7 Ağustos 2012 Salı

Sualtı Fotograf Avcılığına Dönüş: Datça (2. Kısım)

Tatilimin ikinci durağı Datça'nın Palamutbükü koyuydu. Buraya gelmeye balık tutma veya dalış yapma kaygısı olmadan, sadece çevremden duyduğum tavsiyelerden yola çıkarak karar vermiştim. Gerçekten de koy görmeye alışık olmadığımız, insana kendisini tropik bir adada hissettiren maviliğiyle karşıladı bizi. Odaya yerleşir yerleşmez ilk iş kendimi denize attım. Göz alabildiğine bir berraklıkla kucakladı beni deniz. Dipteki çakıl taşları, üzerlerinde tek yosun kalıntısı dahi olmaksızın mermer gibi parıl parıldı. Bu emarelerin ne anlama geldiğini biliyordum. Bir deniz çölüydü burası. Sudaki organik madde miktarı çok az olduğu için deniz böylesine berrak, taşlar bu denli yosunsuzdu. Bunun yanında burada yaşayan canlıların sığınabileceği ne doğru dürüst bir kayalık, ne de eriştelik vardı. Çakılla başlayan ve kumluk devam eden dip yapısı açığa doğru göz alabildiğince uzanıyordu. Anca kıyıdan 100 metre kadar açılınca parça parça eriştelikler başlıyordu. Deniz ilk bakışta adeta bir çöl gibi tamamen cansız gibi görünüyordu. Ama nasıl çöl içinde kendine özgü onlarca türü saklıyorsa, buranın da birçok farklı türe ev sahipliği yaptığından emindim. Aynı çöldeki gibi burada da yaşam kumların içinde gizliydi. Burada yaşayan tüm canlılar var olma savaşında kuma bağımlıydılar. Avlanan da, avlayan da kendini kumda saklıyordu. Ancak bunun bilincindeki gözlerle bakıldığında buradaki hayatı görmek mümkündü. Ben de bu gözle çıktım yola.

Buradaki yaşamı, karadaki çöllerle benzer kılan diğer bir unsur da barındırdığı canlıların çoğunun zehir taşımasıydı. Nitekim ülkemiz sularının en zehirli ailesi trakonyalar bölgede en çok karşılaştığım türlerin başında geliyordu. Yaptığım dalışlarda iki farklı trakonya türüne rastladım.

Trachinus draco (Trakonya)
Trachinus radiatus (Yaldızlı trakonya)

Trachinus radiatus (Yaldızlı Trakonya)

Trakonyalara dalış esnasında dahi çok dikkatli yaklaşmak gerekiyor. Pek çok canlı gibi trakonyalar da kendilerini tehdit altında hissetmedikleri müddetçe tehlikeli olmaz. Yine de bu türe mensup bireyler sırt yüzgeçlerindeki zehrin gücünün farkındadır, ve bu silahlarına haklı bir güven duyarlar. Kendini huzursuz hisseden trakonya ilk aşamada ya kendini kuma gömme, ya da bulunduğu yerden uzaklaşma gibi barışçıl yollara başvurur. Eğer taciz sürerse, kendine tehdit oluşturan canlının yakın çevresinde dolanarak dikenlerini temas ettirmeye çalışır. Bu nedenle trakonyaya olabildiğince sakin bir şekilde ani hareketlerden kaçınarak yaklaşmak ve ısrarcı davranmamak gereklidir.

Trakonyaları neredeyse yaptığım tüm dalışlarda kafamı her çevirdiğim yerde gördüm. Neyse ki bu bölgede denizin hızlı derinleşmesi ve trakonyaların hepsinin insan boyunu geçen yerlerde bulunması denize girenler için olası kazaları önlüyordu.
Kumluk alanda denize girenler için diğer bir tehdit ise vatozlardır. Sanılanın aksine her vatoz türü zehirli değildir. Sadece bazı vatoz türleri kuyruk kısmında bulundurduğu zehirli dikeni bir savunma silahı olarak kullanır. Dalış yaptığım bölgede de rina adıyla da bilinen dikenli vatozlara çokça rastladım. Boyca büyük olmasalar bile sualtında uçan halıyı anımsatan yüzüşleri ile bana muhteşem bir seyir zevki sundular. Vatozlara tepe bölgesinden çok yaklaşılmadığı müddetçe tehlike arz etmezler. İnsanlara karşı fazla çekingen olmamakla beraber, çok rahatsız edilirse genelde ortamdan hızlı bir şekilde uzaklaşırlar.
Dikenli vatoz (Dasyatis pastinca)

Dikenli vatoz (Dasyatis pastinaca)
Dikenli vatoz (Dasyatis pastinaca)

İlk birkaç dalıştan sonra gözüm kuma alıştı. Artık kuma saklandığını zanneden birçok balığı rahatlıkla seçer duruma gelmiştim. Ama bir balık vardı ki, kendim bile nasıl gördüğüme şaşırdım. Gözleri hariç kendisini tamamen kuma gömen bu balığı 5-6 metre yukarıdan seçebilmiştim.

Balon Balığı (Torquigener flavimaculosus)
Sularımıza Kızıldeniz üzerinden gelen balon balığı ailesinin nispeten daha ender görülen cüce bir türüydü bu balık. Diğer yandan, ilk kez sualtında bir balon balığıyla karşılaşıyordum. Bu yüzden kendisini art arda dalışlarla ve flaşlarla uzunca bir müddet taciz ettim. Benden kurtulmak adına çareyi gözden uzaklaştığı her fırsatta kendini kuma gömüp saklanmakta buldu. Yine de istediğim fotografları alana kadar uzunca bir süre benden kurtulamadı.

Balon Balığı (Torquigener flavimaculosus)

Balon Balığı (Torquigener flavimaculosus)
Balon balığı da herhangi bir dikeni olmasa dahi iç organlarında yer alan toksik madde nedeniyle bu çölün zehirli güzellikleri arasında sayılabilir.
Balon balığını geride bırakıp kumlukta yol almaya devam ettim. Dipte yatan pisi balıklarını mükemmel kamuflajlarına karşın rahatlıkla fark edebiliyordum. Bölgede tek tür pisi balığı ile karşılaştım.


Pisi Balığı (Bothus podas)

Kamufle olan diğer balıklar gibi pisi balıkları da, hemen hemen temas mesafesine gelene kadar kamuflajını bozmuyor. Hatta bazı sualtı avcıları kalkan ve dil balığını bu özelliklerinden yararlanarak elle yakalayabilmekte. Benim amacım avlanmak olmadığı için pisi balığının huzurunu çok kaçırmadan uzaklaştım.

Dalışlarımda en çok rastladığım türlerden bir diğeri ise lapin ailesinin sularımızdaki en ilginç görünümlü türü olan ustura balığıydı. Sevimli görünümlerine karşın özellikle sahasını korumakta oldukça agresif olan bu balık, herhangi bir tehlike anında ise kendini inanılmaz bir hızla kuma gömüyor. Ustura balığı trakonya veya balon balığı gibi vücudunu kısmen kuma gömen balıklardan farklı olarak tamamen kumun içinde kayboluyor; istediğiniz kadar kumu eşeleyin izine rastlayamıyorsunuz.


Ustura balığı (Xyrichthys novacula)

Ustura balığı beyazdan, pembe ve yeşile kadar çok farklı renklerde görülebiliyor. Herhangi bir kaynaktan doğrulamasam da parlak renklerin birçok balık türünde olduğu gibi erkeklerde üreme zamanında dişilere gösteriş yapma amacıyla belirginleştiğini düşünüyorum.

Kumluktan bir süre sonra sıkılıp açıktaki erişteliklere palet vurdum. Kumluk alanlarda erişte tarlaları ve kayalıklar, çöldeki vahalar gibi birçok canlıyı etrafına toplar. Buradaki eriştelikte de çeşitlilik kumluğa göre nispeten artıyordu ancak balıkların çoğu kupes, ispari, papaz balığı gibi fotografçılık açısından pek fazla şey vaadetmeyen türlerdi. Eriştelikler arasındaki gezintime devam ederken karşıma fosforlu mavilikleriyle izmaritler çıktı. Onlar erişteler arasındaki yavru balıkların peşinden koşarken ben de onların peşinden koştum. Ortaya da birkaç güzel kare çıktı.

İzmarit (Spicara maena)

İzmarit (Spicara maena)

Tatilin son günü denizden çıkma vakti geldiğinde bir süre denizle kıyının birleştiği yerde durup küçük dalgaların kıyıya vuruşunu izledim denizin altından. İki farklı dünyanın keşiştiği çizgideydim. Bir tarafta kendimi ait hissettiğim, diğer tarafta ise ait olduğum dünya vardı. İçimde hep o çizgide kalma isteği vardı. Ama bir süreliğine ait olduğum dünyaya geçmeye mecburdum. Ben de hiç değilse denizden uzak kaldığım günler için bu anı ölümsüzleştirmeye karar verdim. Birkaç ay sonra tekrar buluşma sözüyle denize veda ettim.

1 yorum: