Sabah döndüğümde beni kapıda babam karşıladı. Elimde oltadan başka bir şey göremeyince alaycı bir ifade ile gülümseyip balık nerede diye sordu. Ben de her zaman olduğu gibi denizde diye cevapladım. Balıktan eli boş döndüğümde yaşadığımız rutin diyalogtan biraz farklıydı bu seferki ancak. Evet, balık gerçekten denizdeydi ama aynı zamanda omzuma astığım küçük çantanın içindeydi.
Çok uzun zamandır denizden ve balıktan uzaktım. Soğuk geçen kış, balık yokluğu, yoğun iş temposu ve daha bir çok bahaneden ötürü elime Ocak başından bu yana olta almamıştım. Bu dönemde biraz bunalmış olmalıyım ki, ani sayılabilecek bir kararla gelecek sene Ağustos ayında bitecek askerlik tecilimi bozdurup, Nisan ayında askere gitmek üzere karar aldırdım. Haliyle Mart sonu itibariyle işimden ayrılıp, evimi boşaltıp Bodrum yolunu tuttum. Her zaman heyecanla yaptığım bu yolculuk bu sefer biraz buruktu. Her ne kadar çok keyif almasam da İstanbul'daki yaşamımı, konforumu en az 6 aylığına terk ediyor, bilmediğim bir yolculuk öncesi son rahat günlerimi geçirmek üzere yola çıkıyordum. Mevsim itibariyle de balık avlamaya çok müsait bir dönem olmayınca içimde bu tatilin heyecanı iyiden iyiye azalıyordu.
Gümüşlük'e geldiğim gün üzerimde aşırı bir yorgunluk vardı. Ertesi gün sabah erken kalkıp balığa gitmeyi aklımdan bile geçirmeden yatağa attım kendimi. Gözümü açtığımda saat 12'ydi. Güneş tüm odayı ısıtmış, dışarıdan cıvıl cıvıl kuş sesleri geliyordu. Bodrum'un en sevdiğim zamanıdır bahar ayları. Ülkenin kuzeyi daha kış uykusundan uyanamamışken, çoktan canlanmış bir doğa görmek insana en kötü zamanında bile enerji verir. Öyle de oldu. Balkona çıkıp derin bir nefes aldım ve içimdeki tüm bitkinliği o nefesle dışarı attım. Merdivenlerden aşağı inip çoktan hazır bekleyen kahvaltı sofrasında güzel bir kahvaltı ettim. Benden daha keyiflisi yoktu artık. Dışarıdaki havanın güzelliğini kaçırmadan kendimi dışarı attım. Her zamanki gibi ilk durağım Gümüşlük iskelesiydi. Daha iskeleye adımımı basar basmaz teknelerin tonoz ipleri arasında salınan 700-800 gramlık bir levrek karşıladı beni. Çok geçmeden de ailenin diğer üyeleri. Levreğin en çok bulunması gereken sonbahar kış aylarında bile iskelenin altında nadiren levrek görürken şimdi 5-6 tane levrek salına salına iskelenin etrafını turluyordu. İçlerinde çok büyük balıklar yoktu gerçi, ama bu bile damarlarımdaki kanın akışını hızlandırmaya yeterdi. İçimden çok bilmiş bir ses sürekli "bu mevsimde sahteye vurmaz" dese de onu dinlemeye hiç niyetim yoktu. Akşam eve döner dönmez ilk işim ertesi sabah için takımları hazırlamak olacaktı.
Akşam önce sahteleri elden geçirdim, bazılarının halkaları kısmen paslanmış olsa da sorun çıkarabilecek düzeyde değillerdi. Oltadan yana sıkıntım yoktu. Ancak iş ertesi sabah ne giyeceğime gelince ortalık karıştı. İstanbul'daki evimin taşınması esnasında balıkta giydiğim kıyafetlerimin hiçbiri gelmemişti. Üstüne üstlük tulum çizmem de evin temizliği esnasında çöplerin arasına karışıp çöpü boylamıştı. İşler tam da istediğim gibi ters gidiyordu, hiç sesimi çıkarmadım. Bugüne kadar ne zaman her şeyim tastamam balığa çıksam hüsranla sonuçlanmıştır. Ne zaman eksik ekipmanla balığa gitsem bir şekilde av iyi geçmiştir. İnternetten Bodrum'daki gün doğum saatini kontrol edip 1 saat öncesine alarmımı kurdum. Yataktan kalkıp hazırlanmam, arabayı çalıştırıp avlağa varmam her şekilde yarım saati bulacaktı. Bu sayede en verimli vakit olan gün doğumundan yarım saat öncesinde sahteyi yüzdürüyor olacaktım. Bu noktada işler tam planladığım gibi gitti. Günün ilk ışıkları arkamdaki tepelerin ardındaki karanlığı delmeye başlarken ben at çeke başlamıştım. Sahteyi attığım yerin sol tarafı aşırı sığlık, sağ tarafında ise tekneler bağlı. Bu durum atış açımı oldukça sınırlandırıyor. Bunun üstesinden suya girerek geliyordum ancak maalesef kasık çizmesi olmayınca suya da girmem mümkün olmadı. Önce 10 cm kırmızı kafa Pelican Nitro'yu yüzdürdüm. Tahmini 30 cm kadar dalan bu sahte önümdeki sığlıkta çok takılma yapınca yerini Ima Komomo Slim 9,5 cm'e bıraktı. 15-20 cm kadar dalan bu sahte ani hareketleri pek sevmiyor. Yavaş sarım ve yumuşak aksiyonlarda ise harika iş çıkarıyor. Denizin siyahlığının griye döndüğü vakite kadar etrafımda birkaç oynak dışında kaydadeğer bir şey olmadı. Bu oynakların yerini tespit ettiysem de oynakların hep tonozlu tarafta olmasından dolayı cesaret edip oltamı atamadım. Çok geçmeden bu sefer tam tersi tarafta kıyıya paralel 10-15 metre ötemde bir hareketlenme oldu. Bu alan oldukça sığ olmakla beraber takılmasını göze alıp sahteyi tam oynağın üzerine gönderdim. Daha ilk turu sarıp ne olduğunu anlamadan balık sahtenin üstündeydi. Kalamayı açma gereği bile duymadım. Yaklaşık 650-700 gramlık ispendeği doğrudan karaya aldım. Her zamanki gibi ilk işim karaya yeni çıkan balığı fotograflamak oldu. Fotograflama faslı bitip balığı güvenli bir yere alacakken arkamdan aniden fırlayan hınzır bir kedi neredeyse kendi cüssesindeki balığı tek hamlede ağzına aldı. İkimiz de avcı içgüdüsüyle hareket ettik, kediyi daha hareket edemeden ensesinden yapıştığım gibi balıktan uzaklaştırdım. Benim kol kuvvetim, onun da pençesi... İkimizde birbirimizin canını biraz yaktık, ama kazanan doğal olarak ben olmuştum. Balığı kepçeye koyup denize sarkıttım. Diğer yandan at-çek'e devam ettim.
Amacıma yine ulaşmıştım. Bundan sonra gelenin gidenin olmaması çok da önemli değildi. Olmadı da nitekim. Balığı sudan çıkarıp mezat taşına yatırdım. Balık tüm yüzgeçlerini, galsama kapaklarını açmıştı. Vücudu bir heykel gibi kaskatıydı, pulları sabah güneşinde ışıl ışıl parlıyordu. Karada olmasına rağmen çırpınmıyordu hiç. Bu şartlarda çırpınarak kurtulamayacağını biliyor, lüzumsuz yere asaletini bozmak istemiyor gibiydi. Birkaç fotografını çektim. Önceki gün suda gerine gerine gezen levrekleri dakikalarca hayran hayran izleyişim aklıma geldi. Ben denizdeki levreği seviyordum, tabaktaki levreği değil. Hiç tereddüt dahi etmeden balığı kavradığım gibi denize usulca iade ettim. Etrafımda bu yaptığımı şaşırarak izleyecek kimseler yoktu kedilerden başka. Muhtemelen kavga ettiğim kedi içinden güzel bir küfür etti. Levrek bıraktığım yerde bir süre kaldıktan sonra yine asaletini bozmadan yavaşça çekip gitti. Amatör balıkçılığın asıl güzelliğinin öldürmekte değil, bağışlamakta olduğunu tekrar hatırladım. Boş kovayı mezat tezgahının altına bırakıp büyük bir keyifle evin yolunu tuttum.
Çok uzun zamandır denizden ve balıktan uzaktım. Soğuk geçen kış, balık yokluğu, yoğun iş temposu ve daha bir çok bahaneden ötürü elime Ocak başından bu yana olta almamıştım. Bu dönemde biraz bunalmış olmalıyım ki, ani sayılabilecek bir kararla gelecek sene Ağustos ayında bitecek askerlik tecilimi bozdurup, Nisan ayında askere gitmek üzere karar aldırdım. Haliyle Mart sonu itibariyle işimden ayrılıp, evimi boşaltıp Bodrum yolunu tuttum. Her zaman heyecanla yaptığım bu yolculuk bu sefer biraz buruktu. Her ne kadar çok keyif almasam da İstanbul'daki yaşamımı, konforumu en az 6 aylığına terk ediyor, bilmediğim bir yolculuk öncesi son rahat günlerimi geçirmek üzere yola çıkıyordum. Mevsim itibariyle de balık avlamaya çok müsait bir dönem olmayınca içimde bu tatilin heyecanı iyiden iyiye azalıyordu.
Gümüşlük'e geldiğim gün üzerimde aşırı bir yorgunluk vardı. Ertesi gün sabah erken kalkıp balığa gitmeyi aklımdan bile geçirmeden yatağa attım kendimi. Gözümü açtığımda saat 12'ydi. Güneş tüm odayı ısıtmış, dışarıdan cıvıl cıvıl kuş sesleri geliyordu. Bodrum'un en sevdiğim zamanıdır bahar ayları. Ülkenin kuzeyi daha kış uykusundan uyanamamışken, çoktan canlanmış bir doğa görmek insana en kötü zamanında bile enerji verir. Öyle de oldu. Balkona çıkıp derin bir nefes aldım ve içimdeki tüm bitkinliği o nefesle dışarı attım. Merdivenlerden aşağı inip çoktan hazır bekleyen kahvaltı sofrasında güzel bir kahvaltı ettim. Benden daha keyiflisi yoktu artık. Dışarıdaki havanın güzelliğini kaçırmadan kendimi dışarı attım. Her zamanki gibi ilk durağım Gümüşlük iskelesiydi. Daha iskeleye adımımı basar basmaz teknelerin tonoz ipleri arasında salınan 700-800 gramlık bir levrek karşıladı beni. Çok geçmeden de ailenin diğer üyeleri. Levreğin en çok bulunması gereken sonbahar kış aylarında bile iskelenin altında nadiren levrek görürken şimdi 5-6 tane levrek salına salına iskelenin etrafını turluyordu. İçlerinde çok büyük balıklar yoktu gerçi, ama bu bile damarlarımdaki kanın akışını hızlandırmaya yeterdi. İçimden çok bilmiş bir ses sürekli "bu mevsimde sahteye vurmaz" dese de onu dinlemeye hiç niyetim yoktu. Akşam eve döner dönmez ilk işim ertesi sabah için takımları hazırlamak olacaktı.
Akşam önce sahteleri elden geçirdim, bazılarının halkaları kısmen paslanmış olsa da sorun çıkarabilecek düzeyde değillerdi. Oltadan yana sıkıntım yoktu. Ancak iş ertesi sabah ne giyeceğime gelince ortalık karıştı. İstanbul'daki evimin taşınması esnasında balıkta giydiğim kıyafetlerimin hiçbiri gelmemişti. Üstüne üstlük tulum çizmem de evin temizliği esnasında çöplerin arasına karışıp çöpü boylamıştı. İşler tam da istediğim gibi ters gidiyordu, hiç sesimi çıkarmadım. Bugüne kadar ne zaman her şeyim tastamam balığa çıksam hüsranla sonuçlanmıştır. Ne zaman eksik ekipmanla balığa gitsem bir şekilde av iyi geçmiştir. İnternetten Bodrum'daki gün doğum saatini kontrol edip 1 saat öncesine alarmımı kurdum. Yataktan kalkıp hazırlanmam, arabayı çalıştırıp avlağa varmam her şekilde yarım saati bulacaktı. Bu sayede en verimli vakit olan gün doğumundan yarım saat öncesinde sahteyi yüzdürüyor olacaktım. Bu noktada işler tam planladığım gibi gitti. Günün ilk ışıkları arkamdaki tepelerin ardındaki karanlığı delmeye başlarken ben at çeke başlamıştım. Sahteyi attığım yerin sol tarafı aşırı sığlık, sağ tarafında ise tekneler bağlı. Bu durum atış açımı oldukça sınırlandırıyor. Bunun üstesinden suya girerek geliyordum ancak maalesef kasık çizmesi olmayınca suya da girmem mümkün olmadı. Önce 10 cm kırmızı kafa Pelican Nitro'yu yüzdürdüm. Tahmini 30 cm kadar dalan bu sahte önümdeki sığlıkta çok takılma yapınca yerini Ima Komomo Slim 9,5 cm'e bıraktı. 15-20 cm kadar dalan bu sahte ani hareketleri pek sevmiyor. Yavaş sarım ve yumuşak aksiyonlarda ise harika iş çıkarıyor. Denizin siyahlığının griye döndüğü vakite kadar etrafımda birkaç oynak dışında kaydadeğer bir şey olmadı. Bu oynakların yerini tespit ettiysem de oynakların hep tonozlu tarafta olmasından dolayı cesaret edip oltamı atamadım. Çok geçmeden bu sefer tam tersi tarafta kıyıya paralel 10-15 metre ötemde bir hareketlenme oldu. Bu alan oldukça sığ olmakla beraber takılmasını göze alıp sahteyi tam oynağın üzerine gönderdim. Daha ilk turu sarıp ne olduğunu anlamadan balık sahtenin üstündeydi. Kalamayı açma gereği bile duymadım. Yaklaşık 650-700 gramlık ispendeği doğrudan karaya aldım. Her zamanki gibi ilk işim karaya yeni çıkan balığı fotograflamak oldu. Fotograflama faslı bitip balığı güvenli bir yere alacakken arkamdan aniden fırlayan hınzır bir kedi neredeyse kendi cüssesindeki balığı tek hamlede ağzına aldı. İkimiz de avcı içgüdüsüyle hareket ettik, kediyi daha hareket edemeden ensesinden yapıştığım gibi balıktan uzaklaştırdım. Benim kol kuvvetim, onun da pençesi... İkimizde birbirimizin canını biraz yaktık, ama kazanan doğal olarak ben olmuştum. Balığı kepçeye koyup denize sarkıttım. Diğer yandan at-çek'e devam ettim.
Amacıma yine ulaşmıştım. Bundan sonra gelenin gidenin olmaması çok da önemli değildi. Olmadı da nitekim. Balığı sudan çıkarıp mezat taşına yatırdım. Balık tüm yüzgeçlerini, galsama kapaklarını açmıştı. Vücudu bir heykel gibi kaskatıydı, pulları sabah güneşinde ışıl ışıl parlıyordu. Karada olmasına rağmen çırpınmıyordu hiç. Bu şartlarda çırpınarak kurtulamayacağını biliyor, lüzumsuz yere asaletini bozmak istemiyor gibiydi. Birkaç fotografını çektim. Önceki gün suda gerine gerine gezen levrekleri dakikalarca hayran hayran izleyişim aklıma geldi. Ben denizdeki levreği seviyordum, tabaktaki levreği değil. Hiç tereddüt dahi etmeden balığı kavradığım gibi denize usulca iade ettim. Etrafımda bu yaptığımı şaşırarak izleyecek kimseler yoktu kedilerden başka. Muhtemelen kavga ettiğim kedi içinden güzel bir küfür etti. Levrek bıraktığım yerde bir süre kaldıktan sonra yine asaletini bozmadan yavaşça çekip gitti. Amatör balıkçılığın asıl güzelliğinin öldürmekte değil, bağışlamakta olduğunu tekrar hatırladım. Boş kovayı mezat tezgahının altına bırakıp büyük bir keyifle evin yolunu tuttum.
Sizi kutlarım. Avınız daim olsun, rastgele.
YanıtlaSiltebrik ederim, rastgele
YanıtlaSilYazı ve sportif davranışınızdan dolayı tebrik ederim. Daha önceden oltanıza yakalanmış bir balığın şu an hala denizde yüzüyor olma ihtimalini düşünmek bile insana mutluluk veriyor...
YanıtlaSil