19 Aralık 2012 Çarşamba

Iskartaya Savaş: Fish Fight

Biz lüfere getirilen 20 santimetre kısıtlamasını, tezgahlarda yavru balık satışını tartışaduralım, çok da uzağımızda olmayan bir coğrafyada konu bambaşka bir açıdan ele alınıyor. İngiliz gazeteci, yemek yazarı ve gıda aktivisti Hugh Fearnley-Whittingstall'un başlattığı Fish Fight kampanyası her geçen gün destekçi sayısını artıyor. Kampanya Avrupa Birliği'nin getirmiş olduğu katı kurallar gereğince ıskarta edilerek denize dökülen balıkların piyasaya sunularak değerlendirilmesini öneriyor. Sadece hedef tür avcılığına izin veren regülasyonlar ve avlanma kotaları nedeniyle her seferinde tüketilebilecek nitelikteki çok miktarda balığın ölü olarak denize döküldüğüne dikkat çekilen kampanyada, çözüm olarak bu balıkların tüketime sunularak balık talebinin karşılanmasına yardımcı olunması öneriliyor.

Kuzey Denizi'nde yapılan avların dörtte birinin (kampanyanın iddia ettiğine göre yarısının) ıskarta olarak denize dökülen balıklardan oluştuğu göz önüne alındığında, bu öneri çok da yersiz durmuyor. Zira, dökülen balık, karşılanamayan talep anlamına geliyor; bu da balıkçıları balık talebini karşılamak amacıyla tekrar av yapmaya ve daha fazla ıskarta balığı denize dökmeye zorluyor. Programın talep ettiği doğrultuda bu balıklar tüketiciye ulaştırılarak balık israfının önüne geçilmiş olacak.

Halihazırda söz konusu ıskarta politikasını benimsemiş ülkeler de bulunmakta. Kanada, bu ülkelere bir örnek. Kanada'daki balıkçılık mevzuatı gereğince, sadece salınma sonrası yüksek yaşama şansı olan balıkların denize iade edilmesine izin veriliyor. Bunun dışında güverteye çıkan balığı denize geri dökmek suç teşkil ediyor.

Kampanya, Greenpeace, WWF gibi önemli çevre kuruluşlarının da desteğini arkasına alıyor. Bununla birlikte, yürütülen kampanyanın ve önerdiği çözüm yollarının çok büyük bir hassasiyetle ele alınması gerekiyor. Getirilen çözümün yavru balık avcılığını teşvik edebileceği bir gerçek... Bunın yanında önerilen çözümün tek başına sorunun kaynağına ulaşmakta yetersiz kaldığı da göz ardı edilmemeli. Kampanyanın her şeyden önce, ıskarta av oranını düşürecek projelerle desteklenmesi gerekiyor. Aynı zamanda sadece denizdeki değil, kıyıdaki balık israfına da dikkat çekilmeli.

Kampanyanın içeriği hakkında daha detaylı bilgi almak için www.fishfight.net adresini ziyaret edebilirsiniz.

8 Aralık 2012 Cumartesi

Lüfer Tutkusu


Karadeniz’de eylül ayı bereket ayıdır. Özellikle spin avcılığını seven tüm amatör balıkçılar heyecanla bu ayın gelmesini bekler.  Lüfer, levrek, palamut gibi yırtıcı balıklar soğuk kış aylarından önce mümkün olduğu kadar fazla balık yiyerek yağlanır. Bahar aylarında yumurtadan çıkan lüfer yavruları, yaz boyunca çok küçük balıklar ve planktonlarla beslendikten sonra nihayet eylül ayında defne yaprağı olmaktan çıkarak canavar lakaplarına yakışacak şekilde vahşice avlanan çinekoplar haline dönüşür. Lüfer denizlerin en yırtıcı balığı olarak kabul edilir. Cüsselerine oranla büyük balıklarla beslenmeleri, av esnasındaki süratleri, jilet gibi keskin dişlere sahip kuvvetli çeneleri ve oburlukları bu balığı denizlerin en yırtıcı balığı yapmıştır. Belki de bu yüzden lüfer avının çoğu amatör balıkçı için yeri ayrıdır.




Tek bir lüfer yakalamanın hayaliyle gece gündüz, sıcak soğuk demeden uğraşır lüfer avcısı. Kimi şansını at-çek yaparak, kimi mantarlı dip takımıyla, kimi uzun oltayla, kimi ise zokayla dener. Tek bir amaç vardır, o da sarı gözlü, asık suratlı, denizlerin en kabadayı balığını kandırmak. Lüfer tarih boyunca bu denizlerle haşır neşir olan insanların kültürüne işlemiş, edebiyatımıza girmiş, padişahlar zamanında uğruna gümüş zokalar dökülmüş ve özellikle İstanbul Boğazı’yla özdeşleşmiş bir balıktır. Lüferin en güzel isimlerinden biri olan "Boğazın Sultanı" ismi de buradan gelmektedir. 

Lüfer balığı denizciler için bu denli değerli olduğundan büyüme evrelerindeki her boyu için farklı isimler almıştır. Bazı kaynaklarda lüferin büyüme evrelerine göre aldığı isimler santimetre cinsinden boy aralıklarına göre sınıflandırılmıştır. Örneğin Rahmetli Üstad Ali Pasiner’in “Balık ve Olta” kitabında 10 cm’ye kadar defne yaprağı, 10-18 cm arası çinakop, 18-25 cm arası sarıkanat, 25-35 cm arası lüfer, 35 cm’den sonra ise kofana olarak sınıflandırma yapılmıştır. Tahminim Rahmetli Üstad Ali Pasiner bu sınıflandırmayı yaparken ölçümlerini kuyruk uzunluklarını hariç tutarak ya da çatal boy ( burundan kuyruk çatalına kadar olan uzunluk ) yapmıştır. Günümüzde ise balık boylarının ölçümü burundan kuyruk en uç noktasına kadar yapılmaktadır.

Esasında hepsi aynı balık olduğundan bu sınıflandırmayı yaparken kesin çizgiler koymak çok doğru değildir. Göreceli bir konu olmasına rağmen benim sınıflandırmam şöyle: 15 cm’ye kadar defne yaprağı, 15-22 cm arası çinakop, 22-25 cm arası kaba çinakop, 25-30 cm arası sarıkanat, 30-35 cm arası lüfer, 35-40 cm arası kaba lüfer, 40 cm üzeri ise kofana ismini almaktadır. Bu sınıflandırmayı yüzlerce farklı boydaki balığı inceleyerek, uzunluk ve ağırlıklarını ölçerek oluşturdum. Benim sınıflandırmama göre 15 cm’den sonra balık sırttan kalınlaşmaya ve yaprak görünümünü yitirmeye başladığı için çinekop ismini alır. 22 cm’den sonraki çinekop ise 120 g ağırlığa ulaşmış, iyice kalınlaşmış ve saldırganlaşmıştır. Gönül kaba çinakop boyutundaki balıklara sarıkanat demek istese de, sarıkanat diyebilmemiz için balığın 25 cm’e ulaşması gerekir. Bu boydaki bir balık ise en az 150 g ağırlığındadır. 30 cm’lik bir lüfer ortalama 300 g'dır. 32 cm’ken ortalama 350 g, 33 cm’ken 385 g, 35 cm’ken 415 g, 36 cm’ken 450 g, 40 cm’ken ise 600 g ağırlığındadır. Yapmış olduğum avlarda ölçtüğüm bu değerler balığın beslenmesine göre farklılık gösterebilir. 










Lüfer avı birçok farklı şekilde yapılabilse de at-çek yönteminin bendeki yeri ayrıdır. Bu yöntemde kullanılan kandırıcılar arasında en yaygın olanları kaşıklar ve sert plastikten imal dalan ya da su üstünden gelen tipteki maket balıklardır. At-çek yöntemiyle lüfer avı sabır isteyen bir iştir. Özellikle sabahın ilk ışıkları ve akşam saatleri olmak üzere doğru zamanda doğru yerde sabırla at-çek yapmayı gerektirir. 

At-çek avında kullanılan kaşıkların sahip olması gereken bir takım özellikler vardır. Bu özelliklerin başında atış mesafesi ve kaşığın su içindeki parıltısı gelir. Kaşıkların maket balıklara göre en büyük avantajı atış mesafesinin fazla olmasıdır. Atış mesafesini etkileyen faktörler ise kaşığın ağırlığı ve şeklidir. Uzun atışlar için kaşığın fırlatılma esnasında havada yalpa yapmadan minimum sürtünmeyle süzülmesi gerekir. Kaşığın bu şekilde süzülmesi ağırlığı ve şekliyle alakalı olmakla beraber atış tekniği ve rüzgar da süzülmeyi etkileyen faktörler arasındadır. Örneğin rüzgar arkadan alındığında kaşığın havada yalpa yapmadan süzülmesi daha kolayken, kafadan alınan rüzgarda bunu sağlamak daha güçtür. Kaşığın su içinde çekilirken yaptığı hareket periyodik olarak sağa ve sola devrilme şeklindedir. Parlak yapıda olan kaşıklar bu devrilmeler esnasında güneşten aldığı ışığı yansıtarak çakarlı (yanıp sönen) bir görüntü oluşturur. Bir kaşık ne kadar enli yapıdaysa o kadar belirgin çakar yapar. Hedeflenen balığın büyüklüğüne göre kullanılan kaşığın büyüklüğü de farklılık gösterir. 



Bence lüfer avında kullanılan kaşıkların maket balıklara göre en büyük dezavantajı balık kaçırma oranlarının yüksek olmasıdır. Genellikle kaşıkların üzerlerinde tek bir adet üçlü kanca bulunur. Kaşığa yakalan lüfer kurtulmak için doğası gereği ilk fırsatta su üstüne çıkmak ister. Suyun içinde bile en süratli balıklardan biri olan lüferin suyun dışındaki hızı muazzam seviyededir. Ağzındaki kaşıkla suyun dışına fırlayan lüfer kafasını sağa sola büyük bir süratle sallar. Bu esnada kaşığın da ağırlığıyla çenesi parçalanarak kancadan kurtulmayı başarır. Lüfer maket balığa yakalandığında ise çoğu zaman maket balığın birden fazla kancası balığın vücuduna saplanır. Her zamanki gibi suyun dışında kafa sallama hareketini yapsa bile hafif olan maket balık da balığın hareketine eşlik ettiği için kurtulma şansı kaşığa göre daha düşüktür. Maket balıklar kaşık gibi hızlı bir şekilde suyun dibine batmadığından balıkçı maket balığı istediği süratte çekebilir ya da durdurabilir. 

Maket balıkların kaşıklara göre bir diğer avantajı ise güneşten aldıkları ışığı yansıtmak zorunda olmadıkları için gece de kullanılabilmeleridir. Kaşıklar ise gün ışığında ya da gece çevrede denize vuran bir ışık kaynağı olduğunda kullanılabilir. Lüferlerin başlıca avları arasında zargana gibi uzun balıklar geldiğinden hemen hemen kendi boylarındaki uzun yapılı maket balıklara da saldırmaktadır. Kaba lüfer ve kofana avlarında genellikle 18 cm’e kadar olan maket balıklar kullanılırken, çinakop avında 7-9 cm’lik maket balıklar tercih edilir. Lüfer avında kullanılan maket balıkların sahip olması gereken özelliklerin başında da atış mesafesi ve yüzüş aksiyonu gelir. Maket balıkların atış mesafesi de ağırlıkları ve şekilleriyle alakalıyken, yüzüş aksiyonları gaga şekilleriyle alakalıdır. Bir maket balığın gagası ne kadar büyükse yüzüş derinliği de o kadar fazladır. Gagasız maket balıklar ise tamamen su üstünden gelir. Gaganın görevi maket balığın hem yüzüş derinliğini hem de aksiyonunu ayarlamaktır. Düze yakın şekilde yüzen maket balıklar kullanırken arada kamışın ucunu sertçe hareket ettirerek aksiyon vermek avın verimini arttırabilir. 




Balıkçı avda maket balık mı yoksa kaşık mı kullanacağına karar verirken av bölgesinin şartlarını göz önünde bulundurmalıdır.  Bir avda tek bir kaşık ya da maket balık kullanmak yerine farklı kaşık ve maket balıklar da denenebilir. Böyle durumlarda takıp çıkarma kolaylığı sağlaması açısından ufak klipsler kullanmakta fayda vardır. Hangi yemle yakalanmış olursa olsun oltaya yakalanan lüfer, suyun dışına fırlamasını önlemek için, boşluk vermeden hızlı bir şekilde çekilmelidir. Mümkünse kamışın ucu suya sokularak balığın daha derinden gelmesi de sağlanabilir. Lüfer avında oltaya her an bir levrek de gelebileceğinden takım daha büyük balıklar için de uygun olmalıdır. Ben de eylül ayı içersinde canlı yemle lüfer avlamaya çalışırken şans eseri 1.3 kg’lik yakışıklı bir levrek yakalama şansı buldum. 

Son olarak lüfer avında dikkate edilmesi gereken bir konuya daha değinmek istiyorum. Oltaya yakalanan lüfer kancadan çıkarılırken balığın jilet gibi keskin olan dişlerinden ve yemin kancalarından sakınılmalıdır. Şayet kanca kaza sonucu çengeliyle  beraber balıkçının etine saplanmışsa kanca hareket ettirilmeden en yakın Sağlık ocağına gidilmelidir. Burada kancanın battığı yer lokal olarak uyuşturulduktan sonra kanca cerrahi operasyonla acısız çıkarılmaktadır. Ne yazık ki çok yakın zaman önce bizzat bu operasyonu geçirmek durumunda kaldım. Tüm zorluklarına rağmen lüfer avı her amatör balıkçının rüyalarını süslemeye devam edecektir. Denizlerin asabi yakışıklısın peşinde koşarken tüm balık sevdalılarına rast gele…