9 Nisan 2013 Salı

LRF - Baltabaş Karagöz

Senelik iznimin ilk günlerinde ailemi ziyaret etmek için geldiğim Değirmendere'de gerçekleştirdiğim gece avının tadı damağımda kalmıştı. Otobüse yetişmek zorunda olduğum için 1 saatle sınırlı kalan kısacık avda yakaladığım mırmır ve azman istavritlerle keyifli bir sezon açılışı yapma fırsatı bulmuştum. İzin dönüşünde de 1 günlüğüne uğradığım Değirmendere'de tekrar avlanabileceğim için heyecanlıydım. Bu defa zaman sıkıntısı çekmeden gece yarısına kadar olta atabilecektim. Aynı bereketin devam etmesini umarak hazırlıklarımı yapıp olta atacağım saati beklemeye başladım.

Havanın kararmasına yakın 10 gün önce avlandığım iskelede yerimi aldım. Bir önceki avda olduğu gibi spin takımımın ucuna bağladığım 2 g'lık bir zoka ve pembe renkli silikon kurtla deneyecektim. Bu yöntemle avlandığım her zaman olduğu gibi bu defa da yakalamayı en çok arzuladığım balık mırmırdı. Lezzet bakımından çok iddialı olmasa da spin takımın ucundaki iri bir mırmırla mücadele etmenin keyfine doyum olmaz. Silikon kurtla yakaladığım balıklar arasında mücadele bakımından mırmırla rekabet edebilecek tek balık baltabaş karagözdür. Fakat avlandığım merada baltabaş karagöz popülasyonu düşük olduğu ve nadiren oltaya vurduğu için karagözden yana pek ümidim yoktu.

Hava kararmadan önce yaptığım atışlardan sonuç alamadım. Zaten bu yöntemle iyi sonuç alabilmek için havanın kararması gerektiğini daha önce defalarca kere tecrübe etmiştim. Aslında bunun çok basit bir açıklaması var. Balıklar çoğu zaman belli başlı yemlerle beslenmeye güdülenir. Hedefindeki yem neyse onu arar. Gündüz vakti canlı tekeye çok rağbet eden istavrit, mırmır, ispari, karagöz ve levrek gibi balıklar silikon kurda pek vurmaz. Çünkü hedeflerindeki yem tekedir. Silikon kurtların taklit ettiği midye kurtları gündüz vakti midyelerin arasında gizlendiği halde gece gixlendikleri yerden çıkarak serbest bir şekilde dolaşmaya başlar. Dairevi hareketler yaparak suyun içinde gezinen bu kurtlar bir çok balık türünün iştahını kabartır. Dolayısıyla hedef av haline gelir. Balıkların silikon kurda gece daha çok rağbet etmesi de bundandır.

Hava iyiden iyiye kararınca mola verdiğim ava geri döndüm. Silikon yemimi 5 m kadar önüme sallayıp dibe inmesini bekledikten sonra kah küçük zıplatma hareketleri yaptırıp kah ağır ağır sararak yüzeye doğru çekmeye başladım. Silikon yem yüzeye yaklaşırken ilk vuruş geldi. Yüzeye yakın vurmasından ve mücadele şeklinden tahmin ettiğim gibi hatırı sayılır büyüklükte bir istavriti zorlanmadan dışarı aldım. Ben ilk balığımı kancadan çıkarıp ikinci atışımı yaptığım sıralarda öğleden beri gri bulutlarla kaplı olan gökyüzü yağmur çiselemeye başladı. Bunun bahar mevsiminin özelliği olan uzun süreli bir yağışın başlangıcı olduğunu bildiğim halde moralimi bozmadım. Balık olduktan sonra ıslanmaya değerdi.


İri bir mırmır hayaliyle yaptığım ikinci atışımda da ilk balıkla aynı boyda bir istavrit yakaladım. Anlaşılan önümde güzel bir istavrit sürüsü vardı. Mırmır olmasa da hassas spin takım ve silikon kurtla bu boydaki istavritleri yakalamak da gayet keyifliydi ama yine de mırmır yakalama ihtimalimi arttırmak için yemi dipte daha fazla oyalamaya özen gösteriyordum. Sonraki atışlarımda da peş peşe aynı boyda istavritler yakalamaya devam ettim. Dipte vuran her balıkta mırmır ümidiyle heyecanlansam da her seferinde gelen istavrit oldu. 1,5 saat içinde kovamda epey azman istavrit birikmesine rağmen benim aklım hala mırmırdaydı.

Bu arada avın başından beri çiseleyen yağmur şiddetini arttırmaya başladı. Üzerimdeki kıyafetler yavaş yavaş ıslanıp ağırlaşmasına rağmen ava devam etmeye kararlıydım. Pembe renkli silikon kurdumu bir kez daha salladım. 30 saniye kadar yemin dibe inmesini bekledikten sonra makinemin sarma telini kapatıp aksiyon vermeye başladım. Yemi dipten yarım metre kadar kaldırmıştım ki sağlam bir vuruş aldım. Bu defaki kesinlikle istavrit değildi. Kafa atışlarına bakılırsa çok iri bir mırmır almıştım. Balık durmadan aşağı doğru basıp kaloma alıyordu. Balık o kadar kuvvetli basıyordu ki oltanın ucundakinin mırmır değil de başka bir balık olma olasılığını düşünmeye başlamıştım. Oltanın ucundaki güzel bir baltabaş karagöz olabilirdi mesela. Balığı görmek için can atsam da makinemde 0.22 mm monoflament misina sarılı olduğundan acele etmeden balığın yorulmasını beklemeliydim. Balığı bir kaç kez dipten kaldırdığım halde tekrar aşağı fişekleyip kalama aldı. Nihayet yüzeye yaklaştığında tekrar dibe dalmadan önce bir kaç saniye de olsa suyun içindeki parıltısını gördüm. Kesinlikle mırmırdan daha kalın bir balıktı. Marmara'nın ağır abisi baltabaş karagözdü oltanın ucundaki. Balığı gördükten sonra heyecanım daha da arttı. Aklımdan "ya misinayı dişleyip keserse", "ya iskelenin bacaklarına sararsa" gibi korkular geçtiyse de sakin bir şekilde balıkla mücadele etmeye devam ettim. Nihayet balık yoruldu. Aşağı doğru fişeklemeleri güçsüzleşti, yukarı çekişlerime boyun eğmeye başladı. Ağır ağır sarıp suyun yüzeyine çıkardığımda pes edip yan yattı. Şimdi balığı dışarı almak için bir çözüm düşünmeliydim. Yanımda kepçe yoktu. 0.22 mm misinayla balığı yukarı kaldırmayı denemekse yapılacak son şeydi. 10 m kadar ileride iskelenin karayla birleştiği yerdeki kayalıklara bakıp suyun kenarından balığı elimle alabileceğim bir kayayı gözüme kestirdim. Suyun üstünde yatan balığı ağır ağır kıyıya doğru sürükledikten sonra ıslak kayalar üzerinde kayıp düşmemeye dikkat ederek suyun kenarına indim. Daha önce defalarca kere oltanın ucundaki balığı elimle yakalayarak dışarı çıkarmışlığım olmasına rağmen bu defa baltabaş karagözün vücut formundan dolayı çok zorlandım. Heyecan dolu saniyelerden sonra zorla da olsa ensesinden tutmayı başardığım karagözü dışarı çıkarmayı başardım.





Saatlerdir yağan yağmurun altında sırılsıklam olmuş ama mutlu bir adamdım. Deniz yine cömert davranmıştı bana. Heyecanların, mutlulukların en büyüğünü yaşatıp yüzümü güldürmüştü. Fotoğraf makinesini yağmurdan korumaya özen göstererek yakaladığım karagözle çabucak bir kaç fotoğraf çektirdikten sonra ava geri döndüm. En fazla 20 dakika daha olta sallayıp bir kaç azman istavrit daha alıp avı sonlandırdım. Ben avdan dönerken de iskelenin dibi balık kaynıyordu ama bir gün için bu kadar balık, bu kadar mutluluk yeterdi bana. Onlar ait oldukları yerde yüzmeye devam etsinler. Kim bilir belki ilerde tanışırız kendileriyle...





7 Nisan 2013 Pazar

Turnalı, Levrekli Bir Gün...

Nihayet beklenen haber geldi. Mart başından beri ara ara denediğim halde sonuç alamadığım için bir hafta öncesinde denemeyi bıraktığım bahar levreği furyası benim meramdaki ilk avını vermişti. Haberi alır almaz içimi bir heyecan dalgası sardı. Geçtiğimiz bahar mevsiminde geçici olarak şehir dışında görevli olduğumdan furyayı kaçırmıştım. Bu sene de 3 ay sürecek olan İstanbul görevimin başlamasına 10 gün kaldığı için Samsun'dan ayrılmadan önce keyifli bir levrek avı yapmayı umuyordum. Bir gece öncesinde merada levrek yakalandığı haberi beni öyle heyecanlandırmıştı ki tüm konsantrasyonumu levreğe vermek için arkadaşlarla önceden planladığım turna avı organizasyonunu iptal etmeyi bile düşünmüştüm. Fakat bu düşüncemden çabuk sıyrıldım. Cumartesi sabahı 04:30'da arkadaşlarımla buluşup 40 km mesafede bulunan daha önce hiç avlanmadığım bir merada öğlene kadar turnaya denedikten sonra eve dönüp levrek için takım hazırlayacak, ardından avda kullanmak üzere teke yakalayacak ve akşam hava kararmadan levrek avına başlayıp gece yarısına kadar levreğe deneyecektim. Balık peşinde uzun ve yorucu bir gün geçirecek olsam da hafta sonu yapacak daha keyifli bir işim yoktu.

Sabah kararlaştırdığımız saatte buluşup turna meramıza vardık. Avlanacağımız mera eski kum ocaklarına yağmur sularının birikmesiyle oluşmuş bir göletti. Sazların arasında kalmış bu ufacık göleti görür görmez içimi bir huzur kapladı. İyi ki gelmişim dedim içimden. Sabahın sessizliği içinde 4 arkadaş dağılıp kamışlarımızın ucuna taktığımız çeşitli sahte yemlerle at-çek yapmaya başladık. Çok geçmeden ilk balık bana geldi. 40 cm olan yasal limitin biraz altındaki bu balık kesinlikle hayatımda yakaladığım en yakışıklı turnaydı. Göletin su şartlarından mı, bitkilerle kaplı dip tabiatından mı bilmem ama balığın renk ve desenleri daha önce yakaladığım turnalardan çok farklıydı. Doğa harikası bu küçük ve hassas göletten yakaladığım balıkları boyuna bakmaksızın salmalıydım. Yakaladığım ilk balığın yemi ölümcül şekilde yutmadığına şükredip çabucak bir kaç fotoğraf çektirdikten sonra incitmeden suya saldım.




 Öğlene kadar göletin çevresini olta atarak dolandık. Tahmin ettiğim gibi çok hassas bir ekosisteme sahip olan göletteki turna popülasyonu az miktarda ve genç balıklardan ibaretti. 4 kişi toplam 9 balık yakalayabildik. Benim oltama vuran 4 balıktan 2 tanesi dışındaki tüm balıklar limit altıydı. Balıkların tamamını geri salmayı istediysek de bir tanesi geri salınamayacak kadar yaralı olduğu için alıkoymak zorunda kaldık. Biz balıkları geri salarken şaşkın gözlerle bizi izleyen diğer amatör balıkçılara da umarım örnek olmuşuzdur. Trofe balık yakalayamasak da muhteşem renklere sahip genç turnalarla birbirinden güzel fotoğraflar çektirme şansı bulduğumuz avdan mutlu bir şekilde döndük.





Öğle saatlerine doğru sonlandırdığımız turna avından döner dönmez yemek yeyip biraz dinlendikten sonra akşamki avın hazırlıklarına başladım. Yerine göre değişmekle birlikte Karadeniz'de bahar levreği biraz nazlıdır. Sahte balığa sonbahardaki kadar iştahlı saldırmaz. Bu dönemde levreğe denerken benim favori yemim iri ve canlı tekedir. Rıhtım ve iskele ayakları gibi nispeten derin yerler dışında canlı tekeyle avlanırken genellikle şamandıralı takım kullanmayı tercih ederim. Eğer uzun atışlar yapmam gerekiyorsa şamandıra seçimim ağır top şamandıralardan yana olur. O gün deneyeceğim mera da çok sığ olduğundan top şamandıra altında 1 m'lik 0.24 mm serbest beden ve ucunda tek kancadan ibaret olan bir takım hazırladıktan sonra teke çıkarmak üzere liman içinde bildiğim sığ ve yosunluk bir bölgeye gittim. 1 saatlik uğraş sonucunda yeterince iri teke yakalayıp akşamki avı beklemeye başladım.

Heyecandan akşam olmak bilmedi. Saat 18:00 gibi vardığım merada, bir gece önce levrek alan arkadaşımla beraber iki kişiydik. Havanın kararmasına yaklaşık 1 saat kala oltalarımızı atıp beklemeye koyulduk. Uzun bir süre oltalara dokunan olmadı. Zaten hava kararmadan balık vuracağını pek tahmin etmiyordum. Ara ara yemleri kontrol etmek ve akıntıdan kayan şamandıraların yerini değiştirmek için oltaları çekmemiz dışında hiç bir hareket yoktu. Levrek avının sabır işi olduğunu bildiğimiz için sabırla bekledik. Saat bir gece önceki levreğin yakalandığı vakti gösterdiğinde dikkatimizi toplayıp ava biraz daha konsantre olduk. Ben oltamı çekip yemimi kontrol ettikten sonra tekrar salladım. Şamandıralarımızın üzerinde fosfor bulunmadığı için oltalar elimizde pür dikkat bekliyorduk. Nihayet arkadaşım ilk vuruşu aldı. Sağlam bir tasma vurup mücadeleye başladığını görünce oltayı bırakıp elime aldığım kepçeyle beklemeye başladım. Kesik kesik kaloma almasına bakılırsa 1 kg civarı bir balıktı. Elimde kepçe, balığı görmeyi beklerken, balıkla mücadele eden arkadaşımın elinde tuttuğu olta birden boşalıverdi. Oltayı çekip kontrol ettiğinde kanca sağlam duruyordu. Balık kancadan kurtulmuştu. Bazen her şeyi doğru yapsak bile balık kaçabiliyor. Bu da balıkçılığın bir cilvesi.

Arkadaşım saatlerce bekledikten sonra oltasına vuran tek levreği kaçırmanın üzüntüsüyle yeni bir yem takıp oltasını salladı. Genelde levrekler sürü halinde dolaştığı için peş peşe oltaya vurma ihtimali yüksektir. Bunu bildiğimiz için her ikimiz de ava daha çok konsantre olduk. Çok geçmeden arkadaşımın oltasına bir balık daha vurdu. Bu sefer de kaçmaması için dua ederek dikkatli bir şekilde kıyıya getirdiği 1 kg civarındaki levreği kepçelemeyi başardık. Arkadaşımı tebrik edip oltamın başına döndüm. Her an oltama bir balık vuracakmış gibi heyecanla bekledim. İkinci balıktan sonra bir süre ikimizin oltalarına da vuran olmadı. Sürünün geçmiş olma ihtimalini düşünerek üzüntü duymaya başladığım sırada kayaların arasına dik bir şekilde sabitlediğim kamışımın ucu eğildi. Yerimden fırlayıp tasmayı taktığımda oltanın ucundaki ağırlığın o tarif edilmez mutluluğunu yaşadım. Adrenalin saniyeler içinde tüm vücuduma yayıldı. Kayaların üzerinde dengemi sağlayıp mücadeleye başladım. Balık oltaya yakalanmanın şokuyla fişekleyip bir miktar kaloma aldı. Sakinleşmesini bekledikten sonra ağır ağır sarmaya başladım. Kah fişekleyip kah dinlenerek 2 dk kadar mücadele veren balık sonunda yorulup usulca kepçenin içine girdi.




Balık henüz canlı ve yüzgeçleri açıkken bir kaç fotoğraf çektirip kafam rahatlamış bir şekilde ava döndüm. Fazlasıyla zevkimi almıştım. O dakikadan sonra başka balık vurmasa da olurdu ama oltayı atar atmaz bir balık daha yapıştı. Birinci balığın heyecanı geçmeden yeni bir heyecan dalgası sardı vücudumu. Bu defa daha sakin bir şekilde tadını çıkara çıkara mücadele ettim. Balık kaçsa bile üzülmeyecek kadar kafam rahattı. Aslına bakarsanız sağlam ağız yapısı ve sakin karakterinden dolayı levreğin kancadan kurtulma ihtimali çok düşüktür. Doğru kanca seçimiyle bu ihtimal çok daha aşağılara çekilebilir. Nitekim çok güvendiğim kancam beni utandırmadı. İlk yakaladığım balıkla hemen hemen aynı boydaki ikinci balığı da kepçelemeyi başardım. Gece karanlığında saatlerce sabırla beklememin mükafatını almış, güzel bir sezon açılışı yapmıştım. Oltamı, iri ve canlı yeni bir tekeyle yemleyip balıkları aldığım noktaya salladıktan sonra yakaladığım balıklarla fotoğraf çektirme işine koyuldum. İki elimde alt çenelerinden tuttuğum birer levrek ile gülümsüyordum fotoğraf makinesine.


Güneşin doğuşuna sazların arasında gizlenmiş cennet bahçesini andıran ufacık bir gölet kıyısında, batışına ise ciğerlerimi iyot kokusuyla doldurduğum en sakin ruh haline bürünmüş Karadeniz kıyısında şahit oldum. Omzumda sırt çantam ellerimde kova, olta ve kepçeyle karanlık kıyıdan yürürken sahip olduğumuz bu güzellikleri görebildiğim için Allah'a bir kez daha şükrettim.