12 Kasım 2012 Pazartesi

Dağdan İndim Denize - 1

Sonbahar ayları denizden uzak bir balık tutkunu için zorlu geçen aylardır. Balıkçılığın bu en verimli mevsiminde ardı ardına gelen balık haberlerini uzaktan takip etmek bir hayli can sıkıcıdır. Hele sezon böylesine hareketli başlamışken benim gibi, değil denize, su birikintisine dahi hasret yaşarsanız bir aşamadan sonra devreleri yakma noktasına gelirsiniz. Neyse ki, Ağustos ayının sonlarına doğru bu durumu öngörüp, iznimi balık sezonunun en hareketli olacağını düşündüğüm döneme, yani Ekim sonu, Kasım başına ayarlamıştım. Planımda her zamanki gibi hem İstanbul'da, hem Ege'de avlanmak vardı.

Ekim ayı canavar olarak nitelendirilen iri lüfer ve kofanaların Boğaz'a en yoğun giriş yaptığı dönemdir. Bu balıklar kendi türü de dahil olmak üzere, kendisinden daha ufak tüm balıkları önüne katarak oradan oraya gezdirir. Bir bakarsınız denizde kılçık dahi olmadığını düşündüğünüz anda, aniden önünüz savaş alanına dönüverir. Dakikalar içerisinde kovanızı, livarınızı doldurursunuz. Sonra bir anda balık geldiği gibi yok olur. Bundan dolayıdır ki, bu ay içerisinde ya çok iyi avlar yaparsınız, ya da avdan eliniz tamamen boş dönersiniz. Ekim ayı avları pek orta halli olmaz. Eğer biraz daha ufak balık tutmayı göze alırım, ama garantili av yapayım derseniz o zaman Kasım ayının ortalarından Aralık sonuna kadar olan dönemi seçmeniz daha isabetli olur.

Ağustos ortalarında başlayan palamut akışı, Ekim ayının sonlarına doğru hızını kaybeder. Ekim ayı sonrasında da palamut almak mümkünse de, yakalanan balığın hem miktarı, hem büyüklüğünde düşüş görülür.

Avlandığım Ege sahili için ise, Ekim-Kasım dönemi avlanmak için en uygun ayların başında gelir. Kıyıdan avlanabilen hemen her balık türünü bu dönemde yakalamak mümkündür. Bunun yanı sıra, avcılığından keyif aldığım kalamarlar da bu dönemde kıyılara inmeye başlar.

İznimden önceki son günleri bir yandan gelen balık haberlerini takip ederek, diğer yandan tüm bu olasılıkların hayalini kurarak geçirdim.

18 Ekim 2012

Tatilden haftalar öncesinden her türlü planlamaya başlamıştım. Planlamanın ilk ve en önemli ayağı av malzemelerimin İstanbul'a getirilmesiydi. İstanbul'daki evimi askere giderken boşalttığım için olta takımlarımın hepsini Ereğli'deki eve yollamıştım. Güç bela da olsa bunları İstanbul'a getirtmeyi başardım. Planlamanın ikinci ayağında ise av arkadaşlarımla takvimlerimizi çakıştırmak vardı. Neyse ki bu da çok zor olmadı. İzinler alındı ve programlar yapıldı.

Nihayet 18 Ekim sabahı İstanbul Boğazı'nın mis gibi iyot kokulu esintisini ciğerlerime çekiyordum. İlk işimiz sabahın aydınlanmasına yakın üst sularda sahte balıklarla lüferi aramak oldu. Yarım saatlik denememiz doğru zaman, doğru yer ve doğru takım üçlüsünden en az birinde yanıldığımızı gösterdi. Bunun üzerine rotamızı Boğaz'ın kuzey kıyılarına çevirdik. Hedef balığımız palamuttu. Senelerdir özellikle tekneyi Karadeniz'den çektiğimiz tarihten bu yana palamuttan yana yüzüm gülmüyordu. Hiç yakalamıyor değildim, attığımız sahtelere zaman zaman palamutlar geliyordu ama bunlar alışageldiğim takoz palamutlar değildi. Çingene veya çingene irisi denilebilecek 300-400 gramlık balıklardan büyüğüne denk gelemiyordum. Bu sene ise durum farklıydı. Kiloya yakın palamutlar acemisi, ustası bakmaksızın oltaları şenlendiriyordu. Benim de amacım bu iri palamutlar ile uzun süren hasretime son vermekti. Ancak içimde bir tedirginlik vardı. Palamut yapısı itibariyle sürekli harekete ihtiyaç duyan bir balıktır, haliyle oluşturduğu sürüler de benzer davranış gösterirler. Bir gün çok güzel av veren yerde, ertesi gün palamutun izine rastlayamazsınız. Veya balık daha ufak sürüler halinde ve daha dağınıksa, balığın önünüzden geçtiği dakikalarda hatta saniyelerde oltanızın balığın suyunda olması gerekir. Kısacası, palamut avında diğer avlarda olduğundan daha fazla şans faktörü söz konusudur.

Sabahın ilk ışıklarıyla hepimiz oltalarımızı Boğaz'ın serin sularıyla buluşturduk. Palamut hemen her su katmanında bulunabildiği için avcılığını da buna uygun yapmak gerekiyor. Bu nedenle ilk atışımda kurşunun dibe kaç saniyede indiğini saydım ve sonraki atışlarımda buna uygun olarak sahteyi farklı seviyelerden çektim. Bu esnada avlaktaki diğer balıkçıların takım dibe indikten sonra sahteyi olanca hızıyla aralıksız çektiğini gözlemledim. Geçmiş senelerde teknede yaptığım palamut avlarında palamutun bazen sadece yüksek süratte çapari yediğini, hatta uzaktaki oynağa yetişmek için son gazda giderken bile takıma balık taktırdığımızı bilirim. Balığın yine hız istiyor olabileceğini düşünerek ben de benzer yöntemi, sadece ara ara hızımı yavaşlatıp tekrar artırarak uyguladım. İlk yarım saatte dipten de çeksem, yüzeyden de çeksem, ağır da çeksem, hızlı da çeksem gelen giden olmadı. Bunun üzerine takımda ufak bir değişikliğe gidip, sahteyi küçültme kararı aldım. Amacım, sahtenin görünür hızını artırmaktı. Burada bir parantez açıp görünür hızdan ne kastettiğimi açıklamam lazım. Bir karınca ve bir kaplumbağayı ele alalım. 1 cm'lik karınca 10 sn'de 40 cm yol alırken, 10 cm'lik bir kaplumbağanın 10 sn'de 60 cm yol aldığını farz edelim. Bu durumda kaplumbağanın mutlak hızı, karıncanın hızından fazla olacaktır. Ancak karınca aynı süre içinde boyunun 40 katı kadar yol alırken, kaplumbağa yalnızca 6 katı kadar yol alabilmiştir.Aynı durumu sahte balıklara uyguladığımızda 13 cm'lik bir sahte tek turda 100 cm'lik yol alırken boyunun aşağı yukarı 8 katı kadar mesafe katetmiştir, halbuki 5 cm'lik bir sahte aynı turda boyunun 20 katı kadar yol alacaktır. Bu da küçük sahteye göreli olarak daha hızlı kaçıyor izlenimi verecektir. Değişikliği yapmamın ardından çok geçmemişti ki, sahte balık yaklaşık 20 metre ilerimde çakılı kaldı. Bunu sonrasında palamutun sert kafa atışları izledi. Güzel bir balığa benziyordu. Denizden uzak geçirdiğim günlerin verdiği yükten olsa gerek biraz fazla heyecan yapsam da balığı kıyıya aldım. Yıllardır hasret kaldığım boyda, isminin hakkını verebilecek bir palamuttu.


Balığı ellerimin titremesini zaptederek üçlü iğneden çıkardım. Belki tesadüftü, belki yaptığım değişiklik işe yaramıştı. Her ne olursa olsun mutluydum, önemli olan da buydu. Bir süre daha aynı sahte ile devam ettim. Bu esnada av arkadaşlarımdan Emre de biraz daha ince de olsa bir palamutu kandırmayı başarmıştı. 5 cm'lik sahte ile yeterince ısrarcı olduğuma inanıp, 7 cm'lik sahtelerimi denemeye başladım. İkinci sefer ağırlık biraz daha açıkta bindi oltaya. İlk balığı aldıktan sonra bu bonusu olacaktı, bu yüzden içim rahattı. Çok tedirgin olmadan, keyfini çıkara çıkara, doya doya balığı kıyıya kadar getirdim. Bu seferki öncekinden bir boy daha büyüktü. Sudan kaldırırken oltanın esnemesini iyi hesaplayamayıp balığı duvara çarptırsam da düşmedi.
Şanslı günümdeydim. Öğle saatlerine dek denemelerimize devam etsek de sahilde başka balık çıkmadı. Etrafta pek balık çıkmazken 2 balık güzel skordu. Hatta bunca zaman özlemini çektikten sonra bu boydaki 2 balık her türlü güzel skordu. Uzun zamandır hayalini kurduğum av macerasına çok güzel bir başlangıç yapmıştım.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder