28 Temmuz 2012 Cumartesi

Sualtı Fotograf Avcılığına Dönüş: Bodrum (1.Kısım)

Dolabın çekmecelerinde eşyalarımdan birini ararken karşılaştım onunla. Üstü biraz tozlanmış, plastikten şeffaf kısımları da biraz da sararır gibi olmuştu.  İki sene öncesi deklanşör tuşuna basmaya yarayan yayının arızalanmasından bu yana bir köşeye atmıştım fotograf makinemin su altı kılıfını. O gün bugündür de kendisine bozuk mualemesi yapmış, suya sokmamıştım. Aklıma acaba hala çalışıp çalışmayacağı sorusu geldi. Zira uzun süredir bakımını yapmadığım için sızdırmazlığını sağlayan o-ring'ler kurumuş ve çatlamış olabilirdi. Bunu bilmenin tek yolu vardı, denemek. Zaten her gün şnorkelle dalış yapıyordum, üstüne üstlük dalış bölgelerim alışık olmadığım kadar canlıydı. Daha önceki gün 7-8 metrelerde cüssesini gere gere dolaşan bir sinaritle burun buruna gelmiştim. Bir anda içimde bir heyecan parladı. Doğrudan ağırlık yeleğimi ve paletlerimi alıp sahile koştum. Kısa bir kuşanma faslından sonra sıra kritik ana gelmişti. İçinde fotograf makinemin bulunduğu sualtı kılıfını yavaşça suya batırdım. Vida boşluklarında kalan birkaç baloncuk dışında baloncuk çıkmadı. Sualtı kılıfım hala işler durumdaydı. Paleti vurup uzun bir aradan sonra yeniden mavilerin paparazziliğini yapmak üzere yola çıktım.

İlk durağım yeni keşfettiğim eşkina yuvası oldu. Balıkların boylarına bakılırsa bu taşları daha bu sezon mesken tutmuşlardı. Benim için o gün ve ilerleyen günlerdeki en güzel modelliği yaptılar. Sualtındaki sakin duruşları, bir tüyün havada süzülmesini andıran zariflikteki yüzüşleri ile nefesimin sonuna kadar kendilerini hayranlıkla izlettirdiler bana. Eşkinalara fotograflarını çekmek için yaklaşırken dibe belli bir mesafe kala palet çırpmayı bırakıp onların süzülmelerine ortak olmak gerekiyor. Ani bir hareket yapmadığınız müddetçe eşkinalar sizden kaçmıyor, aksine siz yokmuşçasına rahat hareket ediyorlar. İlgilerini çekmek için ses çıkarmayın, bu durumda diğer balıklar eşkinalardan daha hızlı ilgi gösterip ortamı kalabalıklaştırıyor, eşkinalar ise bu kalabalığa girmekten hoşlanmıyor.




Eşkinaların ardından objektifimi etrafta külhanbeyi edasıyla gezen genç orfoz ve lahozlara yönelttim. Ancak ne varsa bu balıklar uzaktan göründüğü kadar cesur davranmadılar, aradaki mesafeyi kısaltmama bir türlü izin vermediler. Diğer yandan herkesin bu hayvanlara benim kadar iyi niyetli yaklaşmadığını düşünüp bu şekilde ürkek davranmalarına sevindim.

Yine orfozları fotograflamak için daldığım bir esnada önceki gün karşılaştığım sinarit ile tekrar karşılaşıp karşılaşmayacağımı aklımdan geçiriyordum ki maviliklerin arasından bana doğru yaklaşan bir karartının olduğunu farkettim. Karartı yaklaştıkça büyüdü, rengi parlak mora çalmaya başladı. İşte beklediğim balık karşımdaydı. En azından 3 kilo ağırlığındaydı. Elimde ne zıpkın vardı, ne başka bir av aleti ama ben yine bu heybetli görüntü karşısında heyecanlıydım. En azından ona ait bir kareyi suyun yüzeyine taşımak istiyordum. Belki heyecanıma yenik düşüp ani bir şekilde objektifi ona doğrultunca bir anda huzursuzlandı. Deklanşörü basana kadar iş işten geçmişti. Kuyruğu bana dönük görüş alanımın sonuna kadar uzaklaşmıştı. Üzülmedim, ne de olsa bir gün yine karşılaşacaktık. Ama bu sene, ama sonraki sene... Ama denizin altında, ama denizin üstünde...

Kendimi dalışa ve fotografa öylesine kaptırmıştım ki, üşüdüğümü çok sonra farkedebildim. Dönüşe geçmenin zamanı gelmişti. Kıyıya yaklaşırken ispendekler karşıladı beni. İlk başta yaklaşma konusunda tereddütlü davransalar da, sabırlı bir şekilde bekleyince birkaçı yanıma yaklaşıp poz verdi. Poz verenlerin en yakışıklısı da sanırım buydu.



Ertesi akşam yine sudaydım. Sırasıyla aklıma kazıdığım tüm taşları gezdim. Eşkinalar yerli yerindeydi, orfozlar yine ürkekti, sinarit ise ortalarda yoktu.
Ben de bunun üzerine fotograf malzememi kıyıya daha yakındaki taşların arasında aramaya karar verdim. Fotograf avının güzel yanı avınızın değerli olması için illa ekonomik değerinin olması veya trofe boylarda olmasına gerek duymaması. Bazen ufacık bir kayabalığı dahi harika bir kare sunabiliyor.

Kayaların arasında dolaşırken bir yazılı haniyi gözüme kestirdim. Bu balıklar son derece cesur ve meraklı olduğu için fotograf için de güzel pozlar veriyorlar. Haninin fotograflarını çekmeye başlayacağım esnada bir anda kayaların arasından bir kıpırdanma farkettim. Küçük bir ahtapot benim flaşlarımdan rahatsız olmuş olacak, kayaların arasında saklandığı yerden uzaklaşmaya çalışıyordu. Bu esnada ilginç bir şey oldu. Benim haniler bir anda ahtapotun etrafını sardılar. Sanki ahtapotun kendi bölgelerinde bulunmasından rahatsız oluyor gibiydiler. Buna rağmen yine de ahtapota karşı temkinli hareket ediyorlardı. Bu esnada benim de güzel fotograflar çekmeme fırsat verdiler.






Ahtapotu geride bıraktığımda artık tatilin Bodrum faslını da geride bırakma zamanı gelmişti. Ama daha sırada Datça vardı ve ben sualtında fotograf çekmenin tadına bir kez daha varmıştım.  

Devamı: Sualtı Fotograf Avcılığına Dönüş: Datça (2. Kısım)

18 Temmuz 2012 Çarşamba

Denizlere Kısa Bir Veda

Buraya en son yazdığım yazının ardından yaklaşık 3 ay geçmiş. O yazıyı yazarken askerliğimi 5 ayda tamamlayıp, Eylül'de de balık sezonunun başlangıcında buraya yeni yazılarla dönmeyi planlıyordum. Tanrı plan yapan kuluna yukarıdan gülermiş, benimki de o hesap kısa dönem askerlik beklerken, bir anda kendimi yedek subay olarak Tuzla Piyade Okulu'nda, oradan da Türkiye'nin en doğu ucunda buluverdim. Dolayısıyla 2012-2013 balık sezonunu başlamadan büyük oranda kapatmış bulunuyorum. Tabi ki arada yaptığım ve yapmayı planladığım ufak kaçamakları saymazsak...

Bu kaçamaklardan ilki 15 günlük dağıtım iznim oldu. Aylarca denizden uzak kalacağım için bu tatilde her zamankinden daha da çok denizle içli dışlı oldum. Balığa gittim, yüzdüm, şnorkel yaptım. Bunların haricinde bu tatilde çok uzun zamandır elimi sürmediğim housing'imi tozlu yerinden çıkararak sualtı çekimlerine yeniden başladım. Bu çekimleri ve sualtı hayatı ile ilgili gözlemlerimi burada ayrı bir başlık altında yayınlayacağım.

Yaz ayları Güney Ege bölgesinde kıyı avcılığı açısından pek fazla şey vaadetmiyor. Hem deniz suyu sıcaklığının yüksekliği, hem sahillerdeki hareketlilik ve gürültü kıyı balıklarını açığa yönlendiriyor. Yine de bu dönemde yemli avcılık ile sargoz, melanur ve çok olmasa da çupra yakalamak mümkün. Sevenleri için kefal ve sarpa da bu dönemde güzel av veriyor.
Yaptığım avlardan biraz bahsetmek gerekirse, Gümüşlük'teki geleneğimi bozmayarak ilk gün açılışını güzel bir sürprizle yaptım. Saat 4.30 gibi başladığım avda ilk önce iskeleden şeytan oltasıyla avlandım. Geceden kalıp iskelede avlananlar o saate kadar bir şey alamamış olsalar da moralimi bozmadım. Belki şans, belki değil, yerime geçer geçmez, porsiyon boyda iki adet sargoz aldım. Ardından gün ışımaya başladı ve vuruşlar güçsüzleşti. Bunun üzerine yerimi değiştirdim. Aslında aklımda madya ile avlanmak vardı ama yanıma ne olur ne olmaz diye sübye ve kalamar da almıştım. Madyanın elden çıkmayan boyası ve kokusu nedeniyle ilk sübyeyi kullanmaya karar verdim. Her zaman olduğu gibi oltayı atar atmaz ufak balıklar yemleri didikliyor, yemin iğnede duruşu bozulunca da vuran olmuyordu. Yarım saat kadar bu şekilde devam ettikten sonra güneşin suya vurmasına yakın çok güçlü bir vuruş aldım. 2 sene önce almış olduğum kiloluk çupradan bu yana beklediğim bir vuruştu bu. Balığı zaptetmek güçtü, yakalandığını anlayınca eriştelere doğru kaçmaya başladı. Oltanın eriştelere dolaşması durumunda balığın kolaylıkla kurtulabildiğini önceki deneyimlerimden çok iyi biliyordum, ama bu sefer balığı kaçırmaya hiç niyetim yoktu. Konumumu balığı kıyıya paralel çekecek kadar kaydırarak önce erişte riskini ortadan kaldırdım. Artık işim kolaydı. Oltanın ucundaki güzel bir çupra veya sargoz olmalıydı. Ama balık kıyıya gelince yanıldığımı farkettim. Karda kışta, sabah ayazında peşinde taklalar attığım levrek, neredeyse güneşin denize vurduğu vakitte köstekli dip oltasına gelmişti. Yaklaşık 750-800 gram civarı bir ispendekti. O an bu işin herhangi bir matematiğinin olmadığını tekrar anladım. Bazen her şeyi doğru yaparsınız; doğru yerde, doğru takımla, doğru zamanda orada olursunuz ama balık tutamazsınız. Bazen de, en olmayacak yerde en olmadık balığı tutarsınız. Bugün de o günlerden biriydi. Levrek geldikten sonra belki yanına bir çupra da gelir, çeşidi arttırız diye aklımdan geçse de gelen giden olmadı.


Yaz mevsiminin en sevdiğim taraflarından biri hemen avlandığınız noktada herhangi bir hazırlığa gerek duymadan, maske ve şnorkel yardımıyla keşif yapılabilmesi. Bu dalışlarımda çok sayıda çupra ve melanur görünce tatilimin geri kısmında da çok güzel avlar yapacağımı ümit etmiştim. Ancak çupra beni tamamen hayal kırıklığına uğrattı. Melanurlar arasında da istediğim boyda ancak birkaç tane yakalayabildim.



Zamanın ne getireceği belli olmaz ama şu an görünen o ki en azından birkaç ay daha denizden ve balıktan uzak kalacağım. Bu süre zarfında burada av raporlarından ziyade araştırma yazılarına ve genel konulara değinmeyi planlıyorum. Ama belli mi olur, bakarsınız buralarda da kendime bir avlak buluverir, sazanlarla alabalıklarla karşınıza çıkarım.