27 Haziran 2015 Cumartesi

Mendirek Dövüşleri

6-7 Mayıs sabah sularında peş peşe yakaladığım ve kaçırdığım hatrı sayılır büyüklükteki balıklardan sonra alışık olduğum diğer avcılık disiplinlerini bir süreliğine rafa kaldırdım. LRF ve Spin yöntemlerine göre daha ağır takımlar ( sert, ağır atarlı spin kamışlar, büyük kalibreli, yüksek draglı makineler ve daha kalın ip-şok misinaları ) ve ağır sahte yemlerle, daha büyük balıkların hedeflendiği bir disiplin olan HRF ( Heavy Rock Fishing ) yöntemi yeni gözdem oldu. Özellikle liman mendirekleri gibi balığı kalama vererek yorma şansının olmadığı çok kayalık meralarda ciddi kondisyon isteyen bu disiplinle alışık olmadığım şekilde dövüşerek mücadele ettiğim balıklardan sonra omzumun sızlaması uzun süre geçmedi. Varsın omzum biraz sızlasındı. 2010 senesinde Antalya'da bulunduğum 7 aylık süre içerisinde spin takımlarımla kaçırdığım onca büyük balıktan sonra nihayet doğru malzemelerle o balıkları çıkarabiliyor olmak küçük bir omuz sızlamasına fazlasıyla değerdi doğrusu.

Fırsat bulabildiğim takip eden sabahlarda da aynı merada aynı takım ve yemlerle denemeye devam ettim. İş yoğunluğumdan dolayı ikişer gün arayla gidebildiğim 2 avda da oltama vuran birer balığın misinayı kayalara kestirmesine engel olamadım. Balıksız geçen birkaç günün ardından 12 Mayıs sabah suyunda gün ağarırken başladığım av, saat 07:15 sularında gelen vuruşla yine çok tempolu ve adrenalin dolu bir mücadeleye sahne oldu. Nihayet 5 gün aradan sonra bir mücadelenin daha galibi ben oldum. Gelen kapkara ve çok yakışıklı bir kaya gridasıydı. Bu balıktan sonra gerçekleştirdiğim birkaç atışta başka vuruş alamayınca bu günlük bu kadar yeter deyip avı sonlandırdım.


13 ve 14 Mayıs sabah sularını vuruş alamadan boş geçtikten sonra ilk defa 14 Mayıs akşam suyunda da şansımı denemeye karar verdim. Uzun mendirek kayalıkları boyunca yürüyüp 18:00 gibi mendireğin ucundaki düz bir kayanın üzerinden at-çeke başladım. 16 cm/42 g'lık glow renkli silikon yemimle yer değiştirmeden farklı sektörlere doğru bıkmadan atıp çektikten sonra nihayet saat 19:20'de yaklaşık 50 m mesafeye gönderdiğim yemim dibe iner inmez vuruş geldi. İlk defa bu kadar açıkta, kayalıklardan uzak kumluk alanda vuruş alıyordum. "Bu bir kuzu ya da başka bir şey olabilir miydi? Gerçi sürekli sürekli dibe doğru basmasına bakılırsa grida olma olasılığı da çok yüksekti." Duraksamaksızın takımıma asılırken aklımdan bu düşünceler geçiyordu. Hiç bitmeyecekmiş gibi gelen 50 m boyunca çektiğim balığı önüme kadar getirdiğimde hayallerimin balığını yakalamış olduğumu anladım. Sütlü kahverengi derisinin üzerindeki koyu bantları ve bir tanesi tam gözünün altından başlayıp solungaç kapağına uzanan, birbirine paralel beyaz yanak çizgileriyle en güzel görünüşlü lahos türlerinden biriydi ( Epinephelus aeneus ) bu.  Halk arasında beyaz lahoz, ak lahoz, kum gridası gibi isimlerle anılan bu tür, Antalya bölgesinde ekseriyetle paragat yöntemiyle avlanan çok kıymetli bir balık. Hayatımda yakaladığım ilk ve tek limit ( 45 cm ) üstü kum gridası olması dolayısıyla benim için çok ayrı bir kıymeti olan balıkla birkaç poz fotoğraf çektirip ava kaldığım yerden devam ettim. Yaklaşık 15 dakikalık at-çekten sonra 5 m önümde çok sağlam bir vuruş daha aldıysam da bu seferki balık bir şekilde yemi ağzından atıp yakalanmadı. Sonrasında başka vuruş gelmeyince 20:00 gibi avı sonlandırdım.



Akdeniz'de avlanıyorsanız her an her şeyi görmeye hazırlıklı olmalısınız. Kimi zaman bir fok, kimi zaman hemen her yerde beliren dev deniz kaplumbağaları, kimi zaman yaldızlı yeşil lambuka sürüleri, kimi zaman şnorkel yapan bir balina... 16 Mayıs sabah suyunda gördüğüm şeyse tüm bunlardan daha heyecan vericiydi. Gün ağardıktan yaklaşık 1.5 saat sonra oltama vuran çok iri bir balığı tüm gücümle çekip kıyıya kadar getirdiğim halde son anda şok misinasını kayalara kestirmenin üzüntüsüyle atıp çekmeye devam ediyordum. Bir ara 50 m kadar solumda 1 kilo civarı bir barakudanın suyun dışına fırladıktan sonra kayalıklara 10 m kalana kadar yüzeyi çizerek yüzüp hareketsiz kaldığını fark ettim. O koca baraküdayı neyin kovaladığını anlamaya çalışırken tam barakudanın durduğu yerden 70-80 kiloluk dev bir orkinos suyun dışına fırlayıp kıyıya 5 m kala muazzam bir patlamayla suya daldı. Gözünüzde canlanması için ev tipi buzdolabı kadar bir balığın havada uçup suya çakıldığını düşünün. Hayretler içinde orkinosun daldığı yerde oluşan girdaba bakakalmıştım. Olayın şokunu atlatır atlatmaz orkinosun kayalara çarpıp çatlamış olma ihtimaline karşı koşarak balığı aramaya başladıysam da görebildiğim tek şey suyun yüzeyine dağılmış köpükler oldu. Bir rivayete göre yıllar önce İstanbul Boğazı'nda palamut sürülerine saldıran dev bir orkinos yalı rıhtımına kafa atarak olduğu yerde çatlayıp kalmış. İşte heyecanla koşup kayaların arasında yatan bir orkinos aramamın sebebi bu rivayetti.

Temsili fotoğraf...
Takip eden sabah ve akşam sularında bulduğum her fırsatta mendirek kayalıkları üzerinde at-çek yapmaya devam ettim. İlk zamanlara göre hayli seyrekleşen balıkları kandırabilmek için farklı silikon yem-zoka kombinasyonlarına da şans verdim. 19 Mayıs akşam suyunda yine kum gridasını yakaladığım  mendirek burnundaki kayaların üzerinden atıp çekmeye koyuldum. Güneş tam karşımdaki sivri tepelerin arkasından batmaya hazırlanırken kayalıklara çapraz gerçekleştirdiğim atışta 29 g'lık balık kafası şeklindeki zoka ile kombine ettiğim 15 cm'lik silikon yılan balığına vuruş geldi. Atışımı kıyıdaki kayalıklara dik değil de çapraz gerçekleştirdiğim için balığın kıyıya gelene kadar saklanacak bir mağara bulma ihtimali daha yüksekti. Birkaç kez kayalara sürtündüğünü hissettiğim ipim yine yüzümü kara çıkartmayarak kopmadan dayanmayı başardı. Mücadelenin temposundan nefes nefese kalmış bir halde balığı önüme getirdiğimde bu seferkinin de farklı bir lahoz türü olduğunu fark ettim. Antalya bölgesinde plaka gridası ( Epinephelus alexandrinus/Epinephelus costae ) diye bilinen ve en belirgin özellikleri sırt tarafındaki sarı lekesiyle vücuduna paralel uzanan ince bantları olan bu yakışıklı lahoz türünün de ilk defa bu kadar irisini yakalıyordum. Bir hayalimi daha gerçekleştirmiş olmanın mutluluğuyla birkaç kare fotoğraf çektirdikten sonra yarım saat kadar daha atıp avı sonlandırdım.



20 Mayıs sabahı da güneşin doğuşunu mendirek kayalıkları üzerinde karşıladım. Denizin kokusunu ciğerlerime çekip sabahın sessizliğini dinleyerek oltamı suyla buluşturdum. Aslında balığın geç gelişlerine alışmıştım ama yine de gün doğumuyla birlikte merada olmazsam mesaimi kaçırmış gibi hissediyordum kendimi. Tahmin ettiğim gibi balık yine randevumuza geç kaldı. 1.5 saat kadar yer değiştirerek atıp çektikten sonra nihayet kıyıdan yaklaşık 40 m açıkta çok sağlam bir vuruş geldi. Balığın açıkta vurması benim için avantajdı. Muhtemelen kayaların bitip kumluk zeminin başladığı yerde vurduğu için kayalık kıyıya ulaşmadan balığı dipten yükseltmem daha kolay olabilirdi. Tüm gücümle kamışa yukarı doğru kısa ve seri vurdurma hareketleriyle asıldığım halde balık muazzam bir kuvvetle dibe basmaya devam ediyordu. Kıyıdaki yüksek kayaların olduğu kısıma yaklaştırdıkça balığı kaybetme korkum arttı. Kesinlikle yavaşlamadan asılmaya devam etmeliydim. Artık balığı dipten yükseltmek için kamışı yukarı doğru vurdururken kendim de olduğum yerde zıplıyordum. Dışarıdan seyreden birisi için komik görünebilecek bu hareketim sayesinde dipteki kayalara ulaşmasına çok az kalan balığı tekrar yükseltip önüme kadar getirmeyi başardım. Bu seferki balık da birkaç gün önce yakaladığımın en az iki katı büyüklüğünde çok yakışıklı bir kum gridasıydı. Tamamen yorulup pes etmiş olan balığı kolayca kepçeleyip dışarı aldık. O an sevinçten uçacak gibiydim. Birkaç dakika dinlenip nabzım normale döndükten sonra bu muhteşem balığı ölümsüzleştirmek için fotoğraf çektirmeye hazırdım.




2 sabah üst üste boş geçtikten sonra 22 Mayıs akşam suyunda şansımı mendirek burnundaki uğurlu taşımın üstünden denemeye karar verdim. Bu avda ağırlıklı olarak çok güvendiğim ama birkaç avda denediğim halde siftah yapamadığım 10 cm'lik glow renkli silikon karidesle denedim. Hem atış mesafesini arttırmak hem de dibe daha kolay indirebilmek için 42 g'lık zokayla kombine ettiğim silikon karidese, kuyruk vurarak geri geri kaçan bir karides gibi zıplatma aksiyonları yaptırarak yakışıklı bir grida kandırmayı umuyordum. Beklediğim vuruş güneş karşı tepelerin ardına düştükten sonra geldi. Sürekli olarak dibe basmasına bakarak grida olduğunu tahmin ettiğim balığı nefes kesen bir mücadelenin ardından kıyıya getirmeyi başardığımda tahminimde yanılmadığımı anladım. Bu da muhteşem desenleri ve dimdik açtığı yüzgeçleriyle çok yakışıklı bir kum gridasıydı. Hava kararmadan önce çabucak yakışıklıyla birkaç kare fotoğraf çektirip avı sonlandırdım.



Antalya'ya taşınmadan önce tamamen yabancısı olduğum gridalardan yediğim onca dayaktan sonra onlarla nasıl dövüşeceğimi öğrendim. İlk başlarda saniyeler içinde nakavt olurken şimdilerde girdiğim dövüşlerin birçoğundan galip ayrılır oldum. Bu sezon yalnızca tüy siklet gridaları mağlup edebilmiş olsam da gelecek sezondaki dövüşler için motivasyonum tam. Kim bilir, belki gelecek sezon ünvan maçını kazanmak da nasip olur...

24 Haziran 2015 Çarşamba

Teselli Kuzusu

Antalya'ya taşındıktan sonra nihayet çok büyük kayalardan oluşan liman mendireğinde korkulu rüyam haline gelen lahozlardan birini dışarı çıkarmayı başararak, hem takımıma hem de kendime olan güvenimi geri kazanmıştım. Marmara ve Karadeniz'den alışık olmadığım Serranidae familyasının bu iri cüsseli kabadayıları hakkında çok az bilgim vardı. Mendirek kayalıklarındaki mağaralarında sabitler miydi yoksa yılın belli dönemlerinde mi kıyıya iniyorlardı bilmiyordum ama sadece 1 tanesini dışarı çıkarabilmiş olsam da 6 Mayıs sabah suyunda aldığım çok kuvvetli 4 vuruşa bakılırsa bu dönemde merada güzel balık vardı. Ne kadar devam edeceğini bilmediğim bu furyadan bir kaç yakışıklı balık daha kandırabilmek umuduyla 7 Mayıs sabahı da, bir önceki gün peş peşe 2 vuruş aldığım kayanın üzerindeki yerimi aldım.

05:30'da meraya vardığımda gün yeni ağarıyordu. Heyecanlı bir şekilde bir önceki avda kullandığım takım ve yemi hazır edip at-çeke başladım. Her an balık vuracakmış gibi ava konsantre olduğum halde yarım saat kadar tek bir vuruş bile almadan atıp çektikten sonra nihayet beklediğim vuruş geldi. Balığın vurmasıyla birlikte kamışımı sertçe yukarı kaldırıp balıkla dövüşürcesine, kısa sert vurdurma hareketleriyle, çok tempolu bir şekilde sarmaya başladım. Beklediğimden hafif ama yine de kuvvetli olan balığı kolayca dipten yükseltip önüme kadar getirdiğimde oltanın ucundakinin bir kilo civarı ufak bir orfoz olduğunu gördüm. Karnına doğru turunculaşan koyu kahverengi derisi ve sarımtırak benekleriyle çok yakışıklı bir delikanlıydı bu. Neyseki kancayı derin yutmadığı için çabucak birkaç poz fotoğrafını çektiğim kara çocuğu incitmeden ait olduğu yere gönderip ava geri döndüm.



Açılışı ufak bir orfozla yaptıktan sonra yarım saat boyunca aynı taşın üzerinde farklı sektörlere doğru gerçekleştirdiğim atışlar sonuçsuz kalınca mendirek boyunca onar metre aralıklarla yer değiştirerek denemeye karar verdim. Yine uzun bir süre vuruş alamayınca biraz hayal kırıklığı yaşadıysam da sabırla atıp çekmeye devam ettim. Saat 07:00 sularında ilk başladığım noktadan 50-60 m uzaktaki bir kayanın üzerinden orta hızda aksiyonsuz çektiğim yemime sağlam bir vuruş geldi. Ani bir reaksiyonla takıma yüklenip balıkla dövüşmeye başlar başlamaz bu seferkinin çok büyük bir balık olduğunu anladım. Balık o kadar kuvvetli basıyordu ki yukarı asılmalarımda kamışım yay gibi esniyor, makinenin kolunu çevirmekte zorlanıyordum. En ufak bir boşlukta balığın kayaların arasına dalacağını bildiğimden ne pahasına olursa olsun yavaşlamamalı, tüm kuvvetimle asılmaya devam etmeliydim. Balığın kuvveti karşısında hem kendimin hem de takımımın sınırlarını zorluyordum. Kamışı her yukarı kaldırışımda oltayı tuttuğum sol kolum ve omzum sızlasa da acıya dayanıp takıma asılmaya devam ettim. Güç bela kıyıya yaklaştırdığım balık 10 m önümde parlayınca gözlerime inanamadım. Benim lahoz ya da orfoz sandığım balık en az 8-9 kiloluk dev gibi bir kuzuydu ve oltanın ucundaki balığı aynı boyda başka bir kuzu daha takip ediyordu. O an böyle bir balığı sıfır kalamayla nasıl kıyılattığıma hayret ettim. Acaba kalama kullanmadan takımıma yüklenerek hata mı yapıyordum?

Balığın kuzu olduğunu görmek içimi biraz rahatlatmıştı. Açıktaki dik kayalık tepe engelini de aşmış olmanın rahatlığıyla balığı kepçeye yaklaştırmadan önce kıyıda biraz daha yormaya karar verdim. Kalamamı çok hafif gevşetip balığın bir miktar ip boşaltmasına müsaade ettim. İlk fişeklemesinde 1-2 metre kalama alan balık birkaç saniye durakladıktan sonra ikinci fişeklemesinde kancadan kurtuldu. Takımı çekip yemi elime alınca çok güvendiğim, penseyle dahi esnetemediğim, kancanın açılmış olduğunu gördüm. Mücadele esnasında balıkla ters istikamette uyguladığımız güce dayanamayan kancanın ucu biraz açılmış, balığı kıyıda yormak için boşluk verdiğimde ise balık zaten açılmış olan kancadan kolaylıkla kurtulmuştu. Biraz şaşkınlık, biraz hayal kırıklığı, birazcık da üzüntüyle karışık tuhaf bir duygu hissettiysem de kesinlikle pişmanlık duymadım. Kaçırdığım her balıkta olduğu gibi bu balık da benim için yeni bir tecrübe oldu. Kullandığım silikon balığın kancasına aşırı güvenmem gerektiğini ve bu meradan bu büyüklükteki balıkları çıkarabilmek için yeme sağlam bir asist kanca ilave etmem gerektiğini anlamış oldum.


Kaçırdığım balıktan sonra kancası açılan zokayı yedeğiyle değiştirip ava devam ettim. Yaklaşık yarım saatlik at-çekten sonra balığı kaçırdığım yerden 20-30 m ilerlediğim bir noktada sağlam bir vuruş daha aldım. Yine makinenin kalaması tamamen kapalı halde güçlü ve seri bir şekilde abanıp balığın dipteki mağaralara dalmasına aman vermeden kıyıya yaklaştırmayı başardım. Bu seferki balık da kaçan kadar büyük olmasa da pırıl pırıl, çok yakışıklı bir kuzuydu. Kepçeye sokmaya çalışırken mecburi duraksamamdan faydalanan balık ipimi kıyıdaki yüksek kayalıklara doladıysa da şükürler olsun ki ipim kopmad. Korku  ve heyecan dolu birkaç saniyenin ardından balığı kepçenin içine sokunca derin bir oh çektik.



Yakaladığım balık, kaçırdığım daha büyük balığın üzüntüsünü telafi etmeye yetmişti. Olayın sıcaklığıyla çok da üzüntüsünü yaşamadığım o dev balık, avın sonrasında içimde ukde olarak kalabilecekken, peşinden yakaladığım bu kuzu sayesinde uzun yıllar anlatılacak tatlı bir anı olarak kalacak. Kim bilir bu balığın üzerinden daha nice balıklar kaçıracak, nicesini de yakalayacağım. Gayet iyi bildiğim bir şey var ki, en küçüğünden en büyüğüne her balıkta yeni bir şeyler öğrenmeye devam edeceğim...


20 Haziran 2015 Cumartesi

Şeytanın Bacağını Kırmak

Bir avın zorluk derecesine etki eden pek çok faktör olmakla birlikte kıyı balıkçılığı açısından düşünüldüğünde hedef balığın büyüklüğü, yaşam alanındaki dip yapısı ve mücadele karakteri avın zorluğunu etkileyen faktörlerin başında gelir. Şüphesiz, doğası gereği dip tabiatı kayalık/mağaralık bölgeleri tercih eden ve tehlike anında en yakın mağaraya girme eğiliminde olan balıkların avcılığı kumluk alanlarda yaşayan ve satıhta mücadele eden balıkların avcılığına nazaran daha zordur. Büyük bölümünü Marmara ve Karadeniz’de avlanarak geçirdiğim 20 yıllık olta balıkçılığı geçmişimde en zorlandığım türler iri boy eşkinalar, karagözler ve minekoplar olmuştu. Aşırı ince takımlarla balığı yorarak mücadele etmekten keyif alan biri olduğum halde en küçük bir boşlukta dipteki kayaların arasına dalarak misinayı kestiren bu balıkların avında daha sağlam takımlarla boşluk vermeden mücadele etmem gerektiğini biliyordum. Önceleri çok fazla takım koparttığım bu balıkları iyice tanıdıktan sonra hazırlıksız yakalandığım durumlar dışında balık kaçırmalarım minimuma indi. Antalya'ya taşındıktan sonra ise çok daha zor meralarda, daha büyük ve sert balıklar beni bekliyordu. Bunların olacağını gayet iyi bildiğimden Antalya'ya taşınmadan önce farklı tür ve meralar için en hafifinden, en ağırına kadar takımlarımı hazır ettiğim halde ilk başlarda tecrübe eksikliğimden dolayı kaçırdığım onca balıktan sonra özgüvenimi kaybetme noktasına geldim.

Mart ve Nisan ayları içinde hafif takımlarla dibi kum/çakıl karışımı kolay bir meradan çok yakışıklı bir kuzu, bir sinarit ve bir granyoz kandırdıktan sonra tembellik yapmayı bırakıp zorlu mendirek kayalıklarında ağır takımlarla deneme vaktimin geldiğini anladım. Aslında bu merada daha önceleri de denemelerde bulunduğum halde oltama vuran 3 balıktan hiç birini dışarı çıkarmayı başaramamıştım. İlk kaçırdığım balık hızlı batan (fast sinking) özellikteki maket balığımı yuttuğu gibi müthiş bir hızla kayaların arasına girip misinamı kestirmişti. Bu olaydandan sonra 274 cm/120 g atarlı kamışla kombine ettiğim 55 kalibrelik makinemde sarılı olan 0.18 mm ip ve 0.40 mm şok misinasını 0.25 mm'lik daha sağlam bir ip ve 0.50 mm şok misinasıyla değiştirip makinenin kalamasını biraz daha sıktım. Takip eden günlerde aynı şekilde kaçırdığım ve orfoz ya da lahoz olduğunu tahmin ettiğim 2 balık bana bu tarz birden derinleşen çok kayalık meralarda takımı sağlam tutup kalamamı tamamen sıkmaktan başka çarem olmadığını öğretti.

Orfoz, lahoz gibi "Serranidae" familyasının iri bireyleri çok kuvvetli balıklardır. Avlarına, hantal görüntülerinden beklenmeyecek şekilde hızlı saldırarak aynı hızda mağaralarına geri dönerler. Bu saldırılar o kadar hızlıdır ki siz daha ne olduğunu bile anlamadan balık çoktan mağarasına girmiş olur. Bu balıkları alt edebilmek için ya tekne gibi avantajlı bir konumda olmam ya da ezberlerimin dışında bir taktik uygulamam gerektiğini anladım. Çareyi dünyanın birçok farklı yerinde avlanmış ve tüm balıkçılık disiplinlerinde ustalaşmış gerçek bir üstad olan Berk G. İpek'ten yardım istemekte buldum. Berk abi olayı kısaca şöyle özetledi; "Bu tarz balıkları mendirek gibi kayalık kıyılardan avlamak başka hiç bir balıkçılık disiplinine benzemez. Yapılacak tek şey takımına güvenip kalaman tamamen kapalı bir şekilde balıkla basa bas dövüşmektir. Balıkla dövüşürken yavaş kalır ya da takımın haddinden fazla esnerse balığı kaybedersin. Takımına asılmaktan korkma. Gerekirse takımı sen kuvvetinle kopar. Güçlü asılmazsan balık zaten mağaraya girip takımını kesecek. Bu işin başka yolu yok."

Teoride dersimi anlamıştım. Sırf bu iş için özenle seçip aldığım takımıma da güvenim tamdı. Geriye bir tek o sert çocuklardan birini denk getirip dövüşmek kalıyordu. 6 Mayıs sabahı gün doğumuyla birlikte daha önceden çokça ufak orfoz ve lahoz yakalayıp geri saldığım, büyüklerine ise her seferinde takım koparttığım mendirek kayalıkları üzerinde at-çeke başladım. Yem seçimimi son avlarımda 3 trofe balığımı kandırdığım kurşun kafalı silikon balıkların 16 cm/42 g ve yine glow ( fosforlu yeşil ) renginden yana kullanmıştım. Yemin ağır ve büyük olması hem atış mesafesini arttıracak hem de derinliği 10-20 m arasında değişen merada yemi dipten çekmemi kolaylaştıracaktı. Ava başlayalı henüz 15 dakika olmuştu ki yaklaşık 40 m mesafeye gönderdiğim yemin dibe batmasını beklerken ağır ağır akan ipimin hızlandığını fark ettim. Hemen makinemin sarma telini kapatıp asılmaya başladıysam da hissedebildiğim tek şey anlık bir kuvvet ve balığın kayaların arasına girip hareketsiz kalması oldu. Yine aynı şey olmuştu. Bu defa balık, yemin aşağı düşerken bile pervane gibi çalışan kuyruk aksiyonuna aldanıp yemi kaptığı için kendimi suçlayamazdım. Ben balığın yemi kaptığını fark ettiğimde iş işten geçmiş, balık çoktan mağarasına girmişti bile. "Sağlık olsun!" deyip tekrar bağladığım aynı yemle atıp çekmeye devam ettim.

Aynı merada yarım saat daha deneyip vuruş alamayınca yer değiştirmeye karar verdim. Mendirek boyunca taşların üzerinden sekerek uzunca bir yol katedip daha önce hiç denemediğim yeni bir meraya ulaştıktan sonra gözüme kestirdiğim deniz seviyesinden biraz yüksekçe düz bir kayanın üzerinden ilk atışımı gerçekleştirdim. Yaklaşık 40 metrelere gönderdiğim yemim 12-15 m derinliğindeki dibe ulaşınca aksiyon vermeden orta hızda sarmaya başladım. Yemi yarı mesafeye kadar çekmiştim ki beklediğim o çok şiddetli bir vuruşla sarsıldım. Vuruşun etkisiyle başlama düdüğünü duyan bir koşucunun depara kalkması gibi ani bir reaksiyonla dövüşe başladım. Elimden geldiğince kuvvetli bir şekilde kamışımla yukarı asılıyor, tekrar indirirken de boşluk vermemeye çalışarak hızlı bir şekilde sarıyordum. Bu hareketi çok seri bir şekilde tekrarlarken bir yandan da balığın kayaların arasına dalmaması için dua ediyordum. İçimden bir ses bu defa başaracağımı söylüyordu. İlk defa orfoz ya da lahoz olduğunu tahmin ettiğim çok kuvvetli bir balığı dipten yükseltip bu kadar uzun süre mücadele etmeyi başarıyordum. Artık balığı görmeme çok az bir mesafe kalmıştı. Mutlu sona yaklaşmama 5 metre kala, belki de dövüşü kazandığımı düşünüp sarma hızımı yavaşlattığım bir anda balık son kaya tepesinin arkasında bulduğu bir mağaraya girmeyi başardı. Girdiği mağaradan asla çıkartamayacağımı bildiğim için kayalara sürtünmekten yara bere içinde kalan şok misinamı çekip kopardım. Yine kaybetmiştim. Bu kadar konsantre olduğum bir mücadeleyi, sonuca bu kadar yaklaşmışken kaybetmek sinirlerimi allak bullak etti. Belki de ilk defa kaçırdığım bir balık için sinirden kayaları tekmeledim.

Ne kadar üzülsem de nafileydi. Vakit kaybetmeden yaralanan şok misinasını kesip yerine 0.50 mm'lik bir kulaç boyunda yeni bir şok misinası ve aynı yemin yenisini bağladıktan sonra ikinci atışımı gerçekleştirdim. Yem bir önceki vuruşu aldığım yerden geçerken çok kuvvetli bir vuruş daha geldi. Yine bir adrenalin patlamasıyla dövüşe başladım. Bu sefer ilkinden daha kuvvetli bir şekilde kamışa yukarı doğru kısa ve sert vurdurma hareketleri yaptırarak çok daha seri bir şekilde sarıyordum. Kopacaksa takım benim ve balığın kuvvetiyle kopmalıydı. Bir kez daha takımı kayalara kestirip koparmayı düşünmek bile istemiyordum. Şükürler olsun ki korktuğum olmadı. Nihayet balığı son kaya tepesinin üzerinden atlatıp önüme getirmeyi başardığımda nefes nefeseydim. Hem balık hem de ben yorgunluktan bitmiştik ama bu sefer kazanan ben olmuştum. Arkadaşımın da yardımıyla o koca gövdeli, kapkara ama bana göre o an dünyanın en yakışıklı balığını kepçeleyip dışarı aldık.



Kepçenin içinde yatan balık halk arasında şeytan, kaya gridası, züber gibi farklı isimlerle anılan ve Akdeniz'de yaygın bulunan bir lahoz türüydü ( Mycteroperca rubra ). Sonunda şeytanın bacağını kırıp özgüvenimi geri kazanmıştım. Avın devamında farklı bir merada aynı yemle çok sağlam bir vuruş daha aldıysam da yine kayaların arasına girip takımı kesmesine engel olamadım. Toplamda 4 vuruş alıp sadece 1 tanesini dışarı çıkarabildiğim bu avda şunları öğrendim: Merada çok güzel balık vardı, 16 cm/42 g glow renkli silikon yemim çok iyi çalışıyordu ve bu balıkları alt etmek sandığımdan çok ama çok daha zordu...


4 Haziran 2015 Perşembe

Granyoz

İnce takım eşittir avcı takım. Olta balıkçılığına başladığım çocukluk yıllarımdan beri bu felsefeyle avlandım. Marmara ve Karadeniz'de yaşadığım zamanlarda incecik şeytan oltalarıyla çok ciddi levrekler, karagözler, eşkinalar, istavrit azmanları, mırmırlar vb. çeşit çeşit balıklar çıkarırken nadiren de olsa balığa takım koparttığım oldu. Yıllar geçip balığı yormadaki el becerilerim, düğüm tekniklerim, malzeme seçimlerim geliştikçe ince takımlarla balık kaçırma oranım da düştü. Tabi ki tüm bunlar Marmara ve Karadeniz için geçerliydi. Akdeniz'de avlanıyorsanız özellikle bazı balıkların avında ince takımları unutmanız gerekir. Çok ince takımlarla avlanmaya alışık olan benim gibi biri için ince takımlardan vazgeçmek zor olsa da art arda birkaç balığa takım koparttıktan sonra avda yanımda mutlaka kalın ve ağır olta takımları da bulundurmaya başladım. Olta makinelerimi, kullanım kolaylığından dolayı tercih ettiğim monoflament misinalar yerine çok daha sağlam olan 8 kat örgü iplerle doldurup, görünmezlik sağlaması, sürtünmelere karşı dayanıklı olması ve şokları absorbe etmesi için de önlerine 1 kulaç monoflament ya da florokarbon şok misinaları bağlayarak takımlarımı sağlamlaştırdım.

12 Nisan 2015 sabahı Antalya'da sabah suyuna uyanamadığım nadir sabahlardan biriydi. 05:00'da çalan telefonun alarmını kim bilir hangi bahaneyle susturup uyumaya devam etmiştim. Sıcacık yatağıma gömülmüş sabah uykusunun tadını çıkarmaya çalışırken çalan telefonla uykum yeniden bölündü. Arayan arkadaşım ona önerdiğim pembe silikon kurtlarla vuruş aldığını fakat vuranın ne olduğunu bilmediğini söylüyor ve yardım istiyordu. Uyku semesi yarım yamalak tavsiyelerde bulunup telefonu kapattım. Saat 07:40 olmuştu. Mesaiden önce uyumak için hala biraz vaktim vardı. Başımı yastığa koyup uykuma kaldığım yerden devam etmeyi denediysem de olmadı. Deniz beni çağırıyordu. Yataktan kalkıp çabucak hazırlandığım gibi soluğu merada aldım.

Yine ilk olarak son 1 ay içinde 2 güzel balık kandırmayı başardığım rıhtımda denemeye karar verdim. Aklımda çok daha verimli olabileceğini düşündüğüm meralar olsa da bu meralara ulaşmak zahmetli ve vakit isteyen bir iş olduğu için alışık olduğu merada denemek kolayıma geliyordu. Rıhtıma varır varmaz takımlarımı hazırlamaya koyuldum. 225 cm/3-12 g aksiyonlu kamış, 30 kalibre makine, 8 lb nanofil ve 0.28 mm monoflament şok liderden oluşan LRF takımımın ucuna 10 cm/10 g lık glow renkli silikon balık bağladıktan sonra 270 cm/10-35 g aksiyonlu kamış, 35 kalibre makine, 0.14 mm 8 kat örgü ip ve 0.31 mm monoflament şok liderden oluşan Spin takımım ucuna aynı model ve renkteki yemin 12.5 cm/23 g olanı bağlayıp iki oltayla birlikte olta atacağım yere yürüdüm.

2 atış LRF, 2 atış Spin takımımla olacak şekilde takım değiştirerek atıp çekmeye başladım. Bir süre bu şekilde denedikten sonra LRF takımımı kenara bırakıp nispeten hızlı battığı için dipten çekmesi daha kolay olan 23 gramlık yem ve spin takımımla atıp çekmeye devam ettim. Ava başlayalı 15 dakika olduğu halde henüz vuruş alamamıştım. Zaten ava geç başladığım için çok ümidim olmadığından en fazla 15 dakika daha atıp avı sonlandırma niyetindeydim. Rıhtımdan açığa doğru gerçekleştirdiğim atışlardan birinde yemi yarı mesafeye kadar çektiğimde ani ve güçlü bir vuruş geldiyse de heyecanım kursağımda kaldı. Vuranın büyük bir balık olduğundan hiç şüphem yoktu ama nasıl olduysa balık yakalanmamıştı. Heyecanla oltaya vuran balığı tekrar kandırabilmek için yeme, saldırının etkisiyle yaralanmış bir balık gibi yukarı aşağı düzensiz zıplatma hareketleri yaptırdım. İkinci bir vuruşun gelmesi an meselesiymiş gibi beklediğim halde vuruş gelmeyince yemi tekrar aynı yerin biraz açığına sallamak için hızlı bir şekilde sarmaya başladım.Yemi sudan çıkarmama 5 m kala öyle kuvvetli bir balık yapıştı ki şaşkınlıktan neredeyse oltayı elimden kaçıracaktım. Dipten en az 4-5 metre yukarıda vuran balık müthiş bir süratle dibe fişeklerken iki büklüm olmuş kamışımı sımsıkı tutup hiç bir şey yapmadan balığın sakinleşmesini bekliyordum.

Yakalanmanın etkisiyle çılgına dönen balık hiç yorulmayacakmış gibi makinemden kalama alırken yine aklımdan bir sürü düşünce geçiyordu. "Nasıl olmuştu da ilk vuruşta yakalanmayan ve yaralı balık aksiyonlarıyla kıskandıramadığım balık o kadar hızlı çektiğim yemi takip edip yüzeyde tekrar saldırmıştı? Acaba oltanın ucundaki neydi? Bu kadar yüzeyde saldırmasına ve kuvvetine bakılırsa mutlaka kuzu olmalıydı! Bu takımla yorabileceğim büyüklükte bir balık mıydı yoksa oltanın ucundaki dev karşısında hiç şansım yok muydu?" Bana bir ömür gibi gelen 2 dakikanın sonunda balık yorulma emareleri göstermeye başladı. Fişeklemeleri daha yavaş ve kesikli bir hal alınca artık karşılıklı mücadele etme zamanının geldiğini anladım. Sakin ve dikkatli bir şekilde, kah yol verip kah çekerek balığın tamamen yorulup pes etmesini sağlamaya çalıştım. Nihayet balık mücadele edemez hale gelip dipten yükselmeye başladığında, büyük ihtimalle iri bir kuzu olduğunu düşündüğüm balığı görmek için sabırsızlanıyordum. Yüzeyin birkaç metre altında beliren parıltıyı ilk gördüğümde iri bir kuzu yakaladığıma kesin kanaat getirdiysem de çok geçmeden yanıldığımı anladım. Balık yüzeye yaklaşınca oltanın ucundakinin asla tahmin edemeyeceğim bir balık olduğunu anladım. Bu bir granyozdu ( Argyrosomus regius ). Sarıağız, halili, muskar gibi isimlerle de anılmasına rağmen en sevdiğim ismi granyoz olan, gayet iyi tanımama rağmen daha önce hiç yakalamadığım o esrarengiz balık sürpriz bir şekilde oltamın ucundaydı. Merada benimle birlikte olta atan çok sevgili dostum ve hevesli bir öğrencim olan Esener'in büyük yardımıyla balığı kepçeleyip derin bir "oh!" çektik.




Ava başlarken oltama vurması muhtemel balıkları sorsalar onlarca tür sayabilirdim. Sinarit, akya, sarı kuyruk, baraküda, lahoz, orfoz, yazılı orkinos ve hatta lambuka bile muhtemel hedeflerim arasında olmasına rağmen öyle bir yerde granyoz yakalamak hiç aklıma gelmezdi. Çok ünlü bir balıkçı sözünü bir kez daha hatırlamış oldum. "Denizle pazarlık olmaz." Bakalım Akdeniz beni şaşırtmak için bundan sonraki avlarımda oltama daha neler gönderecek...