2 Ocak 2024 Salı

Eskilerden - Yarım Kalan Yazılar 1 (Lambuka)

Jig değiştirmek için dalgalardan uzağa koyduğum takım çantasına yöneldiğimde kafamın içinde birkaç gün önce Savaş ile yaptığımız telefon konuşması canlandı. "Jigi yüzeyden, suyun üzerini çizdirerek getirmeyi dene." demişti.

Arkamdaki tepeden yükselen güneş, sert esen rüzgara rağmen bunaltıcı olmaya başlamıştı. 1 saatten fazla süredir rüzgara karşı aralıksız çalışıyor, arada gelen büyük dalgalarla baştan aşağı yıkanıyordum. Önceki günlerin yorgunluğu ve gece geç yatmam da hesaba katıldığında dayanacak çok fazla gücüm kalmamıştı. Jig değiştirmek için dalgalardan uzağa koyduğum takım çantasına yöneldiğimde kafamın içinde birkaç gün önce Savaş ile yaptığımız telefon konuşması canlandı. "Jigi yüzeyden, suyun üzerini çizdirerek getirmeyi dene." demişti. Önceki günlerde bunu birçok defa denediysem de sonuç alamamıştım. Ama bir sefer daha denemekten bir zarar gelmezdi. Jigi rüzgara karşı olanca gücümle açığa yollayıp, dibe inmesine fırsat vermeden hızlıca çekmeye başladım. Dalgalardan daha az etkilenmek için durduğum yer denizden hafifçe yüksek bir yerdi. İçimde çok fazla bir umut olmasa da, jjgi kah suyu çizdirerek, kah suyun üzerinde küçük zıplatmalar yaparak getiriyordum ki... Yaklaşık 50 metre ileride, jigin peşinden agresif hareketlerle gelen üç dört tane uzunca yeşil sırt gördüm. İlk başta bunların önceki günlerde yakaladığımız azman zarganalardan (houndfish) olduğunu düşünüp çok heyecanlanmadım. Ancak balıkların yaklaşmasıyla bunların lambuka olduğunu anladım. Balıkların takibini görmemle, içlerinden birinin oltaya vurması neredeyse bir oldu. Öyle ki takibin vuruşla sonuçlanıp sonuçlanmayacağı konusunda heyecanlanamadım dahi.


Hafif takımlarla çalışma alışkanlığımdan dolayı jig kamışı olarak önüme gelen kamışların hepsi bana çok sert geliyordu. Oldukça tereddütlü ve sürekli daha yumuşak kamışlara meyleder bir haldeydim. Tam kararımı değiştirmek üzere olduğum anda eski dostum Berk İpek beni almaktan vazgeçmek üzere olduğum kamışı test etmek üzere dışarı çağırdı. Kamışa bir makine monte edip kalamasını sonuna kadar sıktı. Makinedeki misinanın ucuna ise 250 gramlık bir kurşun bağlayıp var gücüyle aşağı doğru asıldı. Ben de aksi yönde yukarı asıldım. Kamışın ucu neredeyse 90 derecelik bir açı ile yere değerken, üstündeki ağırlığın 10 kilonun çok üzerinde olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. O an gözümde kayalıkların üzerinde tek başıma olduğum, denizin dalgalı olduğu ve balığı kakıçlama veya kepçeleme şansımın olmadığı canlandı. İşte o an da tam bu andı.

Balık jigi takip ederkenki hızını hiç kaybetmeden ters yönde basmaya başladı, ancak olta gitmesine izin vermeyince bir anda çılgına döndü. Aklımda balığı bir an önce kıyıya almak vardı ama nasıl? Yanımda kakıç vardı ama tek başımaydım ve dalgalar deniz seviyesine inmeme izin vermiyordu. Öte yandan balığın kendini suyun dışına vurduğu her sefer tehlikeliydi, jig ağırlığının da yardımıyla kolaylıkla balığın ağzından çıkabilirdi. Balığı çok oyalanmadan kayaların denize eğimli girdiği noktadan çıkartmak durumundaydım. Var gücümle oltaya asılıp balığı dalgaların kayaya vurduğu noktaya kadar getirdim. En kritik nokta burasıydı. O saniyenin binde biri kadarki anda kısa bir zaman yolculuğu yapıp kamışı aldığım ana döndüm. Hafif takımlarla çalışma alışkanlığımdan dolayı jig kamışı olarak önüme gelenlerin hepsi bana çok sert geliyordu. Oldukça tereddütlü ve sürekli daha yumuşak kamışlara meyleder bir haldeydim. Tam kararımı değiştirmek üzere olduğum anda eski dostum Berk İpek beni almaktan vazgeçmek üzere olduğum kamışı test etmek üzere dışarı çağırdı. Kamışa bir makine monte edip kalamasını sonuna kadar sıktı. Makinedeki misinanın ucuna ise 250 gramlık bir kurşun bağlayıp var gücüyle aşağı doğru asıldı. Ben de aksi yönde yukarı asıldım. Kamışın ucu neredeyse 90 derecelik bir açı ile yere değerken, üstündeki ağırlığın 10 kilonun çok üzerinde olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. O an gözümde kayalıkların üzerinde tek başıma olduğum, denizin dalgalı olduğu ve balığı kakıçlama veya kepçeleme şansımın olmadığı canlandı. İşte o an da tam bu andı. İpin ve öncü misinanın sağlamlığına da güvenerek balığı kayalıkların nispeten sudan daha az yüksek olan bir bölgesinden kaldırmaya karar verdim. Tabi balık halen yorulmamış iken bunu yapmak pek kolay olmayacaktı. Balığı kayanın dibindeki köpüklerin içine söktüm ve kaldırmak için var gücümle asılmaya başladım. Balık köpüklerin, girdaplı suların içinde kaybolmuştu. O ara her şey olabilirdi. Jig ağzından da çıkabilirdi, gelen bir dalga balığı kayaların arasına sokup misinayı da kestirebilirdi veya ip benim bilmediğim zayıf bir yerinden kopa da bilirdi. Tek bildiğim kamışın kolay kolay kırılmayacağıydı. Neyse ki hiçbiri olmadı. Balığı kayanın üzerine çıkarmıştım.