16 Haziran 2016 Perşembe

Yuvaya Dönüş

İşim icabı 2 ay boyunca İstanbul ve Ege şehirlerinde kaldıktan sonra nihayet mart ayının ikinci haftasında Antalya'daki evime döndüm. Her ne kadar, Antalya'dan ayrı kaldığım 2 aylık sürenin büyük kısmında ailemle birlikte olsam da insan kendi evini, düzenini ve yaşadığı şehri özlüyor. Tabi ki meraları da unutmamak lazım. İtiraf etmeliyim ki bu süre zarfında en çok da Antalya'daki meralarımda av yapmayı özledim. Antalya'ya vardıktan sonra en fazla bir gün sabredebildim ve 10 mart sabahı gün ağarırken özlediğim mendirek kayalıklarının üzerinden hızlı adımlarla yürüyüşe başlayıp 15 dakika sonra yaklaşık 1 km'lik parkurun sonundaki burna ulaştım.

Hava tam Shore Jigging havasıydı. Mendireğin dış cephesini ve burnunu dövüp, köpük köpük karıştıran dalgalar tercihimi Shore Jigging yapmaktan yana kullanmamı sağladı. 318 cm, 2-4 oz kamış, 20 kg drag gücü olan 65 kalibre makine, 0.30 mm 8 kat örgü ip ve 1 kulaç 0.60 mm FC lider kombinasyonundan oluşan yeni ağır siklet at-çek takımımın ucuna yeni aldığım 40 g zebra glow renkli jigi takıp başladım aksiyona. 20 m'yi bulan derinliklerde, daha çok kısa ve seri zıplatma aksiyonlarıyla yemi dipten orta suya kadar yükseltip tekrar dibe inmesini bekliyor ve bu hareketi yineleyerek yem kıyıya gelene kadar tekrarlıyordum. Bu şekilde sinaritten lahoza, orfozdan yazılı orkinosa kadar çok çeşitli balıklar kandırabilme ihtimalim olsa da benim aklımda hep hayranı olduğum dev sarı kuyruklar, namı diğer kuzular vardı. 1 saat kadar mendirek burnundan liman içine, boğaza ve dış tarafa doğru farklı sektörlerde atışlar gerçekleştirdiğim halde vuruş gelmedi.

Ava başlarkenki heyecanım azalmış, artık yapılması gereken bir görev gibi aksiyonlara devam ediyordum. Çok yorucu olan kısa darbeli, seri sarımlı aksiyonlar yerine neredeyse tamamen büyük ve fasılalı vurdurma aksiyonuna dönmüştüm. Can sıkıntısından kim bilir zihnimde neler dolaşıyorken kıyıya yakın mesafede gelen sağlam bir vuruşla hayaller aleminden uyandım. Nihayet hayalini kurduğum kuzuyu yakalamış olabilir miydim? Heyecandan dizime kadar vuran dalgalara aldırış etmeden kayaların üstünden bir kaç adım aşağı inip yukarı doğru sert vurdurma aksiyonları ve seri sarımla mücadeleye başladım. İlk vuruş anındaki kuvvetten aşırı heyecanlanmama sebep olan balığın aslında çok da büyük olmadığını anlamam uzun sürmedi. Cüssesine göre biraz fazla güç uygulayıp çabucak yüzeye çıkardığım balığın 2 kilo civarı bir yazılı orkinos olduğunu görünce biraz hayal kırıklığına uğrasam da oldum olası sevdiğim yazılı orkinoslar da benim için değerli avlardı. Uzun aradan sonra Antalya'daki ilk avımı tek balıkla sonlandırıp mutlu bir şekilde mendirek kayalıklarının üzerinden geri dönüş yoluna geçtim.



Ertesi gün, 11 mart sabahı da gün ağarırken aynı parkurdan koşar adımlarla yürüyüşe başladım. Bu sefer hava sakin ve deniz pürüzsüz olduğundan mendirek kayalıklarının iç kısmından 42 gramlık kurşun kafalı silikon balıklarla denemek niyetindeydim. Bir önceki bahar ve sonbahar aylarında bu bölgeden aynı yemlerle çoğunluğu kum gridası ( Epinephelus aeneus ) olan çok sayıda lahoz türü kandırmıştım. Bu balıkları, düşük eğimle derinleşen kayalık meralarda kıyıdan yakalamanın ne kadar zor bir iş olduğunu defalarca kere yaşadığım acı tecrübelerden sonra öğrendim. Bu balıklar kesinlikle ince takım kullanmaya ya da mücadele esnasında kalama vermeye gelmez. Güçlü takımlar ve tamamen kapalı kalama ile çok süratli bir şekilde çekilmediği taktirde ilk fırsatta mağaraya girerek takımı kesen bu agrasif delikanlıların gücünü asla hafife almamam gerektiğini bildiğimden her türlü önlemimi almıştım. İri bir lahoz tutmayalı uzun zaman olmuştu. Acaba meraya teşrif etmişler miydi yoksa henüz zamanı gelmemiş miydi? Bu düşünceler içinde üzerinden olta atabileceğim, suya yakın, yüksekçe bir kaya bulup kalamamı tamamen kapattıktan sonra başladım atıp çekmeye.

Yeni ağır siklet at-çek takımımla yaklaşık 40 m mesafeye gönderdiğim yemi diplettikten sonra kah orta hızda düz sarımla, kah yukarı aşağı zıplatma aksiyonlarıyla çekiyor, kıyıdan 10-15 metre mesafe içindeki aşırı kayalık olan kısım hariç arada dipten yükselen yemi tekrar dipletiyordum. Orfoz, lahoz gibi balıkların avında yem dibe ne kadar yakın olursa başarı ihtimali o kadar yüksek olsa da yem dibe yaklaştıkça takılma ihtimali de artıyor. Bu yüzden dip tabiatını iyi tanıdığım bölgelerde kayaların bitip kumun başladığı kısımda yemi dibe oldukça yakın çekip, kayalık kısımda zemin eğimine göre yemi kademeli olarak dipten yükselterek çekmeye çalışıyorum. Balıklar iştahlı olduğu zamanlarda dipten 2-3 m yüksekten geçen yemi bile yıldırım hızıyla saldırıp yutabiliyor. Sonrasında yaptıkları şey de yıldırım hızıyla mağaralarına geri dönmek oluyor. Bahar sezonunun ikinci mendirek avında hedefime bu belalı balıkları almış mendirek boyunca yer değiştirerek atıp çekmeye devam ediyordum. Ava başlayalı yarım ile 1 saat arası olmuştu ki beklediğim balık oltaya bindi. Balık kıyıdan epey açıkta, kumluk alanda vurduğu için mağaraya girmesine müsaade etmeden kıyıya getirme şansım yüksekti. Ama yine de bu balıkların şakası olmadığını bildiğim için hiç boşluk vermeden çok süratli bir şekilde kamışımı yukarı vurdurarak balığı çekmeye başladım. Kamışım iki büklüm olmuş şekilde, aman tanımadan kıyıya getirdiğim balık yine çok yakışıklı bir kum gridasıydı. Sakince kepçeleyip 2016 senesinin ilk hatrı sayılır kum gridasını dışarı alınca derin bir oh çektim.




Alacağımı almış olmanın rahatlığıyla, kafamda avı büyük ölçüde bitirmiştim. Balığı yakaladıktan sonra benim için en önemli kısım olan fotoğraflama işine geçtim. Özellikle de tamamen ambarlanan 16 cm'lik yemin balığın ağzının içindeki görüntüsünü fotoğraflamamak olmazdı. İçime sinen birkaç fotoğraf karesinden sonra aynı yemle öylesine birkaç atış daha gerçekleştirip avı sonlandırdım. Şükürler olsun ki Antalya'ya döndükten hemen sonra deniz bana cömert davranmış ve özlediğim balıklara çabucak kavuşmamı sağlamıştı. Sırada koca bir sezon, yeni hayaller ve yeni heyecanlar var...

1 yorum: