29 Nisan 2014 Salı

10 Yıllık Bir Av Öyküsü

Savaş ile dostluğumuz 2004 senesinde, internet ortamında yeni yeni palazlanmaya başlayan balıkçılık forumlarından birisinde (belki de ilkinde) tanışmamızla başladı. Ben o zamanlar üniversite yıllarımın başındaydım, Savaş ise Heybeliada Deniz Lisesi'ni bitirmek üzereydi. Ben henüz Boğaz'da olta atmaya başlamamış, fırsatını bulduğum her haftasonu Karadeniz Ereğli açıklarında lüfer, palamut peşinde koşuyordum. Savaş ise zaman zaman kıyıda dolanırken gördüğü ancak bir türlü tutamadığı devasa levrekleri kandırma planları yapıyordu.



Dile kolay 10 sene... Birçok insanın gerçek hayatta dahi arkadaşlıklarını koruyamadığı bu süre zarfında, Savaş ile kâh yılda bir, kâh gün aşırı görüştük. Ancak en uzak kaldığımız dönemde dahi kopmadık. Zaman birçok dostluğu eritip yok ederken, bizim dostluğumuzu olgunlaştırdı ve güçlendirdi. Ancak çoğu zaman ayrı şehirlerde yaşamamızdan dolayı, tanışmamıza vesile olan ortak tutkumuzu, balık tutmayı, bugüne kadar beraber çok az defa gerçekleştirebildik. Bunların birçoğu da talihsiz bir şekilde verimsiz avlar olarak kayda geçti. Zamanla bu durum ikimizin arasında şakayla karışık benim talihsizliğim olarak espri konusu oldu. Öyle ki Savaş'ın daveti üzerine yüzlerce hatta binlerce kilometre yolu katederek gittiğim, çılgıncasına balık yapan avlaklar benim gitmemle derin bir sessizliğe gömülüyor, ben döndükten sonra tekrar eski haline geliyordu.

Geçtiğimiz Cumartesi günü Savaş ile buluşmaya giderken aklımda yine aynı soru vardı. Acaba tarih tekerrür edecek miydi? Yoksa bu sefer şeytanın bacağını kıracak mıydık? Neredeyse telefonda her gün konuştuğumuz için selamlaşma faslını çok uzun tutmadan, doğrudan avlağa yol aldık. Önceki gün Savaş buradan kısıtlı zamanda güzel bir lüfer ve birkaç azman istavrit almıştı, ancak kendi avları haricinde de güzel haberler aldığını belirtiyordu.

Olta atacağımız yere varmıştık. Avlakta bulunanlara rastgele diyip, kendi düzenlerimizi kurmaya koyulduk. İlk olarak şeytan oltalarımızı hazırladık. 0,20 misina ucuna 5 numara iğneden ibaret takımımızı Savaş'ın çıkarttığı tekeler ile yemleyip suya saldık. Bu esnada etrafımızdakiler bir anda azman istavritleri ardı ardına sudan çıkarmaya başladı. Heyecanla balığın vuracağı anı bekliyordum. Ancak o an nedense bir türlü gelmek bilemedi. Sonra birden bire elimdeki takım hafiften gerildi. Misinanın elimden hafifçe kaymasına izin verdim. Misinanın akışının hızlandığı anda ise tasmayı attım. Ağırlaşan oltayı çekerken en sonunda süregelen şanssızlığımı kırdığımı düşünüyordum. Bulanık suda balık kendini göstermişti ancak balık istavrite pek benzemiyordu. Sudan çıkan balık rengarenk desenleriyle kocaman bir lapindi. Azman istavrit çılgınlığının içerisinde lapin çekme başarımı Savaş'tan gizleyerek tekrar oltamı yemleyip denizle buluşturdum. İkinci balık gecikmedi. Aynı heyecan, aynı hüsranla sonuçlanmıştı. Ardından üçüncü lapin, dördüncü lapin derken nihayet beşinci balıkta irice bir ispari ziyaret etti oltamı. Herkes istavrit tutarken, lapinlerle olan bu yakın ilişkim Savaş'ın da dikkatinden kaçmamıştı. Ancak henüz kendinden yana da bir hareketlilik olmadığı için benimle makara geçemiyordu. Muhtemelen ikimiz de balığın bulunduğu derinliği ayarlayamamıştık.

Lapinle çiftetelli oynarken ben... :)


Derken ilk balık Savaş'ın attığı şamandıralı oltaya geldi. Ben de bir kaç yem kaybetmemin ardından ilk azmanı yakalamıştım. Yıllar önce Ereğli'de midyeyle yakaladığım bu balıkların daha da irilerini tekrar oltanın ucunda hissetmek paha biçilmez bir duyguydu. Tekeler ile yaptığımız bu av hava kararana kadar sürdü. Yine arada oltalarımızı lapinler ve ispariler ziyaret etti. Ancak asıl piyango hemen yanı başımızda avlanan başka bir balıkçıya vurdu. Bu anları anlatmak yerine izletmeyi tercih ediyorum.



Havanın kararmasıyla tekelere vuruşlar zayıfladı. Biz de bunun üzerine LRF avına yöneldik. Daha ilk atışında Savaş güzel bir istavrit aldı. Ben de birkaç atış sonrasında aynı zevki yaşadım. Vuruşlar ardı ardına geliyordu, ancak biz zamanımızı olta atmaktan ziyade fotograf çektirmeye harcıyorduk. Başka avlarda benim birkaç saniyemi ayırarak üstün körü fotografladığım balıkları, Savaş onlarca değişik açıdan en ufak ayrıntıya dahi dikkat ederek ölümsüzleştiriyordu. Savaş'ın birbirinden güzel fotograflarındaki başarısının tesadüf olmadığını, her bir karenin ardında ciddi bir emeğin ve özenli bir çalışmanın olduğunu anlamıştım. Tabi bu esnada fotograflayalım derken kayaların arasına düşürdüğüm(üz) balıkların sayısı da epey fazla oldu. Yarım saat kadar sonra balık yavaşladı, biz de yeterince avlandığımıza kanaat getirerek avımızı noktaladık.




Bu arada yeri gelmişken çoğunuzun merak ettiği, LRF avımızdaki teknik detaylara değinmek istiyorum. Savaş'ın kullandığı kamış Shimano Catana 210 cm 1-11 gram atarlı, benim kullandığım kamış ise Okuma Lure Mania 185 cm 3-12 gram atarlıydı. Bu sayede 3 gramlık jighead'e iliştirdiğimiz Mebaru silikon kurtları rüzgara karşı olmamıza rağmen 10-12 metre kadar ileri savurabildik. Burada yine kritik bir nokta makinalarımıza sarılı misinalardı. Bir yandan bu koca istavritlere dayanabilecek sağlamlıkta, aynı zamanda havada minimum ağırlık ve sürtünmeye yol açacak incelikte 0,17 ve 0,20 mm naylon misinalar kullandık. Bu misinalara hiçbir ek, klips vb kullanmadan doğrudan jigheadlerimizi iliştirdik. Avlandığımız mera oldukça sığ olduğu için yem suya değer değmez makinelerimizi kapatıp yavaşça sarmaya başladık.  Bu stilde oltaya neyin geleceği hiçbir zaman belli olmadığından kalamalarımız ani bir darbeyi emebilecek ölçüde açıktı.

Savaş ile 10 yıl önce başlayan dostluğumuz, bugün Balık Günlükleri altında artık bambaşka bir boyuta ulaştı. Bu sayfa altında deneyimlerimizi ve hikayelerimizi sizlere sunabilmek adına Türkiye'nin iki ucu arasında köprü kurmuş vaziyetteyiz. Ben Savaş gibi bir ortağım ve arkadaşım olduğu için kendimi çok şanslı sayıyorum. Umarım ileride beraber avlanma şansını daha fazla yakalar ve size buradan daha nice güzel avlarımızı keyifle aktarırız.


1 yorum: