Antalya'ya varışım tam da şiddetli bir yağış ve fırtına sisteminin bitişine denk geldi. Günlerdir süren sağnak yağmur ve fırtına dinmiş olsa da deniz hala karışıktı. Fırtınadan arta kalan soluğanların ( ölü dalga ) dövüp, köpük köpük karıştırdığı kayalık kıyılarda, büyüğünden küçüğüne bir çok balık türünün iştirak ettiği beslenme çılgınlıklarının meydana gelme ihtimali yüksektir. Bunu Antalya'daki meramda daha önce defalarca kere tecrübe etmiş, bu tarz havalarda özellikle shore jigging yöntemiyle çok keyifli ve bereketli avlar gerçekleştirmiştim. Şans eseri, mevsim ve deniz durumu itibariyle çok verimli bir döneme denk gelen bu birkaç günlük Antalya ziyaretimde de ağırlıklı olarak aynı teknikle avlanmak niyetindeydim. Daha önceleri karşılarında aciz kaldığım büyük balıklarla mücadele edebilmek için edindiğim 2 parçalı 274 cm, 120 g atarlı bir kamış ve 5500 kalibre kuvvetli bir makineden oluşan yeni shore jigging takımlarım ve 18-60 g arasında değişen farklı marka ve modelelerdeki jiglerimle güzel balıklar kandırabilmeyi umuyordum.
Antalya'ya varışımın ertesi sabahı soluğu liman mendireğinin dış tarafına bakan kayalıklarda aldım. Soluğanlar tam da istediğim gibi kayaların aşağısına inmeme müsaade etmeyecek şekilde kıyıyı dövüyordu. Vakit kaybetmeden yüksekçe bir kayanın üzerine çıkıp heyacanlı bir şekilde oltamı suyla buluşturdum. Yaklaşık 70-80 m mesafelere gönderdiğim 28-30 gram ağırlığındaki jiglere yaralı balık aksiyonları yaptırarak 1 saat kadar atıp çektiğim halde istediğim vuruşlar gelmeyince oltamın ucundaki jigi daha hafif bir tanesiyle değiştirdim. Yarım saat kadar deneyip hafif jiglerle de vuruş alamayınca şansımı liman içinde denemeye karar verdim. Yeni meramda liman rıhtımından önüme sarkıttığım 10.5 gramlık jig daha ilk atışımda dibe takılıp koptu. Sıkıcı başlayan avı biraz eğlenceli hale getirmek için yakışıklı bir yazılı hani hedefiyle 2 gramlık zokaya 5 cm boyunda pembe bir silikon kurt iliştirip önüme sarkıttım. Silikon kurdu dibin hemen üzerinden yukarı aşağı oynatarak rıhtım boyunca yürümeye başlamıştım ki oltamın ucu kuvvetli bir balık tarafından aşağı basıldı. Beklediğimden çok daha kuvvetli bir vuruştu bu. Yazılı hani olmasına imkan yoktu, kuvvetine bakılırsa kiloya yakın bir lahoz olmalıydı oltanın ucundaki. Birdenbire bütün sıkıntım geçmiş, saniyeler içinde içimi bir heyecan ve mutluluk duygusu sarmıştı. Balık durmadan aşağı doğru basarken ben de mağaraya girmesine müsaade etmemek için balığı dipten yükseltmeye çalışıyordum. Nihayet balık yüzeye yaklaştığında sabırsızlıkla bulanık suyun içindeki karartıyı görmeyi beklerken oltanın ucundaki balık tüm ihtişamıyla parladı. Lahoz değildi. Göz alıcı renkleriyle muhteşem bir sinarit palazıydı bu. Sevincim bir kat daha artmış şekilde balığı kaldırıp dışarı aldım. İleride ne denli bir canavara dönüşeceğinin ispatı niteliğindeki sivri dişleri ve parlak pullarının üzerindeki renk cümbüşüyle asalet timsali olan bu güzel balığı çabucak telefonumun kamerasıyla fotoğraflayıp ileride çok daha ciddi bir mücadelede karşılaşmak üzere ait olduğu yere gönderdikten sonra avı sonlandırdım.
Aynı günün akşamı da LRF takımlarıyla birkaç güzel balık kandırma umuduyla liman içindeydim. Hedefimdeki melanurları yemli takımlarla da kolaylıkla yakalayabileceğimi bildiğim halde her zaman avcılığından daha çok keyif aldığım minyatür sahte yemlerle denemeyi seçtim. Hava kararmak üzereyken vardığım merada 8.5 ve 10.5 gram ağırlığındaki jiglerle verim alamayınca takım çantamdaki, çok güvendiğim, 2.5 cm ve 1.5 g ağrlığındaki karides takliti yemle denemeye karar verdim. Liman rıhtımından 10 m açığa gönderdiğim karides sahtesine dipten 1-2 m yukarıda düzensiz zıplatma hareketleri yaptırarak melanurları kandırmaya çalıştım. Karides sahtesiyle ikinci atışımda beklediğim vuruş geldi. Makarasında 0.16 mm monoflament misina sarılı olan çok hafif LRF takımımla trofe keyfi yaşatan bir mücadelenin ardından hatrı sayılır büyüklükteki melanuru dışarı almayı başardım. Balığı fotoğraflama işlemiyle uğraşırken hava tamamen kararınca koyu renkli karides sahtesinin avlanma zamanının geçtiğine kanaat getirip ava 2 gramlık bir zokaya iliştirdiğim 2 cm'lik koku esanslı silikon kurtla devam ettim. Çok geçmeden güzel bir melanur daha kandırıp sonraki yarım saat içinde başka vuruş alamayınca avı sonlandırdım.
Ertesi sabah, gün ağarırken, tral sürülerinin merama uğramış olmasını ümit ederek mendireğin dış tarafındaki yerimi aldım. Makinesinde 0.26 mm monoflament misina sarılı olan spin takımımla 70-80 m mefaseye gönderdiğim 30 gramlık jigi diplettikten sonra shore jigging aksiyonlarıyla çekmeye başladım. Jigi yarı mesafeye kadar çektiğimde nihayet hasret kaldığım o güçlü vuruş geldi. Aksiyon verirken yukarı doğru sertçe vurdurduğum kamışım sağlam bir kayaya takılmış gibi olduğu yerde mıhlanıp kaldı. Bu kesinlikle o balıktı. Çılgınlar gibi sağa, sola ve aşağı basan bu balık kilo üzeri bir tral olmalıydı. Misinanın kayalara sürtünüp kopmasını önlemek için kamışı yukarı kaldırıp olabildiğince hızlı sarmaya çalışıyordum. Heyecan dolu birkaç dakikanın ardından kıyıya yaklaştırdığım balığı görünce yanılmadığımı anladım. Çok yakışıklı bir tral oltanın ucunda hiç yorulmamışcasına sağa sola fişeklemeye devam ediyordu. İyice önüme yaklaştırıp kepçe kullanmadan dikkatli bir şekilde dışarı aldım. Hayranı olduğum balığı çabucak ağzındaki jigle fotoğraflayıp oltadan çıkardıktan sonra ikinci atışımı gerçekleştirdim. Jig aynı yerden geçerken yine balık yapıştı. Anlaşılan önümde kalabalık bir sürü vardı. Aylardır hayalini kurduğum bu özel anı kaçırmamak ve fırsattan istifade yeni aldığım jigleri denemek için balığı dışarı alıp 28 g'lık yeni bir jig taktıktan sonra vakit kaybetmeden vuruş aldığım noktanın 5 m açığına gönderip aksiyona başladım.
Üçüncü atışımda gelen üçüncü vuruş diğerlerinden daha kuvvetliydi. Balık aşağı doğru olanca gücüyle bastıkça esneyen misinamla birlikte sinirlerim de gerilmiş bir şekilde balığı yükseltmeye çalışıyordum. Korkuyla karışık heyecan dolu bir mücadelenin ardından diğerlerinden daha irice olan bu trali de dışarıya almayı başardım. Takım değiştirme zamanım gelmişti. Boylarına göre çok ciddi mücadele veren traller için bile makinemdeki 0.26 mm monoflament misina riskliyken bu takımla iri bir sinarit, akya, sarı kuyruk ya da lahoz karşısında hiç şansım yoktu. Spin takımımı kenara bırakıp aynı jigi makinesinde 0.18 mm 8 kat örgü ip ve 2 metre 0.40 mm florocarbon şok lider olan shore jigging takımımın ucuna bağladıktan sonra dördüncü atışımı gerçekleştirdim. Her an vuruş gelecekmiş gibi heyecanla beklediysem de bu defa boş geçti. Belli ki sürü kaymıştı. Birkaç saniye denizi izleyip sol çaprazımda su yüzeyinde kaçışan balıkları fark edince atış yapacağım yönü belirledim. Atışımı gerçekleştirdiğim anda su yüzeyi kaçışan yüzlerce yavru balık ve onlara saldıran trallerle karıştı. Aksiyon vermeye bile gerek görmeden hızlı bir şekilde sarmaya başladım. Jig beslenme çılgınlığının ortasından geçerken öyle bir vuruş geldi ki heyecandan yüreğim yerinden çıkacaktı. Balığın kuvveti karşısında adrenalin seviyem tavan yaptı. İpimin sağlamlığına güvenip korkmadan asılmaya başladım. Nihayet kıyıya getimeyi başardığımda karşılaştığım balık beklediğimden çok küçüktü. Günün en büyük trali olmasına rağmen mücadele olması gerekenden çok daha çetin geçmişti. O an durumun ipten kaynaklandığını anladım. Monoflament misinadan farklı olarak esnemesi sıfır olan örgü iple balığın bütün darbelerini oltamın ucunda hissetmiş, bu nedenle oltanın ucundakinin daha büyük bir balık olduğu yanılgısına kapılmıştım.
Beslenme çılgınlığı tüm hızıyla devam ederken oltamı tekrar suyla buluşturmadan önce telefonla Recep Kartal abimi arayıp balık durumu hakkında haberdar ettikten sonra 28 gramlık farklı model bir jig takıp ava devam ettim. Vuruşlar ardı ardına devam etti. Örgü misinam sayesinde vuran her balıkta korkusuzca ve oltanın ucundaki balığın tüm hareketlerini hissetmenin keyfini çıkararak mücadele ettim. Yakaladığım her balığı fotoğraflayıp ölümsüzleştirme işiyle oyalanırken bir nevi sürüye de kaçma şansı tanıyordum. Recep abim meraya vardığında 6. tralimi fotoğraflamakla meşguldüm. Ona da kullandığım jiglerden birini verip vakit kaybetmeden ava devam ettik. Yarım saat içinde birlikte 4 balık daha kandırıp avı sonlandırdık. Nicedir hayalini kurduğumdan daha bereketli bir av yaşarken, uzun süredir çantamda duran 4 farklı jigin de testini gerçekleştirme fırsatı bulmuştum.
Antalya'da bulunduğum takip eden iki sabah suyunda da aynı merada, aynı yöntemle şansımı denedim. İlk gün 3, ikinci gün 1 adet yakışıklı tral daha kandırdıktan sonra tatilim sona erdi. Şükürler olsun ki kısacık Antalya kaçamağımda birbirinden güzel fotoğraflar eşliğinde yazıya dökmeye çalıştığım bu unutulmaz avı yaşama şansı buldum. Antalya'ya temelli yerleştikten sonrası için shore jigging takımlarıyla yakışıklı sarı kuyruklar ( Seriola dumroli ) yakalamanın hayalini kuruyorum. Kim bilir, belki bir sonraki Antalya maceramın konusu bu olur...