27 Temmuz 2014 Pazar

Gelibolu Canavarı

Emre Cide'yle tanışmamız neredeyse 10 yıl öncesine dayanıyor. Sanal ortamda başlayıp gerçek bir dostluğa dönüşen 10 yıllık arkadaşlığımız süresince farklı şehirlerde yaşamamıza rağmen çok sefer görüşme ve birlikte av yapma fırsatımız oldu. Hangimizin şanssızlığıdır bilinmez 2014 baharında İzmit Körfezi'nde LRF takımlarıyla gerçekleştirdiğimiz bereketli azman istavrit avına kadar birlikte kayda değer bir av yapamamıştık. Nihayet şanssızlığımızı kırmış olmayı ümit ederek işim icabı İstanbul'da bulunacağım 3 aylık süre zarfında da beraber av yapmak için fırsat kollamaya başladık.

İlk teklif Emre'den geldi. Daha önce çok fazla tatlı su balıkçılığı tecrübesi olmamasına ve önceki konuşmalarımızda ilgi duymadığını söylemesine rağmen şaşırtıcı bir şekilde hafta sonu 2 gün boyunca Gelibolu'daki turna meramda at-çek yapmayı teklif edince biraz tereddüt ettim. Yılın en sıcak dönemine denk gelen temmuz ayının 2. hafta sonunda turnaların beslenme aktivitelerini düşürerek derinlere inmiş olma ihtimali beni düşürse de en verimli turna merama gitmek için yol arkadaşı bulmuşken fırsatı kaçırmak istemedim. Böylelikle meramın yaz aylarındaki balık durumu hakkında da bilgi sahibi olabilir ve belki de güzel bir canavar yakalayabilirdim. Telefonla arayıp güncel turna durumu hakkında bilgi aldığım arkadaşlarımdan da olumlu haberler duyunca kesin kararımızı verdik. Cuma akşamı Emre'nin Beylerbeyi'ndeki evinde buluşup gece yarısı Gelibolu'ya doğru yola koyulduk

Gün ağarırken vardığımız meranın en derin kısmına geçip sağlam bir jighead ve üçlü asist kancayla donattığımız 15 cm'lik silikon yılan balığı sahteleriyle at-çek yapmaya koyulduk. Trofe turna avlarında vazgeçilmez yemim olan bu sahteleri 30-40 m ileri sallayıp dibe indirdikten sonra ağır ağır sararak, arada yukarı aşağı zıplatma aksiyonları yaptırarak canavar turnaları kandırmaya çalıştık. Daha 4. atışımı yapmıştım ki kıyıdan 20 m açıkta dipte bir vuruş aldım. Balığın ağırlığını ve sağlam kafa darbelerini hissedince oltanın ucundakinin güzel bir balık olduğunu anladım. Makineme sarılı olan 0.16 mm'lik ipime güvendiğim için çok fazla kalama verme gereği duymadan balığı ağır ağır dipten kaldırırken kepçeyi hazırlamış olan Emre'yle birlikte heyecanlı bir şekilde yüzeye yaklaşan balığı beklemeye başladık. Nihayet yüzeye çıkan balığı görünce heyecanımız daha da arttı. Oltanın ucundaki yaklaşık 90 cm ve 5 kg'lık bir canavardı. Bir kaç saniye suyun üstünde yatan balık sağlam bir şapırtı koparıp aşağı fişekledi. Makinemden 10 m kadar kalama alan balık sakinleşince tekrar dikkatli bir şekilde yüzeye çıkardım. Kıyıya biraz daha yakalaşan balığı yakından inceleyince kepçeleme işinin hiç de kolay olmayacağını anladık. Gerçekten çok iri bir balıktı. Gücünü toplayan balık suyun üstünde bir yaygara daha koparıp tekrar aşağı fişekledi. Makinemden gayet rahat bir şekilde kalama alırken birden bire her şey bitti. Olta boşalmıştı. Kancalarda açılma yoktu ama bir şekilde balık kurtulmuştu.

Çok fazla moralim bozulmadı. Bu meradan şimdiye kadar hiç boş dönmemiştim ve önümüzde daha 2 uzun gün vardı. Aynı yerde biraz daha denedikten sonra Emre'yle ters istikamete doğru kıyı boyunca yer değiştirerek denemeye devam ettik. Bir ara 100 m uzağımdaki Emre'ye baktığımda balıkla mücadele eder gibi hareketler yaptığını gördüm. Daha sonra suya eğilip bir şeyler yaptıktan sonra sudan bir balık çıkardı. Aramızda epey mesafe olmasına rağmen güzel bir balık yakaladığını anladım. Hemen fotoğraf makinesini alıp yanına koştum. Bir kaç kare fotoğraf çekiminden sonra balığın ölçümlerini yapıp suya iade ettik. 60 cm ve 1.4 kg'lık yeni turna rekorunu suya iade eden Emre'nin turna aşısı tamamdı. Keyfimiz yerine gelmiş olarak ava devam ettik.


Bir kaç atış sonra kıyıdaki otların arkasında bir vuruş daha aldım. Bu seferki 50 cm civarı bir ufaklıktı. Suyun dışında çok tutmadan geri salıp ava devam ettik. Çok geçmeden Emre'de kullandığı 12.5 cm ve 35 g'lık silikon alabalık sahtesiyle yakışıklı bir ufaklık kandırınca daha iri balıkları aramak için ayrıldık. Yaklaşık 300 m mesafedeki baraj bentlerine ulaşana kadar yolda bir kaç ufaklık daha yakalayıp incitmeden geri saldım.



Barajın bentlerine yaklaştığımda kıyıya çapraz, uzun bir atış gerçekleştirip dipten ağır ağır sarmaya başlamıştım ki sağlam bir vuruş geldi. Bu seferki de güzel bir balıktı. Balıkla mücadele ederken kepçeyi yetiştirmesi için Emre'ye bağırdıysam da sesimi ulaştıramayınca balığı kepçesiz çıkartmak zorunda olduğumu anladım. Heyecan dolu 5 dakikalık bir mücadelenin sonunda kıyıdaki sığlığa yaklaştırdığım balığı galsamasından kavrayıp dışarı almayı başardım. Sabah kaçırdığım balıktan 2 saat sonra nihayet onun kadar büyük olmasa da güzel bir turna yakalamayı başarmıştım. Vakit kaybetmeden elimdeki balıkla geldiğim yolu geri dönüp Emre'nin yanına vardım. Yakaladığım balıkla bir kaç güzel fotoğraf çektirip ölçümlerini yaptıktan sonra kamera kaydı eşliğinde balığı ait olduğu yere gönderdik. 80 cm ve 3.1 kg gelen bu balık keyfimi iyice yerine getirmişti. Biraz daha olta atıp başka vuruş alamayınca oltalarımızı toplayıp yemek yemek ve dinlenmek üzere yakındaki bir köy kahvesine doğru yola koyulduk.





Öğlen yemeğimizi köy kahvesinde yaptıktan sonra akşam suyuna kadar dinlenmek için arabamızı bir ağacın gölgesine çekip biraz şekerleme yapmaya niyetlendik. Yazın sıcağında yanmamak için arabanın camlarını yarıya kadar açık bırakıp tatlı bir uykuya dalmak üzereyken kara sineklerin istilasıyla uyandık. Yüzümüze, kollarımıza, bacaklarımıza üşüşen sinir bozucu sinekler yüzünden uyuyamayınca öğlen vakti tekrar meranın yolunu tuttuk. Gün boyu parçalı bulutlu olan gökyüzü tamamen kara bulutlarla kaplanmıştı. Meraya inmeden önce arabayı bıraktığımız yerde oltalarımızı hazırlama işine koyulduğumuz sıra, barajın karşı tarafında kalan tepenin silikleştiğini fark ettik. İndiği yerde barajın üzerini köpük köpük beyaza boyayan yağmur duvarı üzerimize doğru ilerlerken oltaları dışarıda bırakıp arabanın içine sığındık. Arabanın camına düşen bir kaç iri yağmur damlasının peşinden bardaktan boşalırcasına yağmur indirdi. 15 dakika boyunca hiç konuşmadan yağmurun sesini dinledik. Yağmur dindiğinde arabadan çıkıp gözlerimizin önünde yatan büyülü maviliği seyrederek tepeden aşağı, mutlu olduğumuz yere doğru yürümeye başladık.

İlk durağımız sabah suyunda 80 cm'lik turnayı aldığım yerdi. Yarım saat kadar denediğimiz merada vuruş alamayınca baraj bendinin üzerinden yürüyüp karşı tarafa geçmeye karar verdik. Barajın karşı kıyısındaki yamaç aşırı dik olduğu için yamaç boyunca en fazla 20 m ilerleyip at-çeke başladık. Bir süre silikon yılan balığıyla atıp çektiğim halde derinlik fazla olduğu için yemi dipten çekmede sorun yaşayınca silikon yılan balığını çıkarıp 35 g'lık yassı turna kaşığıyla denemeye başladım. Bir kaç boş atıştan sonra tekrar kaşığı atabildiğim kadar uzağa atıp dibe batmasını bekledim. Yarı yola kadar düz bir şekilde çektiğim kaşığı tekrar dipletip etraftaki balıkların ilgisini çekmek için bir kaç zıplatma hareketi yaptırdıktan sonra ağır ağır sarmaya başladım. "Bu derinliklerde kim bilir ne canavarlar yaşıyordur?" diye düşünerek dalgın dalgın sararken oltamın ucu muazzam bir kuvvetle eğildi. Yine o korkuyla karışık heyecan hissiyle balığın gücünün karşısında kendimi aciz hissettim. Balık tüm kuvvetiyle aşağı basarken "Emre çok büyük bir şey aldım, çok büyük!" diye bağırıyordum.

Yaklaşık 10 dakika boyunca balığı göremeden mücadele verdim. Nihayet balık yüzeye çıktığında hayretler içinde kalan Emre'nin kurduğu ilk cümle "Savaş dinozor bu!" oldu. Geçen sene yakaladığım 102 cm'lik kişisel turna rekorumdan çok daha uzun ve kalın bir balıktı. Her ihtimale karşın elimde balığın görüntüsünün kalmasını istediğim için Emre'den mücadelemi kameraya kaydetmesini rica ettim. Bir yandan kamera kaydı eşliğinde balıkla mücadele ederken bir yandan da balığı nasıl dışarı alacağımıza karar vermeye çalışıyorduk. Bu gibi durumlarda sakin olmak ve doğru kararlar vermek gerekir. Panik halinde yapılan yanlış hareketler oltanın ucunda baygın halde yatan balığın yoktan yere kaçmasına sebep olabilir. Kaşığın kancası, balığın burnunun üzerinden takıldığı için balığı kepçelemek neredeyse imkansızdı. Zaten ufacık olan kepçeye balığın kafasının gireceği bile şüpheli olduğundan kepçe seçeneğini iptal ettik. Suya girme ihtimalime karşın ceplerimi bir kenara boşaltıp balığı alabileceğim uygun bir sığlık aramaya başladım. Dikkatli bir şekilde kıyıya paralel yürüyüp iyice yorulan balığı gözüme kestirdiğim uygun bir sığlığa yaklaştırdıktan sonra oltayı Emre'ye verdim. Sırada balığı suyun içinde yakalamak vardı. Arkasından dolandığım balığı kıyıya sıkıştırıp üzerine atıldım. Suyun içinde balıkla güreştiğim anların ayrıntısını tam hatırlayamasam da bir şekilde balığı etkisiz hale getirmeyi başarmıştım. En son hatırladığım şey; balığın üzerinde yatarken Emre'nin telefonuyla fotoğrafımı çekmeye çalışmasıydı.


O an tek düşündüğüm şey rekor olabilecek büyüklükteki bu balıkla bir birinden güzel fotoğraflar çektirip ölçümlerini yaptıktan sonra suya iade etmekti. Geri salacağım balığın solunum organına zarar vermemek için parmaklarımı solungaç yarıklarından içeri sokmak yerine nazikçe solungaç kapağının altındaki boşluktan sokup sudan dışarı çıktım. Fotoğraf çekilme faslına geçmeden önce kısa bir konuşma yapmak için Emre'den tekrar kamerayı açmasını rica ettikten sonra tam konuşmaya başlamıştım ki göğsümden yere kadar uzanan 110 cm üzerindeki dev balık bir çırpınışta elimden kurtuldu. Yere düşen balık eğimli arazide suya yuvarlanırken ben de peşi sıra atlayıp suya kadar uçtum. Doğrudan suya dalan balığı yakalamak için son bir gayret suya dalıp iki elimle balığın kapkalın gövdesini tuttuysam da parmaklarımın arasından sıyrılıp derinlere doğru daldı.  Sırılsıklam sudan çıktığımda, Emre "Savaş hepsini kaydettim." diyordu. Beni teselli etmek için bu görüntüler fotoğraftan çok daha değerli dese de o dev balığın fotoğrafını çekemediğim için üzgündüm. Tekrar tekrar izlediğim videonun son kısmında yumruklarımı yukarı kaldırıp gülerek "Olsun!" diyorum. Balık suya doğru yuvarlanırken istem dışı olarak bir de küfür savurmuşum. Güler misin, ağlar mısın?



Öğlen vakti yakaladığımız dev balıktan yarım saat sonra avı sonlandırıp gece kalacağımız oteli ayarlamak üzere Gelibolu'nun merkezine geçtik. Otel odamızı ayarlayıp biraz dinlendikten sonra saat 18:00 civarı akşam suyu için tekrar meraya döndük. Tahminimin aksine akşam suyu bereketsiz geçti. Yaklaşık 2.5 saat çeşitli sahtelerle yer değiştirerek atıp çektiğimiz halde tek bir vuruş dahi alamadık. Hava tamamen kararmaya yakın ümitsiz bir şekilde son atışlarımızı yaparken nihayet 12.5 cm'lik silikon alabalık sahtesiyle güzel bir vuruş aldım. Bu seferki balık çok hırçındı. Suyun üzerinde defalarca kere taklalar atıp oltadan kurtulmaya çalıştıysa da kocaman sahteyi çok derin yuttuğu için kurtulmayı başaramadı. Öyle ki sahtenin sırtındaki tek kanca ve karının altındaki üçlü kanca balığın solungaç yarıklarına ölümcül şekilde dolandığı için balığı geri salamadık. Alıkoymak zorunda kaldığımız 75 cm ve 2.4 kg'lık balığı Gelibolu sahilindeki balıkçılardan birinde pişirtip 2 kişi güzel bir ziyafet çektik.



Balık peşinde uykusuz geçen bir günün ardından çok yorulmuş olacağız ki ertesi sabah ikimiz de telefonlarımızın alarmını duymamışız. Saat 07:00 gibi Emre'nin sesine uyandığımda yataktan kendimi zor kaldırdım. 08:00 gibi vardığımız merada 2 saat boşa atıp çektikten sonra pes edip avı sonlandırdık. İstanbul'a geri dönüş yolunda üzerimdeki tatlı yorgunluk ve doymuşluğa rağmen daha yolu yarılamadan bir sonraki avı düşünmeye başlamıştım. Şu satırları yazarken bile içimi kıpır kıpır yapan bir şeyler var. Bekleyin beni turnalar, 5 gün sonra yanınızdayım...

24 Temmuz 2014 Perşembe

Gecenin Kralı

Dostlar selamlar,
Çoğu kez damdan düşercesine aniden verdiğim balığa gitme kararlarım, neticesin de hafızamın bir kenarında kalacak kadar güzel av günleri olarak av hayatımda ki yerini almakta. Yine öyle bir günde akşam yediye beş varken yola çıktım.

Deniz hafif çırpacak ve bir levrek su üstü sahtemi avlayacak hayalimi de yanıma almayı unutmadım.Vardım. Deniz çırpsa da tatsızdı,  su üstü sahtem de bir o kadar tuzsuz. Hava tamamen kararıncaya kadar levrek merasındaydım. Farklı sahtelerle en iyi atışlarımı yaptım, Ama nafile, bir sonuç alamadım. Avlak değiştirdim.
Eve de dönebilirdim ama balık fikri gecenin karanlığı gibi ağır basmıştı.




Bu ikinci avlakta Lrf takımını da yanıma aldım. Gece kandırılabilecek birçok balık olduğunu biliyorum. Belki bir çipura, belki bir eşkina veya iri bir mırmır. At-çek takımımla uzakları, Lrf ile de yakın mesafeleri tarayacağım. İlk olarak uzun mesafe koşucusu olan at-çek takımımla uzaklara varıyorum. Birkaç sahte değiştiriyorum. Gecenin karanlığında kendini gösterebilecek sahteler bunlar. İlla ki çok açık renkle olmak zorunda değiller. Kendini gösterebildiği kadar kamufle ederek te avcılığını kanıtlamış sahteler

Bir hareket yok. Sıra Lrf’de. Yakın mesafelere Mebaru aji ve kasagu 5 cm’lik silikon sahtelerle tarama vakti. Dibe batırıp sahteyi, çok ağır bir şekilde sarıyorum. Çok değil en fazla 15 metrelik atışlar yapıyorum. Yaptığım atışların birinde dipten ağır ağır çektiğim silikona bir şeyler asılıyor. Takılma değil bu. Hafif bir tasma atıp balığı yakalıyorum. Yavru alabalık gibi çırparak gelen balığı kayaya çıkarıyorum. İlk düşündüğüm bunun iri bir istavrit olduğu. Ama kafa lambasını açtığımda küçük bir kral olduğunu görüyorum. Levreğin en küçük modeli. Üzerinde yavru olduğunun göstergesi olan siyah benekleri. Baklacı diyorlar buralarda. Nasibe bak!
Hiç bu kadar küçüğünü yakalamamıştım.



Devamında Lrf ile kısa bir zaman daha devam ettim. Bu ara rüzgar biraz arttı. İlkbahar olsa da geceler hala biraz serin. Lrf takımını kenara koyup asıl takımı elime alıyorum. İşte benim takımım bu. Bana güven veren, elime aldım mı denizdeki tüm predatörlerle mücadele edecek güveni veren takım bu. Sahteyi takıp dalganın tam ortasına gönderiyorum. Gecenin kralı orada. Gecenin karanlığında süzülüyor. Sudaki her şeye saldırabilir. Öylede oluyor sahte görüş alanına girer girmez olduğu yerden fişekliyor ve makinenin ilk turunda sahteyi avlıyor. Nerden mi biliyorum? Her seferinde öyle oluyor da ondan. Makinenin ilk turunda ve hep aynı noktada.

Elimde üç metrelik Abu Garcia vendetta, okuma V sistem kamışa göre daha sert. Böyle bir sürprize karşı bugün bu kamışı tercih etmiştim. Balığı karaya almada daha bir önemi ortaya çıkıyor. Güzel iki kafa darbesinden sonra yukarı doğru atlıyor, Sesini duyuyorum ama görmüyorum onu. Görüş alanımda değil. Ama gelişinden ‘ben senin bildiğin dişlilerden değilim’ dercesine geliyor.

Direniyor. Kurtulmaya çalışıyor. Sudaki çırpınmalar yakınlaşınca, bunun hakkı kayanın üzeri olmalı, düşerse bu gece uyku haram dedirtecek kadar iri bir balık olduğu anlaşılıyor. Son bir hamle ile gecenin karanlığında, gecenin kralını kayaya çıkarıyorum. Sahte balık çirkin yüzüne sıkıca yapışmış. Çırpınmaları nafile. Avlamış sahteyi. Sahte de O’nu. Bu iş bu kadar deyip eve dönüyorum gece yarısı. Bu iş hakikaten de bu kadar


Herkese rastgele.
Nedim İNAL

10 Temmuz 2014 Perşembe

Çanakkale Turnası

Trofe balık avcılığı bilgi birikimi, tecrübe ve en çok da sabır isteyen bir iştir. Başta aşırı avcılık olmak üzere çeşitli sebeplerden dolayı uzun ömürlü balık türlerinden çok azı ömrünü tamamlayarak trofe boyutlara ulaşabilir. Av baskısının olduğu nispeten küçük ve hassas sulak alanlarda bu oran daha da düşer. Yazın su seviyesinin iyice düştüğü küçük sulama barajlarına yasa dışı yollarla ağ seren vicdansızlar meradaki anaç balıkların tamamını bitirebilir. Ne yazık ki günümüzde halkı bilinçsiz, denetim ve ihbar mekanizması zayıf olan bir çok yöremizde göl, baraj ve nehirlerimiz talan edilmiş durumdadır. Balık popülasyonu düşük ve yavru balıktan ibaret olan bu tarz meralarda trofe balık peşinde koşmak samanlıkta iğne aramaktan farksızdır.

Özellikle tatlı sularda trofe peşinde koşmak için av baskısının düşük olduğu geniş, el değmemiş ya da yakala&bırak disiplininin yaygın olduğu meralar seçilmelidir. Şayet yakınlarınızda böyle meralar yoksa imkanlarınızı zorlayarak günü birlik ya da uzun süreli seyahatler düzenlemeli ya da benimki gibi anlayışlı bir eşiniz varsa tatillerinizden bir kısmını balığa göre planlamalısınız. Bu yazının da konusu olan Çanakkale turna turumun hikayesine başlamadan önce eşime büyük bir teşekkürü borç biliyorum. "Benim tutkuma, yaşam tarzıma saygı göstererek onca yolu benimle geldiğin, ben Çanakkale'de balık peşinde koşarken 5 gün boyunca hiç şikayet etmediğin için teşekkür ederim sevgilim."

28 Nisan gecesi Çanakkale'ye vardığımızda bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyordu. Ertesi günlerde hava tahmin siteleri yoğun bir yağış göstermese de günlerdir süren yağmurun olta atacağım barajı çamur rengine bulamış olma ihtimali yüksekti. Bu da balıkların sahte yemi görmesini engelleyerek hiç balık yakalayamadan dönmeme sebep olabilirdi. Biraz moralim bozulsa da konsantrasyonumu bozmamaya çalışarak ertesi sabah erkenden soluğu merada aldım. Trofe balık alma ihtimalimi arttırmak için gözüme kestirdiğim sarp bir yamaçtan aşağı inip ulaşımı zor bir merada saat 10:00'a kadar çeşitli sahte yemlerle denemeler yaptığım halde limitleri kıl payı geçen 4 küçük turna dışında balık kandıramayınca ümidimi akşam suyuna bırakarak avı sonlandırdım. Aynı gün akşam suyunda meranın en tecrübeli turna avcılarından Korhan İstek ve Bahadır Ünalan abilerimle buluşup yakın zamanda çok iri balıklar aldıkları bir merada denedik. 3 kişi 3 saat boyunca atıp çektiğimiz halde 40 cm civarı ufak bir turna dışında balık kandıramadık. İstediğim balığı yakalayamasam da uzun süredir birbirinden başarılı yakala&bırak avlarını takip ettiğim abilerimle beraber olta atmak bile benim için büyük bir zevkti.


Ertesi sabah av arkadaşım, Üniversite öğrenimi için Çanakkale'de bulunan kadim dostum Hüseyin'di. Gün aydınlanırken geldiğimiz merada av verimsiz başlayınca yer değiştirip geçtiğimiz sene hayatımın trofesini yakaladığım koyda denemeye başladık. Uzun bir süre burada da vuruş olmadı. Canım sıkılmış bir şekilde kıyıya paralel salladığım 20 cm'lik silikon yılan balığını sararken Hüseyin'e "Şimdi şu ağaç köklerinin dibinden bir canavar çıkıp sahteyi yutsa..." der demez oltam olduğu yerde mıhlanıp kaldı. Dibe mi takıldı diye oltayı kaldırınca canavar gibi, kapkalın, koca kafalı bir turna dipten yükseldi. O an kendimi çok tuhaf hissettim. Sanki dualarım kabul olmuş, cümlemi bitirir bitirmez hayalimdeki balık oltama vurup mücadelesiz bir şekilde suyun üstüne çıkıvermişti. Hüseyin önce şaka yaptığımı zannetse de balığı görünce onun da eli ayağına karıştı. Nasıl olduysa sakin bir şekilde suyun üstüne çıkan balık olayın şokunun atlatır atlatmaz fişekleyip bir miktar kalama aldıktan sonra tekrar sakinleşti. 1 dakikadan kısa bir süre içinde 1 m'nin üzerinde olduğunu tahmin ettiğim balığı kepçelemeye hazır şekilde önüme getirmeyi başardım. Hüseyin'e sakince kepçeyi suya sokup beklemesini söylediysem de o heyecandan kepçeyi balığın kafasının üzerinden geçirmeye çalışınca sahtenin boşta kalan kancaları kepçenin toruna takıldı. En korktuğum şey olmuştu. Panik halinde balığın devasa gövdesini kepçenin içine sokmaya çalışırken bir kaç kafa darbesiyle ağzını yırtıp kurtulmayı başardı. Sahteyi kepçenin içinde bırakıp kurtulan balığın gidişini izlerken tek yapabildiğim hırsımdan kamışın ucunu hafifçe balığın sırtına vurmak oldu. O kapkalın gövde, o yemyeşil benekler, o koca ağız hafızamdan bir türlü silinmiyor. O balık Çanakkale'ye gelme sebebimdi. Kepçelemeyi başarabilseydim çabucak bir kaç kare fotoğraflarını çekip zarar vermeden suya geri gönderecek ve sonraki günlerde kafam rahat bir şekilde ava devam edecektim. Ne kadar üzülsek de nafile. Kısmette olmayınca olmuyor.

Sonraki günlerde hem sabah hem de akşam suyunda en az 10 farklı merada denediğim halde istediğim boyda bir balık yakalayamadım. Ümidim son güne kalmıştı. Sabah suyunda av yaptıktan sonra eşimle beraber yola çıkacak ve büyük ihtimalle uzun bir süre bu güzel şehre dönemeyecektik. Çanakkale'den ayrılmadan önce görüşmeyi çok istediğim Cihan Sarı adında genç ve başarılı bir oltacı daha vardı. Son avımda bana eşlik etmesi için akşamdan telefonlaşıp sabah suyu için sözleştik.

Sabah erkenden Cihan'ın daha önce 70-80 cm civarı balıklar aldığı bir merada atıp çekmeye başladık. Su biraz bulanık olduğu için sahte seçimimi fosforlu beyaz renkte 15 cm'lik silikon yılan balığından yana kullanmıştım. Avın hemen başında Cihan 50 cm civarı bir turna yakalayıp incitmeden geri saldı. Cihan'ın ardında ben de peş peşe 50 ve 55 cm'lik 2 turna yakalayıp suya iade ettim. Av gayet keyifli başlamıştı. Çanakkale'deki son avımda bir de trofe alsam mutluluğumun tuzu biberi olacaktı.


İlk başladığımız yerdeki balıklarların boyutu bizi tatmin etmeyince olta atarak kıyı boyunca yürümeye başladık. Ben merayı adım adım deneyerek yürürken Cihan biraz ileriden olta atmaya başladı. Başladığım yerden 50 m kadar uzaklaşmıştım ki kıyıdan 5 m açıkta güzel bir vuruş aldım. İlk vuruşun peşinden gelen sağlam kafa darbeleriyle birlikte vücudum adrenalinle doldu. Bu balığı da kaçırırsam resmen yıkılırdım. Heyecanla bağırıp 100 m uzağımda olta atan Cihan'ı yardıma çağırdım. Koşarak yanıma gelen Cihan kıyıya getidirdiğim balığı tecrübeli bir şekilde kepçeleyip dışarı aldı. Kaçırdığım balık kadar büyük olmasa da kepçenin içinde yatan turna da çok heybetli ve yakışıklı bir balıktı. Balığın zarar görmesi için toprağın üzerine yatırmadan, solunum organlarına zarar vermemeye özen göstererek çabucak bir kaç fotoğrafını çekip kamera çekimi eşliğinde yaşam alanına iade ettik.




Çok şükür ki Çanakkale'den yine trofesiz dönmedim. 2. günün sabahı kaçırdığım dev turnadan sonra moral bozukluğu ve stresle geçen 5 günün sonunda mükafatımı aldım. Bende bu aşk olduğu sürece balık peşinde koşmaya devam edeceğim. Kah kaçıracağım, kah yakalayacağım. Kah üzüleceğim, kah sevineceğim. Bundan sonra daha büyük trofeler yakalayabilecek miyim bilmiyorum ama ömrüm boyunca heyecan duymak için bir sebebim olacağı kesin.