29 Ocak 2015 Perşembe

Fırtına Sonrası Shore Jigging Bereketi

Nihayet hayallerim gerçek oldu. 2014 temmuz başı itibariyle hayranı olduğum şehre, Antalya'ya, yeniden taşındım. Taşındım yerine evimi taşıdım desem daha doğru olacak. Zira evimi yerleştirir yerleştirmez işim icabı geçici olarak İstanbul'a yerleştiğim için hayallerimi bir süre ertelemek zorunda kaldım. 2014 aralık ortasına kadar evime dönme fırsatım olmadı. Kısacık bir tatil kaçamağıyla evime döndüğümde ise oltamı Akdeniz'in bereketli sularıyla buluşturmak için can atıyordum.

Antalya'ya varışım tam da şiddetli bir yağış ve fırtına sisteminin bitişine denk geldi. Günlerdir süren sağnak yağmur ve fırtına dinmiş olsa da deniz hala karışıktı. Fırtınadan arta kalan soluğanların ( ölü dalga ) dövüp, köpük köpük karıştırdığı kayalık kıyılarda, büyüğünden küçüğüne bir çok balık türünün iştirak ettiği beslenme çılgınlıklarının meydana gelme ihtimali yüksektir. Bunu Antalya'daki meramda daha önce defalarca kere tecrübe etmiş, bu tarz havalarda özellikle shore jigging yöntemiyle çok keyifli ve bereketli avlar gerçekleştirmiştim. Şans eseri, mevsim ve deniz durumu itibariyle çok verimli bir döneme denk gelen bu birkaç günlük Antalya ziyaretimde de ağırlıklı olarak aynı teknikle avlanmak niyetindeydim. Daha önceleri karşılarında aciz kaldığım büyük balıklarla mücadele edebilmek için edindiğim 2 parçalı 274 cm, 120 g atarlı bir kamış ve 5500 kalibre kuvvetli bir makineden oluşan yeni shore jigging takımlarım ve 18-60 g arasında değişen farklı marka ve modelelerdeki jiglerimle güzel balıklar kandırabilmeyi umuyordum.

Antalya'ya varışımın ertesi sabahı soluğu liman mendireğinin dış tarafına bakan kayalıklarda aldım. Soluğanlar tam da istediğim gibi kayaların aşağısına inmeme müsaade etmeyecek şekilde kıyıyı dövüyordu. Vakit kaybetmeden yüksekçe bir kayanın üzerine çıkıp heyacanlı bir şekilde oltamı suyla buluşturdum. Yaklaşık 70-80 m mesafelere gönderdiğim 28-30 gram ağırlığındaki jiglere yaralı balık aksiyonları yaptırarak 1 saat kadar atıp çektiğim halde istediğim vuruşlar gelmeyince oltamın ucundaki jigi daha hafif bir tanesiyle değiştirdim. Yarım saat kadar deneyip hafif jiglerle de vuruş alamayınca şansımı liman içinde denemeye karar verdim. Yeni meramda liman rıhtımından önüme sarkıttığım 10.5 gramlık jig daha ilk atışımda dibe takılıp koptu. Sıkıcı başlayan avı biraz eğlenceli hale getirmek için yakışıklı bir yazılı hani hedefiyle 2 gramlık zokaya 5 cm boyunda pembe bir silikon kurt iliştirip önüme sarkıttım. Silikon kurdu dibin hemen üzerinden yukarı aşağı oynatarak rıhtım boyunca yürümeye başlamıştım ki oltamın ucu kuvvetli bir balık tarafından aşağı basıldı. Beklediğimden çok daha kuvvetli bir vuruştu bu. Yazılı hani olmasına imkan yoktu, kuvvetine bakılırsa kiloya yakın bir lahoz olmalıydı oltanın ucundaki. Birdenbire bütün sıkıntım geçmiş, saniyeler içinde içimi bir heyecan ve mutluluk duygusu sarmıştı. Balık durmadan aşağı doğru basarken ben de mağaraya girmesine müsaade etmemek için balığı dipten yükseltmeye çalışıyordum. Nihayet balık yüzeye yaklaştığında sabırsızlıkla bulanık suyun içindeki karartıyı görmeyi beklerken oltanın ucundaki balık tüm ihtişamıyla parladı. Lahoz değildi. Göz alıcı renkleriyle muhteşem bir sinarit palazıydı bu. Sevincim bir kat daha artmış şekilde balığı kaldırıp dışarı aldım. İleride ne denli bir canavara dönüşeceğinin ispatı niteliğindeki sivri dişleri ve parlak pullarının üzerindeki renk cümbüşüyle asalet timsali olan bu güzel balığı çabucak telefonumun kamerasıyla fotoğraflayıp ileride çok daha ciddi bir mücadelede karşılaşmak üzere ait olduğu yere gönderdikten sonra avı sonlandırdım.


Aynı günün akşamı da LRF takımlarıyla birkaç güzel balık kandırma umuduyla liman içindeydim. Hedefimdeki melanurları yemli takımlarla da kolaylıkla yakalayabileceğimi bildiğim halde her zaman avcılığından daha çok keyif aldığım minyatür sahte yemlerle denemeyi seçtim. Hava kararmak üzereyken vardığım merada 8.5 ve 10.5 gram ağırlığındaki jiglerle verim alamayınca takım çantamdaki, çok güvendiğim, 2.5 cm ve 1.5 g ağrlığındaki karides takliti yemle denemeye karar verdim. Liman rıhtımından 10 m açığa gönderdiğim karides sahtesine dipten 1-2 m yukarıda düzensiz zıplatma hareketleri yaptırarak melanurları kandırmaya çalıştım. Karides sahtesiyle ikinci atışımda beklediğim vuruş geldi. Makarasında 0.16 mm monoflament misina sarılı olan çok hafif LRF takımımla trofe keyfi yaşatan bir mücadelenin ardından hatrı sayılır büyüklükteki melanuru dışarı almayı başardım. Balığı fotoğraflama işlemiyle uğraşırken hava tamamen kararınca koyu renkli karides sahtesinin avlanma zamanının geçtiğine kanaat getirip ava 2 gramlık bir zokaya iliştirdiğim 2 cm'lik koku esanslı silikon kurtla devam ettim. Çok geçmeden güzel bir melanur daha kandırıp sonraki yarım saat içinde başka vuruş alamayınca avı sonlandırdım.




Ertesi sabah, gün ağarırken, tral sürülerinin merama uğramış olmasını ümit ederek mendireğin dış tarafındaki yerimi aldım. Makinesinde 0.26 mm monoflament misina sarılı olan spin takımımla 70-80 m mefaseye gönderdiğim 30 gramlık jigi diplettikten sonra shore jigging aksiyonlarıyla çekmeye başladım. Jigi yarı mesafeye kadar çektiğimde nihayet hasret kaldığım o güçlü vuruş geldi. Aksiyon verirken yukarı doğru sertçe vurdurduğum kamışım sağlam bir kayaya takılmış gibi olduğu yerde mıhlanıp kaldı. Bu kesinlikle o balıktı. Çılgınlar gibi sağa, sola ve aşağı basan bu balık kilo üzeri bir tral olmalıydı. Misinanın kayalara sürtünüp kopmasını önlemek için kamışı yukarı kaldırıp olabildiğince hızlı sarmaya çalışıyordum. Heyecan dolu birkaç dakikanın ardından kıyıya yaklaştırdığım balığı görünce yanılmadığımı anladım. Çok yakışıklı bir tral oltanın ucunda hiç yorulmamışcasına sağa sola fişeklemeye devam ediyordu. İyice önüme yaklaştırıp kepçe kullanmadan dikkatli bir şekilde dışarı aldım. Hayranı olduğum balığı çabucak ağzındaki jigle fotoğraflayıp oltadan çıkardıktan sonra ikinci atışımı gerçekleştirdim. Jig aynı yerden geçerken yine balık yapıştı. Anlaşılan önümde kalabalık bir sürü vardı. Aylardır hayalini kurduğum bu özel anı kaçırmamak ve fırsattan istifade yeni aldığım jigleri denemek için balığı dışarı alıp 28 g'lık yeni bir jig taktıktan sonra vakit kaybetmeden vuruş aldığım noktanın 5 m açığına gönderip aksiyona başladım.



Üçüncü atışımda gelen üçüncü vuruş diğerlerinden daha kuvvetliydi. Balık aşağı doğru olanca gücüyle bastıkça esneyen misinamla birlikte sinirlerim de gerilmiş bir şekilde balığı yükseltmeye çalışıyordum. Korkuyla karışık heyecan dolu bir mücadelenin ardından diğerlerinden daha irice olan bu trali de dışarıya almayı başardım. Takım değiştirme zamanım gelmişti. Boylarına göre çok ciddi mücadele veren traller için bile makinemdeki 0.26 mm monoflament misina riskliyken bu takımla iri bir sinarit, akya, sarı kuyruk ya da lahoz karşısında hiç şansım yoktu. Spin takımımı kenara bırakıp aynı jigi makinesinde 0.18 mm 8 kat örgü ip ve 2 metre 0.40 mm florocarbon şok lider olan shore jigging takımımın ucuna bağladıktan sonra dördüncü atışımı gerçekleştirdim. Her an vuruş gelecekmiş gibi heyecanla beklediysem de bu defa boş geçti. Belli ki sürü kaymıştı. Birkaç saniye denizi izleyip sol çaprazımda su yüzeyinde kaçışan balıkları fark edince atış yapacağım yönü belirledim. Atışımı gerçekleştirdiğim anda su yüzeyi kaçışan yüzlerce yavru balık ve onlara saldıran trallerle karıştı. Aksiyon vermeye bile gerek görmeden hızlı bir şekilde sarmaya başladım. Jig beslenme çılgınlığının ortasından geçerken öyle bir vuruş geldi ki heyecandan yüreğim yerinden çıkacaktı. Balığın kuvveti karşısında adrenalin seviyem tavan yaptı. İpimin sağlamlığına güvenip korkmadan asılmaya başladım. Nihayet kıyıya getimeyi başardığımda karşılaştığım balık beklediğimden çok küçüktü. Günün en büyük trali olmasına rağmen mücadele olması gerekenden çok daha çetin geçmişti. O an durumun ipten kaynaklandığını anladım. Monoflament misinadan farklı olarak esnemesi sıfır olan örgü iple balığın bütün darbelerini oltamın ucunda hissetmiş, bu nedenle oltanın ucundakinin daha büyük bir balık olduğu yanılgısına kapılmıştım.






Beslenme çılgınlığı tüm hızıyla devam ederken oltamı tekrar suyla buluşturmadan önce telefonla Recep Kartal abimi arayıp balık durumu hakkında haberdar ettikten sonra 28 gramlık farklı model bir jig takıp ava devam ettim. Vuruşlar ardı ardına devam etti. Örgü misinam sayesinde vuran her balıkta korkusuzca ve oltanın ucundaki balığın tüm hareketlerini hissetmenin keyfini çıkararak mücadele ettim. Yakaladığım her balığı fotoğraflayıp ölümsüzleştirme işiyle oyalanırken bir nevi sürüye de kaçma şansı tanıyordum. Recep abim meraya vardığında 6. tralimi fotoğraflamakla meşguldüm. Ona da kullandığım jiglerden birini verip vakit kaybetmeden ava devam ettik. Yarım saat içinde birlikte 4 balık daha kandırıp avı sonlandırdık. Nicedir hayalini kurduğumdan daha bereketli bir av yaşarken, uzun süredir çantamda duran 4 farklı jigin de testini gerçekleştirme fırsatı bulmuştum.




Antalya'da bulunduğum takip eden iki sabah suyunda da aynı merada, aynı yöntemle şansımı denedim. İlk gün 3, ikinci gün 1 adet yakışıklı tral daha kandırdıktan sonra tatilim sona erdi. Şükürler olsun ki kısacık Antalya kaçamağımda birbirinden güzel fotoğraflar eşliğinde yazıya dökmeye çalıştığım bu unutulmaz avı yaşama şansı buldum. Antalya'ya temelli yerleştikten sonrası için shore jigging takımlarıyla yakışıklı sarı kuyruklar ( Seriola dumroli ) yakalamanın hayalini kuruyorum. Kim bilir, belki bir sonraki Antalya maceramın konusu bu olur...




6 Ocak 2015 Salı

Aralık Paşaları

Spin yöntemiyle levrek avı bilgi, tecrübe ve sabır isteyen bir iştir. Hele ki levreği Marmara'da kovalamak niyetindeyseniz daha da sabırlı olmanız gerekir. Levreğin menüsünün başında gelen teke, yengeç, mamun ve midye kurdu gibi kolay avlar bu denizimizde bolca bulunur. Bu nedenle Marmara'daki levrekler büyük ve hızlı avlara her zaman rağbet etmez. Marmara bölgesindeki nüfus yoğunluğu beraberinde av baskısı, deniz trafiği, ışık ve gürültü kirliliğini de beraberinde getirir. Bunların hepsi zaten ürkek ve hassas bir balık olan levreği sessiz, sakin, kuytu yerlere iter. Levrek hedefindeki bir oltacı için birinci adım levreğin yatak yaptığı yerleri bulmak olmalıdır. Dere ağızları, büyük liman mendireklerinin iç ve dış kısımları, dip tabiatı kum, yosun, midyelik karışımı olan sığlıklar levreğin sevdiği meralardır. Ama iş bu kadarla bitmez. Ekonomik değeri çok yüksek olan levreğin üzerindeki av baskısı ne yazık ki bu güzel balığın bir çok meradan tamamen silinmesine sebep olmuştur. Bu yüzden haklı olarak çoğu oltacı bildiği levrek meralarını kimseyle paylaşmaz. İş levreğin yatak yaptığı yeri bulmakla da bitmez. Levrek yılın herhangi bir zamanında, günün herhangi bir saatinde yeme vurabilir. İşte bu yüzden levrek hedefindeki bir spincinin en çok ihtiyacı olan şey sabırdır. Kimi zaman tek bir levrek için saatlerce, günlerce, aylarca sabırla atıp çekmek gerekebilir.

İstanbul'da okuduğum yıllar öncesinden bildiğim, zamanında çok büyük levrekler yakaladığım bakir bir meram var. İşim icabı 2014 yaz ortasından itibaren geçici olarak İstanbul'da yaşadığım süre içerisinde bu merayı yoklamamak olmazdı. Ağustos ortasından itibaren levrek hedefli at-çek denemelerine başladım. Haftada en az 1-2 sefer olacak şekilde özellikle gün batımından, gün doğumuna kadar olan aralıkta denemeler yaptım. Tüm ısrarlarıma rağmen önceki senelerde en verimli avlarımı gerçekleştirdiğim eylül, ekim ve kasım aylarını boş geçip umudumu kesmek üzereyken, genç ve hevesli bir hobidaşım olan Sefa Yıldırım ile tekrar şevke geldim. Yalnız başıma gittiğim avlarda 1 saat boşa atıp çektikten sonra sıkılıp avı bırakırken Sefa ile 2-3 saat boyunca sıkılmadan at-çek yapabiliyorduk. Aralık başında, gün batımından gece yarısına kadar olan zaman aralığında gerçekleştirdiğimiz 2 avdan boş döndükten sonra 4 aralık sabahı şansımızı gün doğumdan önceki periyotta denemeye karar verdik.

05:00'da meraya vardığımızda hava puslu, deniz süt limandı. Umutsuzca, yapmak zorunda olduğumuz bir görevi icra edercesine atıp çekmeye başladık. İkimizin oltasının ucunda da 145 mm'lik süt beyaz renkte uzun, ince yapılı maket balıklar takılıydı. Ava başladıktan yaklaşık yarım saat sonra kıyıya 10 m kala oltam olduğu yerde mıhlanıp kaldı. İlk başta sahteyi dibe taktığımı düşündüysem de balığın kafa darbelerini hissedince adrenalin seviyem yükseldi. Aylardır beklediğim vuruş nihayet gelmişti. Misinanın kıyıdaki kayalıklara sürtünüp kopmasını engellemek için kamışın ucunu havaya kaldırıp balığı su yüzeyine çıkarmaya çalışarak mücadeleye başladım. Balık yüzeye çıkıp su üstünde sağlam bir şapırtı koparınca rahatladıysam da bu rahatlamam kısa sürdü. Çok zorlamadığım halde balık oltadan kurtulmayı başardı. Karanlıkta balığının boyutunu seçememiştim bile. Kaçırdığıma değil de balığı göremediğime üzülerek ava devam ettim.

Kaçan balıktan sonra daha bir şevkle atıp çekmeye başladık. 1 saat boyunca yer değiştirerek denediğimiz halde ikimiz de başka vuruş alamadık. Sabah ezanı okunmuş ama henüz havada aydınlanma emareleri başlamamıştı. Dalgın bir şekilde atıp çekmeye devam ederken sağlam bir vuruş daha aldım. Vuruş açıkta ve derinde geldiği için balık olduğundan emindim. Kalp atışlarım yeniden hızlandı. Bu seferkini de kaçırmamak için içimden dualar etmeye başladım. Oltanın ucundaki balık ağır ama kendinden emin bir şekilde kalama alıyordu. Amacım balığı açıkta yorduktan sonra dibe dalmasına müsaade etmeden kıyıdaki sığ kayalığa yaklaştırmaktı. Heyecan dolu birkaç dakikanın ardından balığın hareketleri yavaşlayınca sakin bir şekilde sarmaya başladım. Balık su sathını yararak kıyıya yaklaşırken her an dibe fişekleme riskine karşın kamışımın ucunu olabildiğince havada tutuyordum. Balık kıyıdan 5 m mesafeye geldiğinde Sefa'ya beklemesi gereken yeri gösterip kepçeyi suya 45 derece açıyla sokmasını söyledim. Balık usulca kepçeye doğru yaklaşırken büyüklüğünü görmek için sabırsızlanıyordum. Nihayet balık kepçenin içine girerken kapkalın gövdesini fark ettim. O an dünyalar benim oldu. Kepçenin içinde çok yakışıklı bir paşa yatıyordu. Şükürler olsun ki aylar süren denemelerimin mükafatını çok güzel bir levrekle almıştım. Sefa'ya teşekkür edip vakit kaybetmeden ava devam etmesini hatırlattıktan sonra kepçenin içindeki büyüleyici balığı seyre daldım. 15-20 dakika daha atıp çektikten sonra avı sonlandıran Sefa'nın yardımıyla birbirinden güzel fotoğraflar çekerek bu unutulmaz avı ölümsüzleştirdik.





Sonunda balığın havasını ya da beslenme saatini bulmuştuk. Bu, birkaç gün sürecek bir furya olabileceği gibi o güne özel bir olay da olabilirdi. Sefa'yla beraber takip eden günlerde de aynı zaman diliminde denemeye karar verdik. Ertesi sabah yine aynı saatte aynı meradaki yerimizi alıp at-çeke başladık. Moral olması için bir önceki gün balığı aldığım süt beyaz sahteyi Sefa'ya verip kendi takımımın ucuna aynı modelin altı turuncu, yanları süt beyaz, sırtı sarı renkli olanını takmıştım. Yarım saat kadar boşa atıp çektikten sonra saat 05:30 gibi 10 metre ilerimdeki Sefa'nın panik halinde "abi yapıştı!" diye bağırdığını duydum. Kamışının ucu yay gibi eğilmiş, makinesi müthiş bir süratle misina boşaltıyordu. Avdan önce makinesinin kalama sıkılığını bana ayarlattığı için oltasının ucundakinin dev bir balık olduğuna emindim. Sefa'nın daha önce bu büyüklükte bir balıkla mücadele etmediğini bildiğim için mücadele kısmını devralmayı teklif ettiysem de "ben hallederim abi" diyerek teklifimi geri çevirdi. Balık hızla makarayı boşaltarak sığ kayalığa paralel bir şekilde ilerlerken Sefa tecrübesizliğinden kayaların üzerinden balığın peşi sıra koşmak, misinayı tutup balığın hızını yavaşlatmak ya da balığın yönünü değiştirmek gibi manevraları yapamayınca balık misinayı kayalara sürtüp koparmayı başardı. Belki de olması gereken buydu. Mücadeleyi bana bırakmış olsa balığı çıkarabilecektik belki ama bu acı tecrübeyi yaşayarak öğrenme şansını kaybetmiş olacaktı.

Moral bozukluğuyla kopan sahtesinin yerine atış mesafesi bakımından daha üstün ve dalma derinliği biraz daha fazla olan sırtı sarı, karnı ve yanları parlak renkli 125 mm ve 21 g'lık başka bir sahte takıp ava devam etti. Kaçırdığı balığın üzerinden en fazla 15 dakika geçmişti ki bir vuruş daha aldı. Bu seferki balık ilkinden çok daha sakin görünüyordu. Sefa balıkla mücadele ederken ben de gerekli yönlendirmeleri yaparak mücadelesine destek oluyordum. 2-3 dakikalık bir mücadelenin ardından balığı usulca kepçenin içine sokmayı başardık. Hatırı sayılır büyüklükteki bu levrek Sefa'nın hayatı boyunca yakaladığı en büyük levrekti. Vakit kaybetmeden keyfimiz yerin gelmiş bir şekilde ava dönüp atıp çekmeye devam ettik. Kısa bir süre sonra kıyıdan 10 m kadar açıkta ben de günün ilk vuruşunu aldım. Kısa ama keyifli bir mücadelenin ardından 2 kilo civarındaki balığı kepçelemeyi başardık. Av çok keyifli başlamıştı. Anlaşılan merada beslenmeye güdülenmiş güzel bir levrek sürüsü vardı. Morallerimiz yüksek bir şekilde atıp çekmeye devam ettik. Sabah ezanının okunmasına az bir vakit kala ilk yakaladığımdan biraz küçükçe bir levrek daha kandırmayı başardım. Kapanış ise sabah ezanından yaklaşık 10 dakika sonra Sefa'dan geldi. Sefa'nın son aldığı balık da hemen hemen benim ikinci aldığım balıkla aynı boydaydı.





Sefa'yla birlikte gün doğumundan önce gerçekleştirdiğimiz ikinci spin avında 5 vuruş alıp 4 güzel levreği daha dışarı çıkarınca, balığın beslenme saatini bulduğumuza kesin kanaat getirdik. Her ikimiz de hayal ettiğimizden fazlasını yakaladığımız için rahatlamıştık. Bundan sonraki günlerde boş dönsek de üzülecek halimiz yoktu ama yine de ertesi sabah aynı heyecanı yaşamak için can atıyorduk. Heyecandan rüyamızda bile levrek kovaladığımız kısa bir uykunun ardından 05:00 gibi aynı meradaki yerlerimiz aldık. Bu defa benim oltamın ucunda da Sefa'nın bir önceki gün kullandığı 125 mm ve 21 gramlık maket balığın süt beyaz olanı takılıydı. Meraya varır varmaz yaklaşık 50 metrelere gönderdiğim sahtemle atıp çekmeye koyuldum. Önceki günlerde olduğu gibi sahte yeme aksiyon yaptırmadan düz ve ağır tempoda sarıyordum. Ava başlayalı henüz birkaç dakika olmuştu ki kıyıya 10 metre kala beklediğim vuruş geldi. Kafa darbelerinden anladığım kadarıyla çok iri bir balık değildi. Kolayca su üstüne çıkardığım balığı kalama almasına müsaade etmeden çekmeye karar verdim. Balık kafasını sağa sola sallayarak usul usul kıyıya gelirken yem ağzından fırlayıverdi. Balık kurtulmuştu. O an yaptığım hatanın farkına vardım. Şayet balığı bir an önce çekmeye çalışmak yerine ters istikamette yüzüp dibe dalmasına müsaade etseydim sahte yemin boşta kalan kancaları da balığın yanağına takılabilir, böylece balığın kurtulma ihtimali azalabilirdi. Neyse ki kaçan balık çok büyük olmadığı için dersimi alıp fazla üzülmeden ava devam ettim.

Aynı kayanın üstünden farklı sektörlere doğru atışlarıma devam ederken 05:30 gibi bir vuruş daha aldım. Bu defa daha dikkatliydim. Balığın birkaç sefer aşağı fişeklemesine müsaade edip boştaki kancaların yanağına takılmasına fırsat verdim. Kısa bir mücadelenin ardında kepçeye sokmayı başardığımız balık neredeyse sahte yemin üstündeki tüm kancalara takılmıştı. Sefa atıp çekmeye devam ederken ben de arka tarafta karga burun yardımıyla balığın ağzındaki kancaları çıkartma işine giriştim. Neredeyse 5 dakikalık uğraştan sonra balığı oltadan kurtarıp sahtemi yeniden suyla buluşturur buluşturmaz bir vuruş daha geldi. İlkiyle hemen hemen aynı boydaki bu balığı da kepçeledikten sonra 07:00'a kadar başka vuruş alamayınca avı sonlandırdık.



Tahmin edebileceğiniz gibi takip eden günlerde de aynı saatlerde, aynı merada levrek kovaladık. Ve yine tahmin edebileceğiniz gibi her güzel rüyanın sonu olduğu gibi, 3 günlük rüyamız da son buldu. Sonraki günlerde Sefa'yla ne kadar denediysek de başka vuruş alamayınca hedef değiştirmeye karar verdik. Bugünlerde pruvamızda Marmara'nın ağır abisi baltabaş karagözler var. Bu gece ( 5 Ocak 2015 ) birkaç tanesini kandırmayı başardık bile. Onların hikayesi de başka yazıya...