Trofe balık avcılığı bilgi birikimi, tecrübe ve en çok da sabır isteyen bir iştir. Başta aşırı avcılık olmak üzere çeşitli sebeplerden dolayı uzun ömürlü balık türlerinden çok azı ömrünü tamamlayarak trofe boyutlara ulaşabilir. Av baskısının olduğu nispeten küçük ve hassas sulak alanlarda bu oran daha da düşer. Yazın su seviyesinin iyice düştüğü küçük sulama barajlarına yasa dışı yollarla ağ seren vicdansızlar meradaki anaç balıkların tamamını bitirebilir. Ne yazık ki günümüzde halkı bilinçsiz, denetim ve ihbar mekanizması zayıf olan bir çok yöremizde göl, baraj ve nehirlerimiz talan edilmiş durumdadır. Balık popülasyonu düşük ve yavru balıktan ibaret olan bu tarz meralarda trofe balık peşinde koşmak samanlıkta iğne aramaktan farksızdır.
Özellikle tatlı sularda trofe peşinde koşmak için av baskısının düşük olduğu geniş, el değmemiş ya da yakala&bırak disiplininin yaygın olduğu meralar seçilmelidir. Şayet yakınlarınızda böyle meralar yoksa imkanlarınızı zorlayarak günü birlik ya da uzun süreli seyahatler düzenlemeli ya da benimki gibi anlayışlı bir eşiniz varsa tatillerinizden bir kısmını balığa göre planlamalısınız. Bu yazının da konusu olan Çanakkale turna turumun hikayesine başlamadan önce eşime büyük bir teşekkürü borç biliyorum. "Benim tutkuma, yaşam tarzıma saygı göstererek onca yolu benimle geldiğin, ben Çanakkale'de balık peşinde koşarken 5 gün boyunca hiç şikayet etmediğin için teşekkür ederim sevgilim."
28 Nisan gecesi Çanakkale'ye vardığımızda bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyordu. Ertesi günlerde hava tahmin siteleri yoğun bir yağış göstermese de günlerdir süren yağmurun olta atacağım barajı çamur rengine bulamış olma ihtimali yüksekti. Bu da balıkların sahte yemi görmesini engelleyerek hiç balık yakalayamadan dönmeme sebep olabilirdi. Biraz moralim bozulsa da konsantrasyonumu bozmamaya çalışarak ertesi sabah erkenden soluğu merada aldım. Trofe balık alma ihtimalimi arttırmak için gözüme kestirdiğim sarp bir yamaçtan aşağı inip ulaşımı zor bir merada saat 10:00'a kadar çeşitli sahte yemlerle denemeler yaptığım halde limitleri kıl payı geçen 4 küçük turna dışında balık kandıramayınca ümidimi akşam suyuna bırakarak avı sonlandırdım. Aynı gün akşam suyunda meranın en tecrübeli turna avcılarından Korhan İstek ve Bahadır Ünalan abilerimle buluşup yakın zamanda çok iri balıklar aldıkları bir merada denedik. 3 kişi 3 saat boyunca atıp çektiğimiz halde 40 cm civarı ufak bir turna dışında balık kandıramadık. İstediğim balığı yakalayamasam da uzun süredir birbirinden başarılı yakala&bırak avlarını takip ettiğim abilerimle beraber olta atmak bile benim için büyük bir zevkti.
Ertesi sabah av arkadaşım, Üniversite öğrenimi için Çanakkale'de bulunan kadim dostum Hüseyin'di. Gün aydınlanırken geldiğimiz merada av verimsiz başlayınca yer değiştirip geçtiğimiz sene hayatımın trofesini yakaladığım koyda denemeye başladık. Uzun bir süre burada da vuruş olmadı. Canım sıkılmış bir şekilde kıyıya paralel salladığım 20 cm'lik silikon yılan balığını sararken Hüseyin'e "Şimdi şu ağaç köklerinin dibinden bir canavar çıkıp sahteyi yutsa..." der demez oltam olduğu yerde mıhlanıp kaldı. Dibe mi takıldı diye oltayı kaldırınca canavar gibi, kapkalın, koca kafalı bir turna dipten yükseldi. O an kendimi çok tuhaf hissettim. Sanki dualarım kabul olmuş, cümlemi bitirir bitirmez hayalimdeki balık oltama vurup mücadelesiz bir şekilde suyun üstüne çıkıvermişti. Hüseyin önce şaka yaptığımı zannetse de balığı görünce onun da eli ayağına karıştı. Nasıl olduysa sakin bir şekilde suyun üstüne çıkan balık olayın şokunun atlatır atlatmaz fişekleyip bir miktar kalama aldıktan sonra tekrar sakinleşti. 1 dakikadan kısa bir süre içinde 1 m'nin üzerinde olduğunu tahmin ettiğim balığı kepçelemeye hazır şekilde önüme getirmeyi başardım. Hüseyin'e sakince kepçeyi suya sokup beklemesini söylediysem de o heyecandan kepçeyi balığın kafasının üzerinden geçirmeye çalışınca sahtenin boşta kalan kancaları kepçenin toruna takıldı. En korktuğum şey olmuştu. Panik halinde balığın devasa gövdesini kepçenin içine sokmaya çalışırken bir kaç kafa darbesiyle ağzını yırtıp kurtulmayı başardı. Sahteyi kepçenin içinde bırakıp kurtulan balığın gidişini izlerken tek yapabildiğim hırsımdan kamışın ucunu hafifçe balığın sırtına vurmak oldu. O kapkalın gövde, o yemyeşil benekler, o koca ağız hafızamdan bir türlü silinmiyor. O balık Çanakkale'ye gelme sebebimdi. Kepçelemeyi başarabilseydim çabucak bir kaç kare fotoğraflarını çekip zarar vermeden suya geri gönderecek ve sonraki günlerde kafam rahat bir şekilde ava devam edecektim. Ne kadar üzülsek de nafile. Kısmette olmayınca olmuyor.
Sonraki günlerde hem sabah hem de akşam suyunda en az 10 farklı merada denediğim halde istediğim boyda bir balık yakalayamadım. Ümidim son güne kalmıştı. Sabah suyunda av yaptıktan sonra eşimle beraber yola çıkacak ve büyük ihtimalle uzun bir süre bu güzel şehre dönemeyecektik. Çanakkale'den ayrılmadan önce görüşmeyi çok istediğim Cihan Sarı adında genç ve başarılı bir oltacı daha vardı. Son avımda bana eşlik etmesi için akşamdan telefonlaşıp sabah suyu için sözleştik.
Sabah erkenden Cihan'ın daha önce 70-80 cm civarı balıklar aldığı bir merada atıp çekmeye başladık. Su biraz bulanık olduğu için sahte seçimimi fosforlu beyaz renkte 15 cm'lik silikon yılan balığından yana kullanmıştım. Avın hemen başında Cihan 50 cm civarı bir turna yakalayıp incitmeden geri saldı. Cihan'ın ardında ben de peş peşe 50 ve 55 cm'lik 2 turna yakalayıp suya iade ettim. Av gayet keyifli başlamıştı. Çanakkale'deki son avımda bir de trofe alsam mutluluğumun tuzu biberi olacaktı.
İlk başladığımız yerdeki balıklarların boyutu bizi tatmin etmeyince olta atarak kıyı boyunca yürümeye başladık. Ben merayı adım adım deneyerek yürürken Cihan biraz ileriden olta atmaya başladı. Başladığım yerden 50 m kadar uzaklaşmıştım ki kıyıdan 5 m açıkta güzel bir vuruş aldım. İlk vuruşun peşinden gelen sağlam kafa darbeleriyle birlikte vücudum adrenalinle doldu. Bu balığı da kaçırırsam resmen yıkılırdım. Heyecanla bağırıp 100 m uzağımda olta atan Cihan'ı yardıma çağırdım. Koşarak yanıma gelen Cihan kıyıya getidirdiğim balığı tecrübeli bir şekilde kepçeleyip dışarı aldı. Kaçırdığım balık kadar büyük olmasa da kepçenin içinde yatan turna da çok heybetli ve yakışıklı bir balıktı. Balığın zarar görmesi için toprağın üzerine yatırmadan, solunum organlarına zarar vermemeye özen göstererek çabucak bir kaç fotoğrafını çekip kamera çekimi eşliğinde yaşam alanına iade ettik.
Çok şükür ki Çanakkale'den yine trofesiz dönmedim. 2. günün sabahı kaçırdığım dev turnadan sonra moral bozukluğu ve stresle geçen 5 günün sonunda mükafatımı aldım. Bende bu aşk olduğu sürece balık peşinde koşmaya devam edeceğim. Kah kaçıracağım, kah yakalayacağım. Kah üzüleceğim, kah sevineceğim. Bundan sonra daha büyük trofeler yakalayabilecek miyim bilmiyorum ama ömrüm boyunca heyecan duymak için bir sebebim olacağı kesin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder