21 Mayıs 2013 Salı

Bir Kofana Hikayesi

Son zamanlarda yazı yazma konusunda biraz tembellik ediyorum. 2013 baharında gerçekleştirdiğim avlar arasında yazmaya değer gördüğüm bir çok avımı henüz kaleme alamadım. Makul bir mazeret mi bilmiyorum ama balık tutmaktan yazı yazmaya vakit bulamıyorum desem yeridir. Bu sene bahar sezonu bereketli geçiyor. Mart sonundan itibaren lüfer, levrek, baltabaş karagöz, mırmır, azman istavrit, zargana ve turna gibi balıklardan azar azar da olsa nasibimi aldım. 24 Nisan tarihinden beri geçici görevli bulunduğum Tuzla'da da keyifli avlar yapma fırsatı buldum. Çok yoğun olmamakla birlikte hemen hemen her gün istihkak lüferlerimi aldım. Bu sezon şu ana kadar, Tuzla'da kaşık ve maket balıklarla yaptığım at-çek avlarında toplam 23 lüferi kovaya atmayı başardım. Hepsi birbirinden keyifli olmasına rağmen bahar sezonunda Tuzla'da yaptığım lüfer avlarının hikayesini yazmak için bir türlü fırsat bulamadım. Tuzla'daki mesaim yoğun ve yorucu geçiyor. Yeterince dinlenmek için 7 saatlik deliksiz bir uyku uyumaya dikkat ediyorum. Bu da günlerin giderek uzadığı bu günlerde sabah saat 5'te başlayan sabah suyunda olta atabilmek için en geç 22:00'da yatağa yatağa girmiş olmamı gerektiriyor. Bu yüzden çoğu zaman gece karagöz avı ve sabah suyunda at-çek avı arasında seçim yapmak zorunda kalıyorum.








Yeterince mazeret sunduğuma göre 21 Mayıs tarihli avımın hikayesine başlayabilirim. Akşam mesai çıkışı 17:30 gibi hiç bir yere uğramadan doğru mendireğin burnuna geçtim. Genelde lüfer yakaladığımız saat aralığı 19:30-21:00 olmasına rağmen içimden bir ses ava erken başlamamı söyledi. Lüferin sağı solu pek belli olmaz. Bazen alakasız saatlerde öyle güzel av verir ki, o an orada bulunan şanslı balıkçılar hayatlarının en keyifli avlarını yaşar. Bazen de aç bir kofana günün herhangi bir saatinde liman ağızlarında avlanmaya çıkar. Çok sefer, öğlen vakti suyun yüzeyinde sıçrayarak kaçan bir kefali kofananın yutuşuna şahit oldum. İşte o gün de bu ümitlerle erkenden mendireğin burnundaki kayalıklarda yerimi aldım.

İlk olarak 13 cm boyundaki kefal benzeri tombul bir sahteyle denemeye başladım. Balık yakalayacağıma pek inanmadan atıp çekerken bir zamanlar aynı yerde yakaladığım kofanaların hayalini kuruyordum. Aniden önümde kendileri kıyıya vuran yüzlerce gümüşün su üstünde çıkardığı sesle hayal aleminden uyandım. Kargaşanın arkasına baktığımda 1 kg'nin altında ama kofana diyebileceğim büyüklükteki canavarı fark ettim. Oltamı yeni çektiğimden o esnada dışarıda olan maket balığımı vakit kaybetmeden kofananın biraz ilerisine atıp  aksiyon yaptırarak yanından çekmeye başladım. Balık sahteyi görür görmez hamle yaptığı halde ısırmadan geri dönerek kıyıdan uzaklaştı. Bir kaç saniye içinde olup bitenler vücudumda ani  bir adrenalin patlamasına sebep olmuştu. İşte balıkçılığın en çok da bu yanını seviyorum.

Gördüğüm kofanadan sonra ava daha çok konsantre oldum. Balığın gitmiş olabileceği yönlere doğru aralıksız atışlar yaptım. Balığın dikkatini çekebilmek için ara sıra kamışın ucuyla sert darbeler vurarak sahteye aksiyon yaptırdım. Kofana saldırısının üzerinden 5 dakika geçmişti ki aynı balık olduğunu tahmin ettiğim bir kofana sahtenin peşine takıldı. Saldırması için içimden dualar ettiysem de sahte balığın hemen arkasından kıyıya kadar takip ettiği halde saldırmadan geri döndü. Yine bir adrenalin patlaması, yine bir hüsran...

Kofana ikinci kez sahteye hamle yaptığı halde saldırmadığına göre sahteyi beğenmemiş olabileceğini düşündüğüm için sahteyi değiştirmeye karar verdim. Spin takımımın ucuna bağladığım 18 cm boyundaki yeni sahtemle at-çek yapmaya devam ettim. 15 dk boyunca aralıksız at-çek yaptığım halde vuran olmadı. Belki de balık daha küçük avların peşindeydi. Kamışın ucundaki 18 cm'lik sahte balığı çıkarıp daha önceden çok verim aldığım 22 g'lık bir kaşık taktım. Bu kaşıkla da 15 dk boyunca vuruş alamayınca avı sonlandırmaya karar verdim.

Saat 18:15 olmuştu. Gidip yemek yedikten sonra biraz istirahat eder, belki akşam suyunda tekrar balığa gelirdim. Avda kullandığım sahteleri kutularına yerleştirip sırt çantama koydum. Sırt çantamı sırtıma taktıktan sonra, kepçemi, kovamı, kamışımı ve fotoğraf makinemin çantasını yüklenip mendireğin kayalarını tırmanmaya başladığım sırada liman içine doğru açıkta bir yaygara koptu. Bizim haylaz kofananın önüne kattığı yavru bir kefale havadan da çığlık çığlığa martılar saldırıyordu. Yine bir adrenalin patlaması...

Dönmekten vazgeçip alelacele çantamdan çıkarttığım 18 cm'lik sahteyi spin takımın ucundaki klipse taktım. Bu sahte atış mesafesi bakımından çantamdaki en üstün sahteydi. Oynağın olduğu yere atış yapabileceğim en yakın kıyıya inip ilk atışımı gerçekleştirdim. Böyle anlarda insan her an balık vuracakmış gibi tüm dikkatini elindeki oltaya veriyor. Lüferin kaşığa ya da sahteye vurduğu an heyecandan yüreği hop etmeyen balıkçı var mıdır acaba? İşte o vurma anı tarif edilemez bir duygudur. İlk atışımda sahteyi boş bir şekilde çekip tekrar aynı yere salladım. İkinci atışımda makarayı bir kaç tur çevirmiştim ki yemim olduğu yerde mıhlandı. Yine o tarif edilmez duyguyla yüreğim hop etti. Nihayet kofanayı almıştım. Bu defaki balık bu sezon yakaladıklarımdan çok daha kuvvetli basıyordu. Boşluk vermeden sarmaya başladım. Balığın dışarı fırlamasını engellemek için suyun içine soktuğum spin kamışımın ucu yay gibi eğilmişti. Bir yandan makineyi sararken bir yandan da balığı dışarı atabileceğim uygun bir yer aradım. Oltayı salladığım yerdeki büyük kayaların arasında geniş boşluklar olduğu için balığı oradan kaldırmam riskliydi. Balığın uzakta oluşundan istifade edip dikkatli bir şekilde kayaların üstünden zıplayarak 5 metre ilerimdeki düzlük alana yürüdüm. Nihayet kıyıya 10 metre kala oltanın ucunda mücadele veren balığın ayna gibi parlayan gövdesini gördüm. Gerçekten de kofana ismini hak edecek büyüklükte bir balıktı. Hiç yorulmadan çılgınlar gibi mücadele etse de yüksek devirli makinem sayesinde kolaylıkla kıyıya yaklaştırdığım balığı seri bir hareketle havaya kaldırıp arkamdaki düz alana attım.





Savaş bitmişti. Her zaman değil ama bu defa kazanan ben olmuştum. Yıllardır bu denizde avlarını parçalayarak yiyen canavar bu defa kendisi av olmuş, adil dövüşen bir balıkçıya boyun eğmişti. Bu zaferden sonra o gün av benim için bitti. Bu mutluluk bugün bana yeter deyip yakaladığım balıkla içime sinen birbirinden güzel fotoğraflar çektirdikten sonra misafirhanenin yolunu tuttum.

2 yorum:

  1. Savaşcım, harika bir yazı... Lüfer avının karakteristiğini tek yazıda bu kadar özetleyebilirdin. Hem yazı, hem balık için seni tebrik ediyorum.

    YanıtlaSil