefalden sonra istavrite, sonra izmarite, ispariye, mırmıra, eşkinaya, lüfere, levreğe... Liste uzadıkça uzadı, ilk göz ağrım kefalin yerini başka balıklar aldı. Artık eskisi kadar sık peşinden koşmasam da kefalin bendeki yeri ayrıdır. Hala yakalamasını ve yemesini en sevdiğim balıkların başında gelir. Yaklaşık 8 ay önce Antalya'ya taşındığımdan beri sürekli yeni türler peşinde  koştuğum için kefal avına uzunca bir ara vermiştim. Birbirimizi çok özlemiş olacağız ki 29 eylül akşamı yollarımız tekrar kesişti. Akşam hava kararmaya yakın liman içinde dolaşırken suyun üstündeki ekmek parçalarına vuran kefalleri görünce çok şaşırdım. Aylardır burada olmama rağmen ilk defa gündüz vakti liman içinde bu kadar büyük kefaller görüyordum. Balıkların çok kalabalık ve has kefal ( Mugil cephalus ) olması ise ayrı bir sürprizdi. Burada has kefaller genelde yakındaki sarısu deresinin içinde görülür. Tahminim birkaç gündür süren sağnak yağmur ve sel derenin içindeki kefalleri dışarı atmıştı. Birden bire kefal avı aşkım yeniden alevlendi ve elimdeki malzemelerle takım hazırlama işine koyuldum.

Kefallerin yemekle meşgul olduğu ekmek parçaları rıhtım duvarının 1-2 m önünde olduğu için işim kolaydı. Çabucak LRF takımımın ucuna 1 kulaç uzunluğunda 0.20 mm şok misinası ve ucuna küçük, sağlam bir iğne bağlayıp ufak bir parça ekmek içiyle yemledim. Kefallerin kolay yutabilmesi için çok fazla sıkmadığım ekmek içini suya hafifçe dokundurup ağırlaşmasını sağladıktan sonra nazikçe ekmek parçalarının yanına savurdum. Yem 10 cm ancak batmıştı ki kefallerden biri fark edip tek hamlede yuttu. tasmayı vurmamla birlikte balığın fişekleyip kamışımın iki büklüm olması bir oldu. Sürüdeki diğer balıkları korkutmamak için rıhtım boyunca 10 m kadar yürüyüp oltanın ucundaki balığı sürüden uzaklaştırdım. İncecik LRF kamışımla yaklaşık 1 dakika süren çok keyifli bir mücadelenin ardından yorulan balığı kepçeleyip dışarı aldım. Balığı kovaya atıp sürünün olduğu yere döndüğümde kefaller hiç bir şey olmamış gibi ekmek parçalarını yemeye devam ediyordu. Yeni bir yem takıp balıkların yanına indirir indirmez ilk gören kefal yemi yuttu. Yine aynı taktikle balığı sürüden uzak bir yerde yorup kepçeledim.

Şaşırtıcı şekilde kefaller çok iştahlı ve korkusuzdu. Yaklaşık 20 dakika içinde sürünün içinden peş peşe 7 balık yakaladım. Hala suyun üstündeki ekmekleri yemeye devam eden sürüden çuval dolusu kefal yakalayabilecekken bugünlük bu kadar yeter deyip avı sonlandırdım. Aslında ilk 3 balıktan sonra avı bırakmayı istediysem de uzun zamandır kefale hasret kaldığımdan kendime engel olamadım. Sonra balıklara ne mi oldu? Yarısı plaki, yarısı tava...


17 Kasım 2015 Salı

LRF: Zargana Eğlencesi

Marmaris'ten döner dönmez Antalya'daki meralarımı yoklamaya başladım. Daha önce eylül ve ekim aylarında Antalya'da bulunmadığım için beklediğim avcı balık furyasının başlayıp başlamadığını bilmiyordum. Eylül ortası itibariyle kuzular, traller, sinaritler, gridalar, dev baraküdalar kıyılarda av vermeye başlamış mıydı yoksa suların iyice soğuması mı gerekiyordu? Bunu öğrenmek için sırasıyla bütün meralarımı yoklamaya koyuldum. Yazdan kalma bir hava ve süt liman denizde 1 hafta kadar çeşitli sahte yemlerle farklı meralarda büyük balık hedefli denemelerde bulunduğum halde vuruş alamayınca havalar soğuyup deniz karışıncaya kadar beklemeye karar verdim. Ağır abiler gelene kadar da LRF takımlarıyla keyif avları yapmaktan daha güzel bir seçenek olamazdı.

Marmaris'e gitmeden önce özellikle mini popper sahteleriyle avlanırken çok ciddi boylarda zargana vuruşları almış ama oltaya yakalandıktan sonra çok hırçın olan dev zarganalardan hiç birini dışarı çıkaramamıştım. Sezon geçmeden o 1 metrelik, bilek kalınlığındaki zarganalardan yakalamayı çok istiyordum. 21 Eylül sabahı tüm konsantrasyonumu vererek LRF takımlarıyla zarganaya denemeye karar verdim. Sabah gün ağarırken meraya varır varmaz 226 cm, 5-12 g aksiyonlu kamış, 2500 kalibrelik makine, 0.13 mm 8 örgü ip ve 1 kulaç uzunluğunda 0.24 mm monoflament şok misinasından oluşan LRF takımımın ucuna 47 mm, 5.5 gramlık pencil bait tarzı bir sahte bağlayıp ilk atışımı gerçekleştirdim. İlk atışım daha önce hiç kullanmadığım bu yemin erimini ve aksiyonunu görmek içindi. Boyutuna göre hatrı sayılır bir mesafeye giden batan tipteki ( Sinking ) yemi 2-3 metre diplettikten sonra düz ve vurdurarak çekerkenki aksiyonlarını inceledim. İkinci atışımda bu defa yemi kamışın ucuyla küçük titreşim aksiyonları vererek yüzeyden çekmeyi denedim. Bu şekilde küçük bir su üstü sahtesini andıran yem yüzeyi çizerek gelirken birden bire arkasında bir kabartı belirdi. Suyu yararak gelen iri bir zargana yeme hamle yapınca suyun üstünde şapırtı koptu. Bir anlık yakaladım diye sevindiysem de sevincim kısa sürdü. Balık yemi ağzından atıp kurtulmayı başardı. Vakit kaybetmeden atış yapıp yemi aynı aksiyonla suyun üstünde titreşim yaptırarak çekmeye başladım. Yine suyun üstünü yararak gelen bir takip, vuruş, şapırtı ve koca bir zargananın suyun dışına fırlayıp kurtulması. Bu olay üst üste birkaç atış daha tekrarlandı.

Zarganalar suyun üstünde iz ve titreşim yaparak gelen yemi çok uzaktan fark edip saldırsalar da uzun ve sert gagaları yüzünden yemi bir türlü yutamıyor, gagalarına takılan kanca kolaylıkla kurtuluyordu. 15 dakika kadar hemen her atışımda takip ve vuruş aldığım halde tek bir balık bile çıkarmayı başaramayınca yemin kuyruğundaki kancayı büyütmeye karar verdim. Belki bu şekilde iğne balığa daha derin geçip kurtulmasını önleyebilirdi. Makinemin kalamasını da gevşetip balığın suyun dışına sıçramaları esnasında aşırı yük binen iğnenin kurtulmasını önlemeye çalıştım. Nihayet yeme vuran zarganalardan birisi defalarca kere suyun dışına sıçrayıp kurtulamayınca mücadeleyi bıraktı. Sakince kayaların kenarına getirdiğim balığı yanımda duran kepçeye sokup dışarı aldım.


İlk zarganadan sonra keyfim biraz yerine gelmiş şekilde ava devam ettim. Hemen her atışımda su üstü sahtesi gibi aksiyon verdiğim yeme vuruş gelmeye devam ediyordu. Aynı yemle birkaç atış daha denedikten sonra 5 gramlık bir jige aynı aksiyonu verip veremeyeceğimi denemeye karar verdim. Jigi yaklaşık 40 m mesafeye gönderdikten sonra kamışın ucunu havaya dikip küçük titreşim aksiyonlarıyla hızlı sarımla çekmeye başladım. Tam istediğim gibi jig su yüzeyinde kaçan yavru bir balık gibi iz bırakarak gelirken ilk zargana peşine takıldı, hamlesini yaptı ve yakalandı. Yine çok hareketli bir mücadelenin ardından balığı kıyıya getirip usulca kepçenin içine sokmayı başardım. Balığın ağzındaki jigle çabucak birkaç kare fotoğraf çektikten sonra ava geri döndüm.



O dakikadan sonrası çok hareketli ve heyecanlıydı. Yemin su üstünde bıraktığı iz ve titreşimi metrelerce öteden farkeden zarganalar suyu yararak peşine takılıyor,  hamle yapıyor, yakalanıyor, havada taklalar atıp oltadan kurtuluyor, sonra bir başkası tekrar saldırıyordu. Kimi zaman zarganaların dişleriyle zedelediği misinayı kesip tekrar bağlamak zorunda kalıyordum. Onca dişli ısırığa maruz kalan jigimin boyası neredeyse tamamen dökülse de takip ve vuruşlar hız kesmeden devam ediyordu. 1.5 saat içinde onlarca balık kaçırıp kovama 4 tane zargana atabilmiştim. Özellikle kaçırdığım 80-90 cm üzeri zarganaların üzüntüsünü yaşarken iri bir zargana yemimi takip edip kıyıya 5 m kala saldırdı. Ardından yine bir adrenalin patlaması ve curcuna yaşandı. Balık suyun üstünde ok gibi sekerek kurtulmaya çalışırken kalamamı tamamen gevşetmiş yemin çıkmaması için dua ediyordum. Makinemden 20-30 metre ip boşalttıktan sonra nihayet balık suyun dışına fırlamayı bıraktı. Kısa süren çok tempolu bir mücadelenin ardından yorulan balığı temkinli bir şekilde çekip kepçenin içine sokmayı başardım. Bu defaki balık kaçırdıklarım kadar iri olmasa da 75 cm'lik hatrı sayılır boyda bir zarganaydı.




Avın devamında suyun üstünden sektirerek çektiğim yeme çok sağlam bir vuruş daha geldi. Diğerlerinden farklı olarak sürekli aşağıya basarak bana heyecan dolu bir mücadele yaşatan balık 35 cm civarı bir yazılı orkinostu. 45 cm'lik limitin altında kalan yakışıklıyı ait olduğu yere iade edip avı sonlandırdım. Hayalini kurduğum bilek kalınlığındaki zarganaları yakalayamasam da yeni teknikler öğrendiğim çok keyifli bir av oldu. Kim bilir, belki dev zarganalardan biriyle bir dahaki karşılaşmamızda kazanan ben olurum...

12 Kasım 2015 Perşembe

Baraküda

Kimileri ona deniz turnası der, kimileri ıskarmoz, kimileri ise baraküda. Ben de baraküda diyenlerdenim. Atlantik baraküdası ( Sphyraena barracuda, İng: Great barracuda ) yerine bizimkilere ( Sphyraena sphyraena, İng: European barracuda ) baraküda demeyi uygun bulmayanlar olsa da bence Akdeniz baraküdası ya da kısaca baraküda demekte bir mahsur yoktur. Doğu Atlantik'te, Ege ve Akdeniz dahil olmak üzere Biskay Körfezi'nden Angola, Kanarya ve Azor adalarına kadar, Batı Atlantik'te ise Bermuda ve Brezilya çevrelerinde yayılış gösteren bizim baraküdalar, Atlantik baraküdası kadar büyük olmasalar da 165 cm boy ve 12 kg ağırlığa ulaşabilirler. Şimdiye kadar en büyük 2.1 kg olanını yakaladığım baraküdanın kısmetse bu kış çok daha büyüklerini yakalamayı hayal ediyorum. Yaz boyu liman içinde dolaştıklarını gördüğüm halde çok iştahlı olmadıkları için sonuçsuz kalan birkaç denemeden sonra vazgeçip başka balıklara yöneldim. Sonbaharda baraküda avının hız kazanacağını bildiğim için de bu durumu fazla sorun etmedim. Eylül ortasından itibaren liman ışıklarının aydınlattığı bölgelerde toplanan sardalya sürülerine sadıran baraküdaların sayısı artınca ufaktan denemelere başladım.


1 hafta içinde aralıklarla gerçekleştirdiğim 3 gece avında, 50-65 cm arası birer baraküda kandırdıktan sonra 23 eylül gecesi daha uzun süreli bir at-çek avı gerçekleştirmeye karar verdim. Önceki gecelerde bir çok farklı sahte yemle denediğim halde su sathındaki sardalya sürüsüne odaklanan baraküdalar benim yemlerimle çok ilgilenmemişti. Nadiren yemlerimi takip edip çok daha nadiren hamle yapmışlardı. 23 eylül gecesi ise işler biraz değişti. Yağmur ve fırtına şiddetinde esen rüzgarla karışan deniz, baraküdaları biraz iştahlandırmış gibiydi. Ava başladığım 10 cm/10 gramlık beyaz simli, kurşun kafalı silikon balıkla peş peşe takipler alınca aynı yemle denemeye devam ettim. Nihayet ava başladıktan yarım saat sonra dipten düz, hızlı sarımla çektiğim yemim rıhtım duvarına 2-3 metre kala mıhlanıp kaldı. Hiç beklemediğim bir anda gelen vuruşla dalgın halimden kurtulup balığın büyüklüğünü kestirmeye çalıştım. Balığın çok büyük olmadığını anlayınca da temkinli bir şekilde yüzeye getirip tek hamlede dışarı aldım. Gelen 55 cm civarında bir baraküdaydı. Balığı kovaya attıktan sonra yemin durumunu ve misinayı kontrol ettim. Birkaç diş kesiği dışında yemin sağlam olduğunu ve misinaya diş değmediğini görünce kaldığım yerden ava devam ettim.

Av güzel başlamıştı. İlk balıktan sonra da aralıklarla baraküda takipleri almaya devam ettim. Balıklar bazen 1-2 metre geriden bazen de yemin hemen dibinden takip edip son anda geri dönüyorlardı. Takiplerin sıklaştığı bir ara baraküdalardan biri yemin arkasından fişek gibi fırlayıp yapışsa da kurtulmayı başardı. Ara vermeden atıp çekmeye devam ettim. Birkaç takip ve boşa giden hamleden sonra oltam yine olduğu yerde mıhlanıp kaldı. İlkiyle aynı boydaki bu balığı da seri bir hareketle kaldırıp dışarı attım. Bu defa yem sağlam kaldığı halde yemin bağlı olduğu şok misinamın 2-3 cm'lik kısmı balığın dişlerinden zarar görmüştü. Zedelenen kısmı kesip yemi tekrar bağladıktan sonra atıp çekmeye devam ettim. Balıkların takip ve hamlelerine bakarak aksiyon vermeden düz hızlı sarımla ve yüzeyin 1-2 m altından çektiğim yemlere daha çok rağbet ettiklerini anladım. Gece yarısından sonra yağmur şiddetini arttırsa da avı bırakmadan gün ağarana kadar devam ettim. Takipler, yemi ısırıp bırakanlar, yarı yolda kurtulanlar ve tek üzüntü duyduğum yemi komple yuttuğu için misinayı kesip ağzında yemle kaçan iri bir baraküdayla çok keyifli ve heyecanlı bir av geçirdim. Uzun gecenin ardından avı bıraktığımda kovamda 5 yakışıklı baraküda yatıyordu.



Hayal ettiğim boyda baraküdalar yakalayamasam da daha önümde uzun bir kış var. Havalar bozup deniz patladığında, dev dalgaların çarpıp köpük köpük karıştırdığı kayalık kıyılarda baştan aşağı ıslanmak pahasına olta atıp o koca ağızlı canavar baraküdalarla mücadele etmek için can atıyorum. Kim bilir, belki birkaç yazı sonra o canavar baraküdanın hikayesini okuyabilirsiniz...


1 Kasım 2015 Pazar

Güney Ege'de Vertical Jigging Bereketi

Eylül başına denk gelen 2 haftalık Marmaris serüvenimin ilk haftasında LRF takımlarıyla hatrı sayılır boyda sargozlar yakaladıktan sonra ikinci haftanın başında yakaladığım hayallerimin lambukası ve yakışıklı kum gridasıyla beklentilerimin üzerinde avlar gerçekleştirme fırsatı buldum. Yakaladığım balıkların yanında burada kısa sürede çok güzel arkadaşlıklar da edindim. Olta atarken tanıştığım Muharrem abim de bunlardan biri. Kısa bir süre önce 3 arkadaşıyla ortak tekne alan Muharrem abim yeni başladığı balıkçılık işine iyicene merak sarmış. Şimdiye kadar tekneden yemli takımlarla yakaladığı mercan, barbun vs. gibi küçük balıklar ve tekne arkasından silikon balık çekerek kandırdığı yarımşar kiloluk lambukalar dışında pek tecrübesi olmasa da ilk defa benden duyduğu teknikleri öğrenmek için can atıyordu. Birkaç gün sonra Marmaris'ten ayrılacağımı öğrenince ilk fırsatta teknesiyle balığa çıkmak için teklifte bulundu. Başına talih kuşu konmuş gibi sevinen ben teklifi tereddütsüz kabul edip, lambukayı yakaladığımın ertesi günü, 9 eylül sabahı, mesai öncesi kısa bir kaçamak yapmak için gün ağarırken denize açılmak üzere sözleştik.

Ertesi sabah gün ağarmadan kayıkhaneye vardığımda teknenin diğer ortakları Cihan ve Alper abilerle de tanışıp, 4 kişi "vira bismillah" denize açıldık. Öncelikli hedefimiz benim ricam üzerine sırtı çekerek lambukaya denemek oldu. Teknenin kıçından oltalarımızı salmadan önce Muharrem abinin elindeki takımı incelediğimde çok şaşırdım. Kullandıkları takım çok ince ve silikon yemin iğnesi çok zayıftı. Böyle bir takımla iri bir lambuka çıkarmalarının imkansız olduğunu söyleyip bazı tavsiyelerde bulunduktan sonra rölanti hızda giden teknenin arkasından oltalarımızı koyverdik. Yarım saat kadar, daha önce lambuka yakaladıkları meralarda dolaştığımız halde vuruş alamayınca tekneyi uygun bir yerde durdurup klasik dip takımlarıyla mercana denemeye karar verdiler. Onlar yemli takımlarını dibe indirip küçük mercan balıklarının vurmasını beklerken benim aklımda vertical jigging takımlarıyla daha büyük balıklara denemek vardı. Bereket versin uzun bir süre mercan vurmayınca fırsattan istifade yakınlarda derin kayalık meralar olup olmadığını sordum. Sağ olsunlar beni kırmayıp yaklaşık 1 mil mesafede bulunan 45 m derinlikteki büyük bir taşa götürdüler.

Meraya vardığımızda 175 cm, 150-250 g aksiyonlu kamış, 10,000 kalibrelik makine, 0.40 mm örgü misina ve 5 m boyunda 0.70 mm florokarbon şok misinasından oluşan vertical jigging takımımın ucuna 160 g ağırlığında kalamar takliti bir jig takıp dibe indirdim. Birkaç sefer kısa, sert vurdurma aksiyonlarıyla jigi dipten 10 m kadar yukarı çekip tekrar dipleterek denedikten sonra takımı Alper abiye devrettim. O, ağır takımla ilk vertical jigging denemesini yaparken ben de shore jigging takımım ve daha hafif jiglerle denemek niyetindeydim. Oltayı devretmemin üzerinden birkaç saniye ancak geçmişti ki oltasına binen ağırlık karşısında çaresiz kalan Alper abinin yardım çığlıkları yükseldi. Daha önce hiç büyük balık tecrübesi olmayan Alper abi oltayı bana vermek isteyince hemen mücadeleyi devraldım. İlk birkaç saniye dipteki balığın sert kafa darbeleri ve fişeklemelerle enerjisini boşaltmasını bekledikten sonra kamışı yukarı kaldırıp aşağı indirirken makarayı sararak balığı dipten yükseltmeye başladım. Balık dipten epey yükseldiği halde sert kafa darbeleri devam ediyordu. Hepimiz pür dikkat gözlerimizi kristal berraklıktaki suyun derinliklerine dikmiş balığı görmeyi bekliyorduk. Yüzeye 10 m kala suyun derinliklerinden yükselen bir parıltı belirdi. Derken oltanın ucundaki parıltıyı hemen hemen aynı boyda bir balığın daha takip ettiğini fark ettik. Balık dipten yükseldikçe daha belirgin bir hal almaya başladı. Nihayet iyice yüzeye yaklaştığında kafamdaki soru işaretleri kayboldu. Oltanın ucundaki oldukça iri bir sinaritti. O kargaşanın arasında balığın ağzındaki yemi görmeye çalıştım. Kancayı sağlam yuttuğunu görünce içim rahatlamış olarak balığı suyun üstüne çıkarıp Muharrem abinin kepçeyi vurması için uygun bir pozisyon oluşturdum. Nihayet balık kepçenin içine girdiğinde teknenin içini büyük bir sevinç ve zafer dalgası sardı.




Daha ilk avımızda, oltamızı suyla buluşturur buluşturmaz her oltacının gönlünde taht kuran sinarit babayı kandırma şansını yakalamış olmak hepimizi şevke getirmişti. Aynı günün akşamı da mesai biter bitmez, saat 05:45 gibi, kayıkhaneden avara edip tam yol sinariti aldığımız taşa geldik. Bu defa ava başlarken ağır takım bende, hafif takımsa Muharrem abideydi. Muharrem abinin takımının ucuna shore jigging avlarında çok verim aldığım jigin 60 gramlık olanını bağlamıştım. Benim kullandığım takımın ucunda ise methini çok duyduğum ve piyasada çok zor bulunan "zebra glow" rengi olarak bilinen fosfor bantlı 130 gramlık bir jig bağlıydı. Akıntıyı hesap ederek teknemizi büyük taş öbeğinin yakınından akacak şekilde stopa çekip, taşları geçtikten sonra tekrar başladığımız noktaya dönüyor, dipten çeşitli aksiyonlarla yukarı çektiğimiz jiglerle avcı balıkları kandırmaya çalışıyorduk. Ava başlayalı en fazla 20 dakika geçmişti ki Muharrem abi heyecanlı bir şekilde bağırmaya başladı. Oltasının ucundaki balık her neyse kamışın ucu maksimum eğilip suya gömülmüştü. Balıkla baş edemeyeceğini anlayınca o da yardım isteyip mücadeleyi bana devretti. Oltayı elime alır almaz balığın gücü karşısında adrenalin seviyem tavan yaptı. İlk başta balığın büyüklüğünü kestirmekte zorlansam da gücü biraz kırılınca oltanın ucundakinin çok büyük bir balık olmadığını anladım. Yine de takım hafif olduğu için mücadele çok heyecanlı geçiyordu. Balık sürekli aşağı, sağa, sola basıyor, bir türlü yorulmak bilmiyordu. Nihayet yüzeye yaklaştığında hızlı manevralarla oltadan kurtulmaya çalışan balığın parıltısı görüldü. Mücadele şeklinden tahmin ettiğim gibi çok büyük olmayan bir kuzuydu ( sarı kuyruk ) oltanın ucundaki. Tekneyi görünce gücünün son kalıntılarıyla birkaç sefer daha aşağı fişekledikten sonra tamamen teslim olan balığı Muharrem abinin yardımıyla kepçenin içine sokmayı başardık.


Av güzel başlamıştı. Vakit kaybetmeden kayalık bölgenin etrafından akış yaparak denemeye devam ettik. Ava başladıktan yaklaşık 1 saat sonra, ümitlerim tükenmek üzereyken dipten büyük zıplatma hareketleriyle yukarı çektiğim jigim muazzam bir kuvvetle aşağı çekildi. Oltam iki büklüm eğilip kalaması epeyce sıkılı olan makinemden ip boşalmaya başladı. Nihayet hayalini kurduğum dev balık oltamın ucundaydı. Balık hiç durmadan kalama alırken birden bire içimi misinanın dipteki kayalara sürtünüp kopma korkusu sardı. Anlık bir kararla kalamayı sıkıp balığı dipten yükseltmek için kamışı yukarı vurdurarak sarmaya başladım. Balığı biraz yükseltmeyi başarıp rahatlamıştım ki oltanın ucundaki ağırlık boşalıverdi. Herşey 10-15 saniye gibi kısa bir süre içinde bitmişti. Oltayı çekip yemi kontrol ettiğimde çok güvendiğim asist kancanın açılmış olduğunu fark ettim. O an yaşadığım hayal kırıklığını tarif etmek çok güç. Görüntüsüne aldandığım kancanın aslında o kadar da sağlam olmadığı acı bir şekilde öğrenmiştim. Sinirimden kendi kendime söylenerek açılan kancayıp düzeltip, jige bir asist kanca daha ilave ettikten sonra ava döndüm.

Kaçırdığım balıktan sonra ara vermeden hırsla denemeye devam ettim. Sonar ekranına göre taşın yakınından geçtiğimiz bir ara oltam yine muazzam bir güç tarafından aşağı basıldı. Bu defa aşırı kuvvet uygulamamaya dikkat ederek balıkla mücadele etmeye başladım. 30 saniye kadar kuvvetli basan balık sonrasında yorulup mücadeleyi bıraktı. Temkinli bir şekilde yukarı çekerken oltanın ucundaki ağırlık sanki balık değil de cansız bir varlıkmış gibi gelmeye başlamıştı. Suyun içinde daireler çizerek yükselen ip bitip florokarbon şok misinası görüldükten sonra nihayet kocaman kapkara bir balık suyun üstüne çıktı. Gerçekten çok heybetli bir kaya gridası, nam-ı diğer şeytandı oltanın ucundaki. Heyecan dolu saniyelerin ardından Muhammer abi teknenin küpeştesine yatıp usta bir hareketle koca balığı ufacık kepçenin içine sokunca derin bir oh çektim. Sonrasında başka vuruş alamayıp hava kararmaya yakın avı sonlandırdık.




Mesai öncesi ve sonrasında yaptığımız kısacık Vertical Jigging denemelerinde oltalarımıza hatrı sayılır boylarda 4 balık vurmuş, bunlardan 3 tanesini teknenin içine almayı başarmıştık. Beklentilerimizin çok üzerinde avlar yapmak bizi hem şaşırtmış hem de sonraki günlerde yapacağımız avlar için heyecanlandırmıştı. Ertesi sabah gün ağarırken bu defa Muharrem abiyle ikimiz buluşup rotayı balıkları yakaladığımız taşa çevirdik. Meraya varır varmaz heyecanla aksiyona başladıysak da ilk 45 dakika vuruş alamayınca yer değiştirmeye karar verdik. Taştan sonraki ilk durağımız yakınlardaki gemi şamandıralarından biri oldu. Dikkatlice şamandıraya yaklaşıp 3 kollu şamandıra zincirinin ortasından yemimi aşağıya gönderdim. Yem dibe inince birkaç büyük aksiyon yaptırdıktan sonra kısa ve çok seri aksiyonlarla jigi 20 m kadar yukarı çekip tekrar diplettim. Aynı hareketi tekrarlayıp jigi kısa, seri aksiyonlarla dipten 15 m kadar yükseltmiştim ki vuruş geldi. Yine kalp atışlarım hızlanıp adrenalin seviyem tavan yaptı. Dipten bu kadar yukarıda vurduğuna göre balık büyük ihtimalle kuzuydu. Birkaç saniye balığın gücünü test edip çok büyük olmadığını anlayınca temkinli bir şekilde çekmeye başladım. Balığı yüzeye getirene kadar ara ara duraklayıp balığın sakinleşmesini beklemek zorunda kaldım. Yüzeye çıktığında tamamen yorulmuş olan balığı kolayca kepçeledik. Geç gelen günün ilk balığından sonra moral bulmuş olarak ava devam ettik. Aynı şamandıra altında birkaç sefer daha deneyip vuruş alamayınca yer değiştirip yakınlardaki başka bir şamandıranın altından aynı aksiyonla aynı boyda bir kuzu daha kandırdıktan sonra avı sonlandırdık.




Tahmin edebileceğiniz gibi aynı gün akşam suyunda da denizdeydik. 3 saat boyunca yer değiştirerek azimle denediğimiz halde kayda balıklar kandırmayı başaramadık. Birbirinden güzel anılar ve avlarla geçen Marmaris seyahatimin sonuna geldiğimde doğa harikası bu yerden ayrılmayı hiç istemiyordum. İleride, hayranı olduğum Marmaris'e yerleşme imkanı bulabilir miyim bilmiyorum ama bundan sonraki dönemlerde hem dostlarımı görmek hem de balık meralarını yoklamak için burayı sık sık ziyaret edeceğim kesin...


15 Ekim 2015 Perşembe

İlk Lambuka

Antalya'ya taşındıktan sonra yakalamayı hayal ettiğim balıklardan biri de yaldızlı sarı/yeşil renkleri, takoz gibi kafası ve dillere destan mücadelesiyle lambukaydı. Uzun yıllardır hayranı olduğum bu balığın genel karakteri ve avcılığı hakkında bilgim çok sınırlı olduğu için Antalya'ya yerleşir yerleşmez araştırmalarıma hız kazandırdım. Antalyalı balıkçılarla yaptığım sohbetlerde, lambuka sürülerinin ağustos-eylül ayları arasında bölgede av verdiğini, özellikle yarım kilo civarı küçük bireylerin tekne arkasından çapariyle bol miktarda avlandığını, 2 kilo üstü lambukaların bölgede çok nadir yakalandığını, yamyam balıklar oldukları için kendi renklerine yakın olan sarı, yeşil, turuncu tonlardaki sahte yemlere rağbet ettiklerini ve deniz üstünde akıntıyla sürüklenen çöp kümelerinin etraflarında dolaşmayı sevdiklerini öğrendim.

Öğrendiklerimi pekiştirmek ve ilave bilgiler edinmek için büyük üstad Berk G. İpek'i de telefonla arayıp lambuka avcılığı hakkında yardım istedim. Berk abim sağ olsun her zamanki gibi engin tecrübelerini benimle paylaşarak hiçbir yerden öğrenemeyeceğim çok değerli bilgiler verdi. Tekne arkasından çapari ya da maket balık çekerken lambuka sürülerini toplamak için kalın bir misinaya birer metre aralıklarla 3-5 adet sarı temizlik bezi bağlayıp teknenin 5-10 m arkasından çekmek, parlak iç yüzeyleri görülecek şekilde yırtıldıktan sonra pet şişenin altına bağlanarak denize bırakılmış cips paketlerinin parıltısıyla lambuka sürülerini toplayıp pet şişenin çevresinde avlanmak gibi ilginç teknikleri ilk defa Berk abimden duydum. Bu balıkların ses ve hareketi çok sevdiğini, özellikle çılgın aksiyonlu, yüzeyde su sıçratarak çekilen sahtelere çok rağbet ettiğini, gemi şamandıraları gibi dalganın etkisiyle suya çarparak ses çıkaran nesnelerin çevresinde dolaşmayı sevdiğini de yine Berk abimden öğrendim.

Yeterince bilgi topladıktan sonra heyecanla ağustos ayının gelmesini bekledim. Ağustos ayıyla birlikte ilk lambuka haberleri gelmeye başlasa da yakalanan balıkların küçük olması biraz şevkimi kırdı. Ağustos başından itibaren işim gereği 15 günlüğüne şehir dışına çıkacağımı öğrenince de lambuka hayallerim tamamen suya düştü. Bundan sonra lambuka peşinde koşmak yerine şans eseri onun bana gelmesini bekleme kararı aldım. Ağustos ortası gibi Antalya'ya dönüp 15 gün kaldıktan sonra tekrar 10 günlüğüne şehir dışına çıktım. İş icabı Marmaris'te bulunduğum ilk hafta LRF takımlarıyla keyifli avlar yaptıktan sonra ikinci hafta başından itibaren biraz daha büyük balıklara denemeye karar verdim. 7 eylül akşam ve 8 eylül sabah sularında makinesinde 0.16 mm ip ve 0.36 mm şok misinası sarılı olan spin takımımla atıp çektiğim kurşun kafalı silikon balıklarla çok büyük olmayan 5 kum gridası kandırdıktan sonra aynı balığın daha büyüklerine denk gelebilmek umuduyla 8 eylül akşam suyunda da aynı meradaki yerimi aldım.

Bu defa ava 95 mm boy ve 34 gram ağırlığındaki hızlı batan tip ( Fast Sinking ) farklı bir maket balıkla başladım. Vurdurma aksiyonları yaparken dolanma yapmaması için karının altındaki kancayı çıkarıp arka kancasını büyüttüğüm yemi 50-60 m açığa sallayıp diplettikten sonra kah hızlı düz sarım yaparak, kah vurdurma hareketleri yaptırarak, kah arada tekrar dipleterek çekmeye başladım. Avın henüz başlarında tekrar atış yapmak için yemimi hızlı hızlı sardığım sırada dipten yüzeye doğru yükselen yemimi sapsarı, pırıl pırıl bir balığın takip ettiğini fark ettim. Balığın ne olduğunu anladığımda kalp atışlarım hızlandı. Bu bir lambukaydı. Hemen balığı kıskandırıp yeme vurmasını sağlamak için sert vurdurma aksiyonları yaptırmaya başladım. Yem hızlanınca peşindeki balık da hızını arttırıp son anda yeme seri bir hamle yaptıysa da yakalanmadı. Heyecanlı bir şekilde yemi 15 m kadar atıp yine seri vurdurma hareketleriyle balığın dikkatini çekmeye çalıştım. Suyun içinde yaralı bir balık gibi parıltılar yapan yemi fark eden lambuka çok süratli bir şekilde yemin yanına geldi, etrafında hızlı hızlı daireler çizdi ve yeme saldırdı. Sağlam bir vuruş yaptıysa da balık bu sefer de yakalanmamıştı. Vakit kaybetmeden yemi balığın biraz gerisine sallayıp bu sefer su üstünde ses ve su çıkaracak şekilde yüzeyden ve vurdurarak çekmeyi denedim. Lambuka yine çok seri bir şekilde yemin peşine takılıp yem tam önüme geldiği anda yapıştı. Sonunda o büyülü balık oltamın ucundaydı. Tüm yüzgeçleri açık halde oltadan kurtulmak için zigzaglar çizerek mücadele ederken o kadar muhteşem görünüyordu ki ilk lambukamı kaçırma korkusu olmasa mücadeleyi olabildiğince uzatıp dakikalarca bu büyülü balığı izleyebilirdim. O an tek düşündüğüm şey balığı kaçırmadan çıkarabilmek olduğu için yanımdakilerin kepçeyle yardıma gelmesini bile beklemeden tek hamlede kaldırıp dışarı aldım. Suyun dışında çılgınlar gibi çırpınan balığı sakinleşinceye kadar kepçenin içinde zapt ettikten sonra hayallerimin balığıyla birbirinden güzel fotoğraflar çektirme işine koyuldum.




Hayallerimin balığını yakalamanın vermiş olduğu rahatlıkla yarım saat daha aynı yemle deneyip vuruş alamayınca yöntem değiştirmeye karar verdim. Spin takımımın ucuna gridaların en sevdiği renklerden olan sarı/turuncu tonlarda 60 gramlık bir jig bağlayıp 60-70 metre mesafeye gönderdikten sonra dipten zıplata zıplata çekmeye başladım. 20-50 g atarlı kamışım için biraz ağır olsa da 60 gramlık jigi istediğim mesafelere gönderip istediğim aksiyonları rahatlıkla verebiliyordum. Yem değiştirdikten sonra 4. ya da 5. atışımda dipten büyük ve sert zıplatma hareketleriyle çektiğim jige çok açıkta sağlam bir vuruş geldi. İşte bu kesinlikle beklediğim vuruştu. Sürekli dibe basmasına ve kayalık kıyıdan çok açıkta vurmasına bakılırsa bu bir kum gridası olmalıydı. Kıyıdaki kayaların arasına girip misinayı kestirmesine müsaade etmemek için boşluk vermeden çektiğim balığı yüzeye çıkarınca yanılmadığımı anladım. Oltanın ucundaki çok yakışıklı bir kum gridasıydı. 45 cm'lik yasal boy limitinden 3 cm daha küçük olan balıkla çabucak birkaç kare fotoğraf çektirdikten sonra yakışıklıyı ait olduğu yere iade ettim.




Avın devamında 29 gramlık balık kafası şeklindeki zoka ile kombine ettiğim fosforlu sarı ( glow ) 14 cm'lik orak kuyruklu silikon balıkla kıyıdan 30-40 metre açıkta, dipte çok sağlam bir vuruş daha aldım. Kuvvetine bakılırsa limitin çok üstünde bir grida olduğunu tahmin ettiğim balıkla ciddi bir mücadele verdiysem de takımım ince olduğu için kıyıdaki kayaların arasına girmesine engel olamadım. Girdiği kayanın altından 15-20 saniye sonra çıkan balık karşısında kayalara sürtünmekten çizikler içinde kalan şok misinam fazla dayanamayarak koptu. Kaçan balığa üzülsem de her şeye rağmen uzun yıllar hafızalarımdan silinmeyecek çok keyifli bir av oldu. Hayatımın ilk balığını yakaladığım Marmaris'te, tam 20 yıl sonra hayatımın ilk lambukasıyla yeniden çocuklar gibi mutlu oldum. Bu yeri artık daha çok seviyorum...

23 Eylül 2015 Çarşamba

Çılgın Sargozlar

Balıkçılık hayatımın büyük bir bölümünü geçirdiğim Marmara'da avlanırken baltabaş karagöz ismini kullandığım balığa Antalya'ya taşındıktan bir süre sonra sargoz demeye başladım. Aynı balığı ( Diplodus sargus ) Ege ve Akdenizli oltacılar sargoz diye bilirken, Marmaralı oltacılara sorsanız sargozun ne olduğunu bilmezler. Ben de yaşadığım bölgeye göre yöresel isim farklılıklarına alışıp zamanla isimler arasında geçiş yapabiliyorum. Ege ve Akdeniz'in sargozu ile Marmara'nın baltabaş karagözü arasında isim dışında başka farklılıklar da var. Beslenme alışkanlıkları bu farklılıklardan biri. Teke, yengeç, midye ve deniz kurtlarının çok bol olduğu Marmara'nın aksine bu tarz kolay avlar yönünden daha fakir olan Ege ve Akdeniz'in sargozları Marmara'daki hemcinslerine göre daha saldırgan karaktere sahiptir. Küçük kabukluların yokluğunda balık yavrularıyla beslenmeye alışkın olan sargozların mini maket balık ve mini jigler gibi çok çeşitli sahte yemlerle yakalandığını duymuş ama Marmara'da silikon kurtlarla yakaladıklarım dışında farklı sahte yemlerle kandırma fırsatım olmamıştı.

İşim icabı 31 ağustos-11 eylül 2015 tarihleri arasında Marmaris'te bulunacağımı öğrendiğim zaman bir yandan evimden ayrılacağım için üzülmüş, bir yandan da farklı meralarda avlanma fırsatı yakalayacağım için sevinmiştim. Antalya'dan Marmaris'e doğru yola çıkmadan önce olası tüm balıklar için LRF, spin, shore jigging ve vertical jigging takımlarımla, çeşit çeşit sahte yemlerle dolu kutularımı ve tabi ki kepçemi arabama yükleyip yeni keşfedeceğim meralar için hazırlıklarımı tamamladım. Marmaris'e vardığım ilk günü keşif için ayırıp ikinci gün sabah 05:45 gibi gün ağarmadan dip tabiatı kum, kaya karışımı olan ve 10 m derinlikten başlayan rıhtımdaki yerimi aldım. Merayı hiç bilmediğimden beni nelerin beklediği hakkında çok fazla fikrim yoktu. Marmaris ile Antalya bölgesinin balık türleri hemen hemen aynı olsa da meranın karakteri ve yerli balık popülasyona dair hiç bir şey bilmiyordum. Mera tecrübesi yerine geçecek olan ilk avımda yanıma 20-50 gr arası kaşık/jiglerle çalışmak için spin takımımı ve daha garantili olduğunu düşündüğüm 226 cm, 5-12 g atarlı kamış ve 25 kalibrelik makineden oluşan LRF takımımı almıştım. Ava, LRF takımımın ucuna taktığım 48 mm/6.3 gramlık batan tip ( Sinking ) gagasız bir maket balıkla başlayıp gün ağarmak üzereyken ilk atışımı gerçekleştirdim.

İlk atış daha önce hiç denemediğim yemin yüzüş aksiyonunu görmek içindi. 15 m kadar açığa attığım yemin dibe inmesini beklemeden orta/hızlı sarımda yüzüş aksiyonlarını ve kamışın ucuyla yaptığım vurdurma hareketlerine verdiği tepkiyi izledikten sonra ikinci atışımda yemi 30-35 m mesafeye gönderip dibe inmesini bekledim. Yaklaşık 20 saniye sonra yem 12-15 m derinlikteki dibe inince küçük vurdurma hareketleriyle çekmeye başladım. 5 m kadar çektikten sonra dipten yükselen yemi tekrar dipletip yaralı balık taklidi yaptırarak çekmeye devam ettim. Yemi 3. kez dipletip aksiyona başladığım anda sağlam bir vuruş geldi. İncecik LRF takımımla mücadele ederken ilk aklıma gelen oltanın ucundakinin çok büyük olmayan bir grida ( lahoz ) olduğuydu fakat balığın sert kafa darbelerini hissedince başka bir şey olduğunu anladım. Acaba yemimi yutan güzel bir çipura olabilir miydi? Bana denk gelmese de takip ettiğim İtalyan ve İspanyol LRF ustalarının küçük maket balıklarla çok sayıda çipura yakaladığını görmüştüm. Sakin ve dikkatlice mücadele ettiğim balığı yüzeye yaklaştırdığımda merak yerini şaşkınlığa bıraktı. Oltanın ucundaki hatırı sayılır boyda bir sargozdu. Yüzeye çıktığında tamamen yorulmuş olan balığı zorlanmadan kepçeleyip dışarı aldıktan sonra bu nadir gerçekleşen olayı fotoğraflama işine koyuldum.


5 dakikalık fotoğraf faslından sonra yemimi tekrar suyla buluşturdum. Yem tamamen dibe battıktan sonra aynı şekilde yaralı balık aksiyonlarıyla çekmeye başlar başlamaz sağlam bir vuruş daha geldi. Kafa vuruşlarına bakılırsa bu seferki de sargoz olmalıydı. Keyifli bir mücadelenin ardından 2. sargozumu da kepçeleyip birkaç kare fotoğrafını çektikten sonra yemi aynı yere gönderdim. 3. atışımda da vuruş gecikmedi. Gelen yine hatırı sayılır boyda bir sargozdu. Peş peşe 3 güzel sargoz aldığıma göre aşağıda kim bilir kaç bireylik bir sürü vardı. Bir an için kendimi rüyada gibi hissettiysem de takip eden 3-4 atış üst üste boş geçince rüyadan uyanma vakti geldiğini anladım. Sürünün merayı terk ettiğini düşünmeye başladığım anda güzel bir vuruş daha geldi. Bu seferki balık diğerlerinden farklı olarak kafa atmak yerine cılız bir kuvvetle aşağı basmaya çalışıyordu. Zorlanmadan yüzeye getirdiğimde küçük bir kum gridası olduğunu gördüğüm balığı çabucak fotoğraflayıp denize iade ettim. Sonrasında hem spin hem de LRF takımlarıyla başka vuruş alamayınca saat 07:30 gibi avı sonlandırdım.





Marmaris serüvenim çok keyifli başlamıştı. Nicedir hayalini kurduğum güzellikte bir LRF avı yapmış olmanın mutluluğuyla ertesi sabah biraz daha erken saatte aynı meradaki yerimi aldım. Meraya varır varmaz heyecanlı bir şekilde atıp çekmeye başladığım halde 15 dakika kadar vuruş gelmedi. Yemi dibe indirip zıplatma aksiyonlarına başladığım bir ara yem olduğu yerde mıhlanıp kalınca bir anlık balık yapıştı diye heyecanlandıysam da oltam dibe takılmıştı. Ne yazık ki makinemde sarılı olan 0.22 mm'lik monoflament misinam yemi dipten sökmemi sağlayamadan kopuverdi. Yedeği olmayan yemimi kaybettiğim için moralim bozulmuş bir şekilde takımımın ucuna taktığım farklı bir mini maket balıkla atıp çekmeyi sürdürdüm. 15-20 dakika kadar LRF takımım ve çeşitli sahte yemlerle denemeler yapıp sonuç alamayınca spin takımımın ucuna, Antalya'daki meralarımda favori yemim olan glow ( fosforlu ) renkli 10 cm/10 gramlık kurşun kafalı silikon balığı takıp dipte düz çekiş ve zıplatma aksiyonlarıyla denemeye devam ettim. Birkaç atış sonra nihayet beklediğim vuruş geldi. Bir gün önce yakaladıklarımdan daha kuvvetli kafa atan balıkla mücadele ederken oltanın ucundakinin ne olduğunu tahmin etmeye çalışıyordum. Daha uygun bir yem kullanmış olsam sargoz olduğunu düşünebilirdim belki ama bu yemle sargoz yakalayabileceğimi hiç tahmin etmiyordum. Kısa bir mücadelenin ardından yüzeye çıkardığım balığı görünce bir kez daha şaşırıp kaldım. Gelen önceki gün yakaladıklarımdan daha irice bir sargozdu. Yüzeyde biraz daha yorduğum balığı sakince kepçeleyip dışarı aldım.



Avın devamında LRF takımımı yakışıklı bir yazılı orkinos yavrusu ziyaret edip çabucak ait olduğu yere geri döndü. O gün ve takip eden günlerde Marmaris'te başka sargoza denk gelemesem de bu hikayedeki balıklar uzun yıllar hafızamdan silinmeyecek, en değerli avlarım arasındaki yerini aldılar bile.