1 Haziran 2013 Cumartesi

O Turna...

Yasemin'le bir ömür boyu ayrılmamak üzere yemin ederek hayatlarımızı birleştirmemizin üzerinden henüz 1 hafta geçmişti. Pırıl pırıl bir havada annem, kız kardeşim, anneannem ve Yasemin'le birlikte Kocaeli'nin şirin sahil kasabası Değirmendere'de deniz kenarındaki bir çay bahçesinde oturmuş hoş bir sohbet eşliğinde çaylarımızı yudumluyorduk. Güzel hava ve pürüzsüz deniz içimde bastırılamaz bir balık tutma isteği uyandırınca Yasemin'e akşam suyunda kıyıdan olta atma teklifinde bulundum. Teklifim üzerine Yasemin gayet ciddi bir şekilde "hiç işim olmaz" diye cevap verdi. Kısa bir sessizlikten sonra annem "ama siz evlenmeden önce sürekli beraber balığa gidiyordunuz" deyince Yasemin gülerek "onlar imzayı atana kadardı, artık hepsi bitti" dedi ve bütün masa bastık kahkahayı.

O günün akşamında Yasemin'le kıyıdan spin takımlar ve silikon kurtlarla at-çek yaptık. Balığa giderken arabada sürekli olarak lüfere denemek istediğini söyleyen Yasemin'e lüfer mevsiminin geçtiğini anlatıp silikon kurtla azman istavrite denemeye ikna etsem de o sürpriz bir şekilde ilk atışında silikon kurtla güzel bir sarıkanat yakaladı. 2 saatlik avda yakaladığımız azman istavritlerin çoğu olmasa da en irisi yine Yasemin'e denk geldi. Evlenmeden önce beraber gerçekleştirdiğimiz turna avlarımızdaki bariz üstünlüğünü de düşününce Yasemin'in balık avında çok nasipli olduğunu söyleyebilirim. Şimdiye kadar beraber gerçekleştirdiğimiz en kötü avdan 400 g civarı bir eşkinayla döndük.



20 Mayıs'ta nikah yapmamıza rağmen Yasemin'in tayini çıkana kadar farklı şehirlerde yaşamaya devam ediyoruz. En fazla 1-2 ay sürecek olan bu dönemde sadece hafta sonları görüşme fırsatımız olacak. İş durumumuza göre bazen Yasemin benim yanıma geliyor, bazen de ben onun yanına gidiyorum. Haziran ayının başına denk gelen hafta sonu yolculuk yapma görevi bana düştüğü için eşimin yaşadığı yer olan Çanakkale'ye gittim. Tabi ki Çanakkale'ye giderken yanıma olta takımlarını almayı da ihmal etmedim. Bir çok balıkçı için Çanakkale deyince akla deniz balıkçılığı gelse de benim Çanakkale'de yakalamaktan en çok keyif aldığım balık turnadır. Bu gidişimde de aklımda cumartesi ya da pazar günlerinden birinde Gelibolu'daki turna meramda avlanmak vardı.

İlk başta eşimle Gelibolu'ya pazar sabahı gitmeyi planladıysak da arabalı feribotla Kilitbahir'e geçtikten sonra yapacağımız uzun yolculuk ve avlanacağımız barajın arazi şartlarının zorluğu fikrimizi değiştirmemize sebep oldu. Eşimin tavsiyesi üzerine cumartesi akşamı 10 km mesafedeki turna olduğunu bildiğimiz başka bir barajda denemeye karar verdik. Akşam saat 5 civarı arabayla 15 dk'lık bir yolculuktan sonra barajın bentlerini aşıp karşımızda duran manzarayı gördüğümde gözlerime inanamadım. Yemyeşil çam ormanlarıyla örtülü, dik yamaçlı iki dağ sırası arasındaki vadide kıvrılan masmavi bir baraj tüm ihtişamıyla önümüzde uzanıyordu. Barajın coğrafi yapısını görür görmez içimden bu barajda ne trofeler yaşıyordur diye geçirdim. Barajın etrafı çok dik ve sarp yamaçlarla çevrili olduğundan çoğu yerde olta atmaya imkan yoktu. Bu benim için hem sevindirici hem de düşündürücü bir durumdu. Sarp araziden dolayı insanların rahatsız edemediği bakir kalmış yerlerde trofe turna bulunma ihtimali her zaman yüksektir. Öte yandan insanların rahatsız edemediği bakir yerleri ben de rahatsız edemezdim.

Olta atabileceğimiz uygun bir yer bulmak için barajın çevresindeki yoldan bir kaç kilometre ilerledikten sonra uygun bir yer bulamayacağımıza kanaat getirip bu barajda daha önce avlanmış olan Ümit Abi'yi aramaya karar verdim. Ümit Abi'nin söylediğine göre bir kaç km daha ileride herkesin olta attığı ufak bir düzlük alan vardı ama bu cevap beni tatmin etmedi. İnsanların inmeye cesaret edemediği sarp yamaçlarda kim bilir ne trofe turnalar yaşıyorken şehir merkezine bu kadar yakın bir barajda herkesin olta attığı yer bana hiç de cazip gelmiyordu. Arabayla yavaş yavaş ilerlerken uygun bir yer arayışına devam ettim. Nihayet iniş yolu biraz uzun ve zorlu da olsa olta atılabilecek bir yer buldum. Arabayı park ettikten sonra Yasemin'e yolu gösterip inip inemeyeceğini sorduğumda her zamanki gibi kendinden emin bir şekilde "senin inebildiğin her yerden inerim ben" diye cevap verdi.

Malzemelerimizi yüklenip dikkatli bir şekilde su kenarına inmeyi başardık. İner inmez ne kadar zorlu bir yer seçimi yaptığımızı fark ettim. Zemin aşırı eğimli olduğundan kıyıda ayakta durmak bile çok güçtü. Su seviyesinin yüksek olmasından dolayı su altında kalmış ağaçlar ise olta atmak için ayrı bir engel teşkil ediyordu. Tüm zorluklara rağmen takımlarımızın ucuna çelik köstek ve sahte yemlerimizi bağlayıp heyecanlı bir şekilde at-çek yapmaya koyulduk. Daha ilk atışta korktuğum başıma geldi ve oltam dipteki bir ağaca takıldı. Kurtaramayacağımı anlayınca kopartıp sahtemi ve çelik kösteğimi dipte bıraktım. Olta atabileceğimiz hemen her yerin önü suyun altında kalmış ağaçlarla kaplıydı. Sürekli yer değiştirmemize rağmen ikimiz de peş peşe takım koparttık. Ava başlayalı yaklaşık yarım saat olmuştu ki nihayet 50 cm civarı bir turna yakalamayı başardım. Suyun hemen kıyısına kadar takip ettiği sahteye gözümün önünde bir kaç sefer hamle yaptıktan sonra yakalanan bu küçük turna biraz keyfimi yerine getirmişti. Ufaklığı geldiği gibi suya iade ettikten sonra ava devam ettim.

İlk balığı yakaladıktan yaklaşık yarım saat sonra aynı boyda bir turna daha yakalayıp incitmeden geri saldım. Bu arada takım kopartmaya da devam ettik. En sonunda takım çantamdaki tüm çelik köstekler bitti. Arabamın bagajında fazlasıyla sahte yem bulunmasına rağmen yeterince çelik köstek almayı akıl edememiştim. Yasemin'in oltasının ucunda takılı olan son çelik köstekte gözüm kalsa da onun kısmetine mani olmamak için mecburen çelik kösteksiz devam ettim. Bu kadar zor bir merada mutlaka trofe turnalar olmalıydı. Peki ya o trofelerden birisi benim oltama vurduğunda çelik kösteksiz ne yapacaktım? Balığın sahte yemi tamamen yutmamasını ummaktan başka yapacak bir şeyim yoktu. Bu düşüncelerle ava devam ederken korktuğum başıma geldi. Ağırlığını bile tam hissedemediğim bir şey sahte yemin tamamını yutup misinayı kesiverdi. Üzüldüm ama daha çok hırslandım. Baktım ki Yasemin sıkıntıdan oltasını kenara bırakıp evden getirdiği meyveleri atıştırmaya koyulmuş, hemen oltasının ucundaki çelik kösteğe el koydum.

Yasemin'den aldığım çelik kösteği bağladıktan sonra ucuna uzun zamandır takım çantamda duran 3 numara yassı turna kaşığını takıp bulunduğumuz koyun iç kısmına ilerledim. İlk atışımda vuran olmadı. İkinci atışımda kaşık kıyıdaki bir ağacın yanından geçerken aniden olduğu yerde mıhlanıp kaldı. Dibe mi takıldı, balık mı yapıştı diye düşünürken makinemin kalaması cırlamaya başladı. Balık o kadar kuvvetli basıyordu ki sanki oltanın ucunda balıktan başka dev bir yaratık vardı. Şimdiye kadar yakaladığım turnaların hiç birine benzemiyordu. Bu çok daha büyük bir şeydi. Balık durmadan kaloma alırken "Çok büyük! Çok büyük! En az 10 kilo!" diye haykırdığımı hatırlıyorum. Ben mücadeleye devam ederken Yasemin koşarak yanıma gelip heyecanlı bir şekilde " Hayatım, benim yapabileceğim bir şey var mı?" diye sordu. Balık henüz çok kuvvetli ve uzakta olmasına rağmen kepçeyi hazırlamasını söyledim. Böyle anlarda insan ister istemez aşırı heyecanlanıyor. Daha önce bu büyüklükte bir turna yakalamış olsam belki daha rahat olurdum ama oltanın ucundaki muhtemelen eski rekorum olan 2.5 kg'lik turnadan 3-4 kat daha büyük olduğu için kaçırmayı hiç istemiyordum. Balıkla mücadele ettiğim yerde suyun içinde kalan ağaç dalları ve misinamın ince oluşu da heyecanımı katlıyordu.

Dakikalar geçmesine rağmen balık yorulmadan derinlere doğru inmeye devam etti. Neredeyse 10 dakikadır mücadele veriyorduk. Artık kamışı tuttuğum sağ kolum ağrımaya başlamıştı. Balık bir ara suyun yüzeyine çıkar gibi olduysa da göremeden tekrar dibe bastı. Ah bir su üstüne çıksa işim kolaylaşacaktı. Nihayet benim gibi balık da yorulma emareleri göstermeye başladı. Artık makineyi yavaş yavaş sarabiliyordum. Ben sardıkça balık da ağır ağır yukarı yüzmeye başladı. Yasemin de ben de gözlerimizi misinanın suyun içine daldığı yere dikmiş heyecanla balığı görmeyi bekliyorduk. Nihayet balık yüzeye çıktığında kocaman kafası ve upuzun gövdesiyle tam bir canavar yakaladığımızı anladık. Balık bir kaç saniye suyun üstünde yattıktan sonra kuvvetli bir kuyruk darbesiyle müthiş bir su kütlesi çıkararak tekrar dibe daldı. Daha genç ve çevik bir turna olsaydı muhtemelen suyun dışına fırlayarak oltadan kurtulmayı deneyecekti.

Balık dibe dalınca makineden biraz daha kaloma aldı. Sakinleşmesini bekleyip tekrar sarmaya başladım. Bu defa daha kolay yüzeye çıktı. Yasemin'e balığı kıyıya yanaştırmayı deneyeceğimi, kepçeyi suya sokup beklemesini söyledim. Suyun üstünde yatan balığın dev cüssesini ağır ağır kıyıya yaklaştırmaya başladım. O an tek düşündüğüm şey bir an önce balığı kepçeleyip bu savaşı kazanmaktı ama balık kolay kolay pes edeceğe benzemiyordu. Kepçeyle arasında bir kaç metre kala tekrar basıp kaloma aldı. Bu defa en korktuğum şey oldu. Balık sol tarafımda bulunan ağaçların arkasına doğru yüzdü. Misinanın ağaç dallarına sürtündüğünü hissettiğim an içimden "eyvah bu iş burda bitti!" dedim ama şükürler olsun ki korktuğum olmadı. Balık birden yön değiştirip misinayı ağaç dallarından kurtardı. Derin bir oh çekip mücadeleye devam ettim. Artık iyice yorulmuş olan balığı sakinleştikten sonra tekrar suyun yüzeyine çıkarıp kepçeye yaklaştırmayı denedim. Balık kepçeye yaklaştıkça dev çenesini çevreleyen dişlerini bile seçebiliyordum. Sonunda balığı kepçenin yanına yanaştırmayı başardığımda bu büyüklükte bir balığı kepçelemenin hiç de kolay olmayacağını anladım. Balık büyük, kepçe küçük, Yasemin tecrübesizdi. Bir kaç saniye balığın kafasını kepçeye sokmayı denediyse de başarılı olamadı. Balık son bir gayret çırpınıp Yasemin'i ıslattıktan sonra bir kaç metre daha kaloma aldı.

Bu onun son çırpınışı oldu. Artık yorgunluktan tamamen tükenmiş olan balık "benden bu kadar arkadaş" dercesine suyun üstünde yan yattı. Ağır ağır çekip tekrar kepçenin yanına yaklaştırdığım balığı Yasemin bu defa farklı bir taktikle kepçelemeyi denedi. Gözünüzde tam canlanması için örnek verecek olursam Gargamel'in kepçesini şirinlerin kafasına geçirme tekniğine çok benzer bir hareketle kepçeyi yukarıdan balığın kafasına geçiriverdi. Bunu yaparken yaptığı işe o kadar konsantre olmuştu ki suyun içine kayıp ayakkabılarının ıslandığını bile fark etmedi. Kafası sığ suyun altındaki zeminle Yasemin'in elinde sımsıkı tuttuğu kepçe arasında sıkışıp kalan zavallı turna etkisiz hale gelmişe benziyordu. O an hem balığı hem de Yasemin'i bu eziyetten kurtarmak için bir şeyler yapmam gerektiğinin farkına vardım. Görevini fazlasıyla yerine getiren spin kamışımı kenara atıp balığın kafasının üzerine çöktükten sonra parmaklarımı dikkatlice kepçenin torunun üzerinden balığın solungaçlarının içine soktum. Balığı bir kere solungaçlarından kavradıktan sonra olay bitmiş demektir. Kazanmıştım. Sonunda hayallerimdeki gibi muhteşem bir trofe turna yakalamayı başarmıştım. Hem de hayat arkadaşımı ziyaret ettiğim şehirde, onun tavsiyesi üzerine geldiğim barajda, onun çelik kösteği ve yardımıyla... Evlendikten sonra balık tutamazsın diyenlere inat "Yaşasın evlilik!" diyorum.

Hepimizin hayallerini süsleyen, kendi türlerinin en büyüklerinden, trofe diye tabir ettiğimiz balıklar vardır. Bu balıklar her zaman denk gelmez. Yakalandığını nadiren görür, duyarız. Ama yine de hiç bir zaman vaz geçmeyiz hayal kurmaktan. Belki de oltamızı her atışımızda o balığın vurmasını bekleriz. Benim de turnayla tanıştığım ilk günden beri hayallerimi süsleyen bir turna vardı. Yakaladığım her turnada ayrı bir sevinç yaşasam da hayalimdeki o turnanın yeri ayrıydı benim için. İşte bu hikaye o turnanın hikayesiydi.