22 Haziran 2016 Çarşamba

LRF Paşaları

Antalya'ya döndükten 1 hafta sonra 3 günlük kısa bir izin imkanı bulunca, hem annemi ziyaret etmek, hem de biraz kafa dağıtmak için otobüse atlayıp Kocaeli Değirmendere'nin yolunu tuttum. Peki peki, lafı dolandırmaya gerek yok, LRF takımlarımı da aldım yanıma. Mart sonu İzmit Körfezi'nde en bereketli LRF furyasının başlangıcıdır. Bu bölgede Mart sonuyla Haziran başı arasındaki dönem, iri istavrit, mırmır, eşkina, levrek, baltabaş karagöz ve minekop gibi büyük balıkları kandırmak için en uygun dönemlerin başında gelir. Haziran ayı itibariyle kıyıları küçük istavrit, izmarit, ispari, iskorpit, kaya balığı gibi balıklar bastığı için büyük balıkların yeme vurma yoğunluğu da nispeten azalır. Nisan ve Mayıs ayları kadar yoğun balık olmayacağını bilsem de bu kısa izin kaçamağından umutluydum. Balık tutamasam bile körfezin usta LRF'cilerinden Ömer Soyak'la sohbet ederek olta atmak bile güzel olurdu.

İlk 2 günü olta atamadan geçirdikten sonra nihayet 19 Mart akşamı Ömer Soyak'la kısa bir LRF kaçamağı yapmak üzere sözleştik. Ömer'in fazla vakti olmadığı için beraber en fazla 1 saat olta atabilecektik. Mera seçimimizi daha önce çok bereketli iri istavrit ve mırmır avları gerçekleştirdiğimiz yosun, kum karışımı sığlık meradan yana kullanıp incecik LRF takımlarımız ve silikon kurt/jighead kombinasyonlarıyla atıp çekmeye başladık. Benim elimdeki takım 226 cm, 5-12 g kamış, 20 kalibre makine, 0.07 mm 4 örgü ip ve 1 kulaç 0.18 mm monoflament öncü misinadan oluşuyordu. Kullandığım yem ise gece avlarında favori rengim olan pembe renkli 5 cm'lik silikon kurt ve iğnesinin sağlamlığına çok güvendiğim 2.5 g, 6 no jighead kombinasyonuydu. Mera çok sığ olduğu için yemlerimiz suya düşer düşmez makinemizin telini kapatıp aksiyon vermeden orta hızda sarıyorduk. Bu şekilde 20 dakika kadar atıp çektiğimiz halde vuruş gelmedi. Anlaşılan beklediğimiz iri istavrit sürüleri meraya inmemişti. Şansımızı biraz da 100 m solumuzda kalan iskelenin yanından denemeyi teklif ettiğim halde Ömer kabul etmeyince 10 dakika sonra geri gelirim diyerek Ömer'in yanından ayrıldım.

Yanıma kepçe ya da yedek yem almadan sadece elimdeki kamışla iskelenin yanına kadar yürüyüp atışımı gerçekleştirdim. İlk atışım yaklaşık 20 m mesafeye, iskelenin ayaklarının dibine düştü. Yemin 4-5 m derinlikteki dibe inmesini bekledikten sonra aksiyonsuz orta hızda sarımla çekmeye başladım. Her an iri bir istavrit vuracakmış gibi heyecanla beklediğim halde vuruş gelmedi. Takip eden 4-5 atışta da vuruş alamayınca umudum azaldı. İri istavrit sürüleri burada da değildi. Sabırla denersem mutlaka eşkina, mırmır, karagöz hatta levrek gibi güzel bir balık kandırabileceğime inanıyordum ama vaktimiz sınırlıydı. Ömer'in yanına dönmeden önce son atışlarımı yaptığım sırada beklediğimden daha kuvvetli bir vuruş geldi. Kamışım 2 büklüm olmuş halde makinemden müthiş bir hızla ip boşalıyordu. İncecik takımla adamın dizlerini titretecek cinsten bir kuvvetti bu. Çaresizce balığın yavaşlamasını beklerken o tam tersine daha hızlı fişekledi ve oltadan kurtuldu. Oltayı sarıp yemi kontrol ettiğimde iğnede her hangi bir açılma yoktu. Balık iğneden kurtulup kaçmayı başarmıştı. Heyecandan elimin, ayağımın titremesi geçmeden aynı bölgeye doğru atıp çekmeye devam ettim.

Kaçan balıktan 2 atış sonra kıyıdan 10 m kadar açıkta çok sağlam bir vuruş daha geldi. Yine kamışımı iki büklüm yapan balık muazzam bir hızla kalama alıyordu. Oltanın ucundaki balık her neyse kaçan balıkla aynı türden bir balık olmalıydı. Balık hiç durmadan makinemden ip boşaltırken işimi garantiye almak için kalamamı bir tık gevşetip dua etmeye başladım. Çok şükür ki balık iskelenin ayaklarına doğru değil de açık alana doğru yüzmüştü. Birden kepçemin olmadığı aklıma gelince telefonla Ömer'i aramaya karar verdim. Cebimden çıkardığım telefonla Ömer'i arayıp hoparlörü açıktan sonra telefonu yanımdaki kayanın üzerine bıraktım. Ömer telefonu açınca şunları söylediğimi hatırlıyorum; "Abi çabuk kepçeyi al gel, oltanın ucunda çok büyük bir balık var. Çabuk gel abi!". Ömer 2 dakika sonra her zamanki sakin tavırlarıyla yanıma geldiğinde ben de balığı kontrolüm altına almayı başarmış ama henüz ne olduğunu görememiştim. İyice yorulan balığı kıyıya biraz daha yaklaştırınca suyun üstünde salladığı koca kuyruğunu ve pırıl pırıl gövdesini fark ettik. Oltanın ucundaki LRF takımları için hatrı sayılır boyda bir levrekti. Balığı kaçırmamak için dualar ederek dikkatli bir şekilde kepçenin içine sokunca dünyalar benim oldu. Bu, o zamana kadar LRF takımlarıyla aldığım en büyük levrekti. Avı sonlandırmadan önce bu muhteşem balığı fotoğraflama işine koyulmuşken Ömer'den çok güzel bir teklif geldi. Balığı çabucak fotoğrafladıktan sonra kamera kaydı eşliğinde ölçüm yaparak salarsak hem amatör balıkçılara iyi örnek olacak hem de "Geleceğe Bir Umut Bırak" adlı facebook grubunun düzenlemiş olduğu ödüllü levrek salma yarışmasında birinci sıraya yükselecektik. Ömer'in teklifini sevinçle kabul edip kamera kaydı eşliğinde ölçütüğümüz 62 cm'lik levreği denize iade ettikten sonra avı sonlandırıp evlerimize döndük.





Eve döner dönmez avın fotoğraflarını düzenleme işine koyuldum. İçime sinen birbirinden güzel fotoğraflar olduğunu görünce mutluluğum katlandı. Bana bu denli bir mutluluk yaşatıp geride birbirinden güzel fotoğraflar ve video görüntüsü bırakan bu yakışıklı levreği saldığım için kendimi bir kez daha taktir ettim. Mutlu ve huzurluydum ama bir yanım merada kalmıştı. Değirmendere'ye arabasız geldiğim için 10 dakika içinde 2 levrek vuruşu aldığım merayı bırakıp eve gelmek zorunda kalmıştım. Zaman ilerledikçe denizin çağrısı karşı konulamaz bir hal aldı. Ne yapıp edip benimle balığa gelecek biri bulmalıydım. Telefonuma sarılıp İstanbul Anadolu yakasında yaşayan Selçuk Ataç abimi aradım. Selçuk abi de sanki bu teklifi bekliyormuş gibi aramızda 100 km'den fazla mesafe olduğu halde hemen arabasına atlayıp yola koyuldu. Telefonu kapatmadan önce "Abi acelemiz yok, sakin sakin gel" demeyi de unutmamıştım. Telefon görüşmemizden yaklaşık 1 saat 15 dakika sonra Selçuk abiyle Değirmendere'de buluşup meranın yolunu tuttuk. Meraya varıp oltalarımızı suyla buluşturmaya hazır hale getirdiğimizde saat 01:30'u gösteriyordu.

Balıkları kaçırmamak için fısıltıyla konuşarak usulca iskelenin yanına yanaşıp ilk atışlarımızı gerçekleştirdik. İkimizin oltaların ucunda da aynı 5 cm'lik pembe silikon kurtlar takılı olsa da jighead'lerimiz farklıydı. Yarım saat kadar ikimiz de vuruş alamadan atıp çektikten sonra ilk vuruş bana geldi. Bu muazzam kuvvet ve hız levrekten başkasına ait olamazdı. Akşamki avın aksine bu sefer daha sakindim. Balık hiç durmayacakmış gibi fişeklerken keyifle kalamanın sesini dinledik. Nihayet balık yorulma emareleri gösterince mücadele sırası bana geçti. Kah çekip kah balığın kalama almasına müsaade ederek önümüze kadar getirdiğim balığı Selçuk abinin yardımıyla kepçeleyip dışarı aldık. Yaklaşık 1.5 kiloluk levrekle çabucak birkaç kare fotoğraf çektirdikten sonra sürüden bir balık daha kandırabilmek umuduyla ava dönüp at-çeke devam ettik.


10 dakika kadar sonra benim oltama kuvvetli bir vuruş daha geldi. Bu da diğerleri gibi hatrı sayılır bir levrekti. Çok keyifli bir mücadelenin ardından bu balığı da kepçeleyip dışarı almayı başardık. Kendimden çok, uzaktan gelen misafirimin balık yakalamasını istediğim için elimde yedeği olmayan silikon kurt/jighead kombinasyonunu Selçuk abiye verip ben başka bir muadil yemle denemeye başladım. Ne hikmetse 15-20 dakika sonra gelen vuruş yine benim oltama oldu. Yine güzel bir levrek olduğunu tahmin ettiğim balık müthiş bir süratle sağa sola fişeklerken oltadan kurtulup kaçmayı başardı. Kaçırdığım balıktan sonra tekrar yem değiştirip bu defa favori kurşun kafalı silikon balık modelimin glow ( fosforlu ) renkli micro versiyonu ile denemeye devam ettim. Ben alacağım keyfi almış artık sadece Selçuk abinin de güzel bir levrek kandırması için dua ediyordum. Selçuk abinin nasipsizliği miydi yoksa bir şeyleri farklı mı yapıyorduk bilmiyorum ama bir sonraki vuruş yine bana geldi. Diğerleriyle hemen hemen aynı boydaki bu levrek de keyifli bir mücadelenin ardından kepçeye girdi. Avın devamında Selçuk abinin de vuruş alması için oltalarımızı değiştirmek dahil her yolu denediğimiz halde ikimize de vuruş gelmedi. Benim için çok bereketli ama Selçuk abi için talihsiz geçen avımızı gün ağarırken sonlandırıp kısa bir fotoğraf faslından sonra beraber kahvaltı yapmak üzere Değirmendere sahiline geçtik.




3 günlük kısacık bir izin için 650 km yol gittiğime fazlasıyla değmiş, unutamayacağım bir LRF levrek avı gerçekleştirmiştim. Nasıl şanslı bir günümdeysem yanımdakiler vuruş alamazken benim oltama vuran 6 levrekten 4 tanesini dışarı çıkarabilmiştim. Balık işi böyledir işte. Bilgi, beceri ve tecrübe kadar şans da balık avında önemli bir faktördür. Bazen onlar tutar biz bakarız, bazen de biz tutarız onlar bakar. Selçuk abiyle beraber av yapmaya devam edeceğimize göre bu avın rövanşı bir gün elbet olacaktır. Kim bilir belki sıradaki yazılardan birinin konusu da Selçuk abiyle rövanş avımız olur...


16 Haziran 2016 Perşembe

Yuvaya Dönüş

İşim icabı 2 ay boyunca İstanbul ve Ege şehirlerinde kaldıktan sonra nihayet mart ayının ikinci haftasında Antalya'daki evime döndüm. Her ne kadar, Antalya'dan ayrı kaldığım 2 aylık sürenin büyük kısmında ailemle birlikte olsam da insan kendi evini, düzenini ve yaşadığı şehri özlüyor. Tabi ki meraları da unutmamak lazım. İtiraf etmeliyim ki bu süre zarfında en çok da Antalya'daki meralarımda av yapmayı özledim. Antalya'ya vardıktan sonra en fazla bir gün sabredebildim ve 10 mart sabahı gün ağarırken özlediğim mendirek kayalıklarının üzerinden hızlı adımlarla yürüyüşe başlayıp 15 dakika sonra yaklaşık 1 km'lik parkurun sonundaki burna ulaştım.

Hava tam Shore Jigging havasıydı. Mendireğin dış cephesini ve burnunu dövüp, köpük köpük karıştıran dalgalar tercihimi Shore Jigging yapmaktan yana kullanmamı sağladı. 318 cm, 2-4 oz kamış, 20 kg drag gücü olan 65 kalibre makine, 0.30 mm 8 kat örgü ip ve 1 kulaç 0.60 mm FC lider kombinasyonundan oluşan yeni ağır siklet at-çek takımımın ucuna yeni aldığım 40 g zebra glow renkli jigi takıp başladım aksiyona. 20 m'yi bulan derinliklerde, daha çok kısa ve seri zıplatma aksiyonlarıyla yemi dipten orta suya kadar yükseltip tekrar dibe inmesini bekliyor ve bu hareketi yineleyerek yem kıyıya gelene kadar tekrarlıyordum. Bu şekilde sinaritten lahoza, orfozdan yazılı orkinosa kadar çok çeşitli balıklar kandırabilme ihtimalim olsa da benim aklımda hep hayranı olduğum dev sarı kuyruklar, namı diğer kuzular vardı. 1 saat kadar mendirek burnundan liman içine, boğaza ve dış tarafa doğru farklı sektörlerde atışlar gerçekleştirdiğim halde vuruş gelmedi.

Ava başlarkenki heyecanım azalmış, artık yapılması gereken bir görev gibi aksiyonlara devam ediyordum. Çok yorucu olan kısa darbeli, seri sarımlı aksiyonlar yerine neredeyse tamamen büyük ve fasılalı vurdurma aksiyonuna dönmüştüm. Can sıkıntısından kim bilir zihnimde neler dolaşıyorken kıyıya yakın mesafede gelen sağlam bir vuruşla hayaller aleminden uyandım. Nihayet hayalini kurduğum kuzuyu yakalamış olabilir miydim? Heyecandan dizime kadar vuran dalgalara aldırış etmeden kayaların üstünden bir kaç adım aşağı inip yukarı doğru sert vurdurma aksiyonları ve seri sarımla mücadeleye başladım. İlk vuruş anındaki kuvvetten aşırı heyecanlanmama sebep olan balığın aslında çok da büyük olmadığını anlamam uzun sürmedi. Cüssesine göre biraz fazla güç uygulayıp çabucak yüzeye çıkardığım balığın 2 kilo civarı bir yazılı orkinos olduğunu görünce biraz hayal kırıklığına uğrasam da oldum olası sevdiğim yazılı orkinoslar da benim için değerli avlardı. Uzun aradan sonra Antalya'daki ilk avımı tek balıkla sonlandırıp mutlu bir şekilde mendirek kayalıklarının üzerinden geri dönüş yoluna geçtim.



Ertesi gün, 11 mart sabahı da gün ağarırken aynı parkurdan koşar adımlarla yürüyüşe başladım. Bu sefer hava sakin ve deniz pürüzsüz olduğundan mendirek kayalıklarının iç kısmından 42 gramlık kurşun kafalı silikon balıklarla denemek niyetindeydim. Bir önceki bahar ve sonbahar aylarında bu bölgeden aynı yemlerle çoğunluğu kum gridası ( Epinephelus aeneus ) olan çok sayıda lahoz türü kandırmıştım. Bu balıkları, düşük eğimle derinleşen kayalık meralarda kıyıdan yakalamanın ne kadar zor bir iş olduğunu defalarca kere yaşadığım acı tecrübelerden sonra öğrendim. Bu balıklar kesinlikle ince takım kullanmaya ya da mücadele esnasında kalama vermeye gelmez. Güçlü takımlar ve tamamen kapalı kalama ile çok süratli bir şekilde çekilmediği taktirde ilk fırsatta mağaraya girerek takımı kesen bu agrasif delikanlıların gücünü asla hafife almamam gerektiğini bildiğimden her türlü önlemimi almıştım. İri bir lahoz tutmayalı uzun zaman olmuştu. Acaba meraya teşrif etmişler miydi yoksa henüz zamanı gelmemiş miydi? Bu düşünceler içinde üzerinden olta atabileceğim, suya yakın, yüksekçe bir kaya bulup kalamamı tamamen kapattıktan sonra başladım atıp çekmeye.

Yeni ağır siklet at-çek takımımla yaklaşık 40 m mesafeye gönderdiğim yemi diplettikten sonra kah orta hızda düz sarımla, kah yukarı aşağı zıplatma aksiyonlarıyla çekiyor, kıyıdan 10-15 metre mesafe içindeki aşırı kayalık olan kısım hariç arada dipten yükselen yemi tekrar dipletiyordum. Orfoz, lahoz gibi balıkların avında yem dibe ne kadar yakın olursa başarı ihtimali o kadar yüksek olsa da yem dibe yaklaştıkça takılma ihtimali de artıyor. Bu yüzden dip tabiatını iyi tanıdığım bölgelerde kayaların bitip kumun başladığı kısımda yemi dibe oldukça yakın çekip, kayalık kısımda zemin eğimine göre yemi kademeli olarak dipten yükselterek çekmeye çalışıyorum. Balıklar iştahlı olduğu zamanlarda dipten 2-3 m yüksekten geçen yemi bile yıldırım hızıyla saldırıp yutabiliyor. Sonrasında yaptıkları şey de yıldırım hızıyla mağaralarına geri dönmek oluyor. Bahar sezonunun ikinci mendirek avında hedefime bu belalı balıkları almış mendirek boyunca yer değiştirerek atıp çekmeye devam ediyordum. Ava başlayalı yarım ile 1 saat arası olmuştu ki beklediğim balık oltaya bindi. Balık kıyıdan epey açıkta, kumluk alanda vurduğu için mağaraya girmesine müsaade etmeden kıyıya getirme şansım yüksekti. Ama yine de bu balıkların şakası olmadığını bildiğim için hiç boşluk vermeden çok süratli bir şekilde kamışımı yukarı vurdurarak balığı çekmeye başladım. Kamışım iki büklüm olmuş şekilde, aman tanımadan kıyıya getirdiğim balık yine çok yakışıklı bir kum gridasıydı. Sakince kepçeleyip 2016 senesinin ilk hatrı sayılır kum gridasını dışarı alınca derin bir oh çektim.




Alacağımı almış olmanın rahatlığıyla, kafamda avı büyük ölçüde bitirmiştim. Balığı yakaladıktan sonra benim için en önemli kısım olan fotoğraflama işine geçtim. Özellikle de tamamen ambarlanan 16 cm'lik yemin balığın ağzının içindeki görüntüsünü fotoğraflamamak olmazdı. İçime sinen birkaç fotoğraf karesinden sonra aynı yemle öylesine birkaç atış daha gerçekleştirip avı sonlandırdım. Şükürler olsun ki Antalya'ya döndükten hemen sonra deniz bana cömert davranmış ve özlediğim balıklara çabucak kavuşmamı sağlamıştı. Sırada koca bir sezon, yeni hayaller ve yeni heyecanlar var...