13 Kasım 2014 Perşembe

Sonbahar Demek Lüfer ve Levrek Demek

Eylülden itibaren hafiften soğuma eğilimine girecek deniz suyu sıcaklığıyla birlikte levrek ve lüfer avlarına ivme kazandıracağımız tartışılmaz bir gerçekti. Bu ayların her günü, benim gibi av yolu sadece at-çekten geçen bir oltacı için kaçırılmayacak kadar değerlidir. Bende bu değerli günlerin daha başında yani eylülden itibaren poyrazı kollayarak avlarıma başladım. Eylülün başlarındaki avlarımda ispendekler keyifli vakit geçirmemi sağladı. Hele bir tanesi su üstü sahteyi öyle bir avladı ki kıyıya getirdiğimde alkışlayasım geldi. Tabi alkışlamak yerine onu suya geri salarak büyümesine imkân vermek asli görevimdi. Ben de aynen öyle yaptım.




Eylül’ün son haftası Biga’daki tek av arkadaşım değerli insan Burak Tolga Özden ile levrek meralarında sıkı avlar yapmaya başladık. Kendisi dalgıçlık yapan ama olta sevdası da tartışılmayacak bir balıkçıdır. Eylülün son haftası yine levrek yapacak meraların birinde akşam suyunda ava çıkıyorduk. Deniz 3-5 poyraz ve mera, denizin açıklarında doğal resiflerin deniz seviyesi boyunca uzanarak önümüzde havuz oluşturduğu taşlık ve kırmalık bir koydu. Atışlarımız bu resifleri belirli bölgelerde geçiyordu. Sahtenin takılma riskine rağmen bu resiflerin üzerinden geçer geçmez bir levreğin çıkma ihtimali yüksekti. Biz de hem uzanabildiğimiz kadar açıkları, hem de önümüzdeki deniz havuzunu en iyi atışlarımızla tarıyorduk. Burak bu koya komşu diğer koylara doğru ilerlemişti ben ise bu koyda kalmıştım. Su üstü sahteleri arka arkaya denemiş ve az dalarlı bir sahte takalı çok olmamıştı. Sahteyi resiflerin hemen dibine düşürüp önümdeki doğal havuzu taramaya başlamıştım. Bu atışların birinde resiflerin hemen yanından bana doğru yola çıkan sahteyi yarı yolda bir şey tek bir hareketle avlayıverdi. Sahteyi avlamasının kamışta yarattığı tepki benim adrenalini tavana zıplatmıştı. Birçok oltacının aksine sol elimle kullandığım oltamı yukarı kaldırıp çetin mücadele eden bu levrekle kıyıda buluşuverdik. Oltadaki çetin mücadelesiyle, o meşhur kıvrılmalarıyla, kendisine asillik ve asilik katan üst yüzgecini kaldırmasıyla denizdeki yeri farklı olan bu balık nazarımda her zaman saygıyı hak ediyor. Sahteyi ağzından çıkarıp balığı alıkoymak üzere söndürüyorum.


Belli bir süre aynı merada kalıp akşam saatlerini başka bir meraya ayırıyoruz. Bu merada Burak’ın ve benim oltama gelen ikişer adet ispendeği incitmeden geri bırakıp, eve dönüyoruz. Ekimin başlarında yavaştan kulağımıza gelen haberler, sert poyrazla birlikte bize hedef saptırtıp denizin tarifi yapılması zor canavarına, yani lüfere götürüyordu. Bu canavarın sıkça uğradığı meraya bir akşamüstü havanın kararmasına az bir vakit kala varıyorduk. En son tuttuğumuz lüferlerin üzerinden geçen zaman,  lüferin oltaya binme hissiyatını çokça özletmişti bize. Vardık. Deniz poyrazla birlikte dalgalarını bize doğru gönderirken biz ise sahtelerimizi ona doğru göndermeye başladık. Havanın kararmasına doğru yanımızdaki balıkçılardan birinin son metrede bir lüfer alması bize moral olsa da havanın tamamen kararmasının sonrasında da herhangi bir vuruş alamadık. Elimizdeki sahtelerden gece karanlığında en rahat fark edilebilenler başta olmak üzere hemen hemen hepsini deneyerek avımıza devam ettik. Bu ara deniz iyice kabardı. Etrafımızda kimseler kalmadı. Biz devam ettik. İyiden iyiye kendini hissettiren rüzgara ve dalgalara rağmen devam ettik. Bir ara sahte değiştirmek için kafa lambamı açtım. Elim, gece pekte fark edilmeyecek renklere sahip yeşil tonlarda hafif parlak hologramlara sahip sahteme gitti. Sağ tarafımdan sertçe esen rüzgara arkamı dönüp, at-çek yapmaya başladım. Gece karanlığında diğer açık renk sahtelere göre görüşü düşük olan sahte kofanalaşma yolunda ilerleyen irice lüferin görüş alanına girmişti. Hiç affeder mi! Tabi ki hayır. O özlediğim vuruşu oltanın ucunda en sert haliyle hissetmemle ‘aldım’ demem bir oldu. Çok uzakta değildi bu biniş. Oltaya binmesiyle birlikte hiç su üstü yapmadan sağ tarafıma doğru o kadar hızlı bir geçiş yaptı ki bir an bunun bir levrek olabileceği aklıma geldi. Bilmeden bana doğru gelmişti. Oltanın ucunu biraz daha kaldırıp onu bana doğru gelmeye zorlamamla birlikte kayanın dibinde çıldırıverdi. Oltaya yüklenip kamışı iki büklüm yaparak onu kayaya koymayı başardım.



Ellerimize almaya çalışırken bir an sahteden kurtulup geri dönme korkusunu bize yaşatsa da gecenin tek balığı olarak çantamızdaki yerini aldı. Bir süre daha ava devam edip ertesi sabah yeniden gelecek olmamı da hesaba katarak ava son verdik. Eve gelip yatağa girdiğimde ilk işim telefonun saatini sabah 5’e kurmak oluyor. Sabah 5’te çalan zille birlikte uykunun en tatlı halini de yanıma alıp balık malzemelerimin olduğu çatı katına çıkıyorum. O sıcak yataktan kalkıp soğuk balıkçılık kıyafetlerimi giymeye başladığım an uykum açılıyor. Nasıl açılmasın ki! Geceden kalma hafif nemli ve soğuk kıyafetler uykuyu öyle bir hançerliyor ki uyku sizlere ömür. Simitlerin on dakikası var abi diyen fırıncıda biraz gözlerimi dinlendirip, balık tutma hayali kurmaya başlıyorum. Sıcak simitleri bir türlü hazır olmayan çaysız yiyip, yola çıkıyorum. Hafif müzik eşliğinde vardığım avlağımda kabaran dalgalar, teknecilerin moralini ne kadar bozduysa benim moralimi de bir o kadar arttırıyor. Kısa bir yürüyüşle kayadaki yerimi alıyorum. Artık bu saatten sonra beynimdeki tüm düşünceler geçici olarak servis dışı. Sabahın o saatinde hangi sahteleri kullanacağım konusunda bir şüphem yok. Havanın karalıktan aydınlığa niyetlendiği ilk ana kadar bir hareketlilik olmuyor. Boğazın açığındaki dalgalar fark edilmeye başladığı ilk anlarda, tahmini otuz metre açıklarda güvendiğim sahteye gününü göstermeye niyetli irice bir dişli saldırıda bulunuyor. Tek tasmayla bertaraf ediyorum bu saldırıyı Kabaran dalgaların arasından ağzındaki sahteyle bir o taraf bir bu tarafa takla atarak bana doğru gelen bu canavarı karaya alıncaya kadarki süreç dünyada benden başka kimsenin olmadığı bir süreç.


Karaya gelinceye kadar attığı her takla keyfe keyif katıyor. Zıplamasın engellemek amacıyla yapılan kamışın ucunu suya sokmak yerine, havaya kaldırarak bu sıçramalarına bende eşlik ediyorum. Zıplamadan gelen dişliyi neyleyim. İki büklüm olan kamış, onu karaya çıkarmayı başarıyor. Sıçramalarına devam ederken galsamasından sıkıca tutup ağzından sahteyi çıkarıyorum. Çirkin suratlı bu kızgın dişliyi hemencecik söndürüyorum. Devamında deniz biraz dalgalarını azaltıyor. Saat 9’ a kadar ikinci bir balık için uğraşsam da her hangi bir hareketlilik olmuyor. Uzun zamandır uğramayı düşündüğüm bir levrek merasına geçiyorum buradan. Orada da bir şeyle bulamayınca keyifle eve dönüyorum.


Değerli dostlar. Avlarda sahte seçimi tabi ki at-çek avının en önemli noktasıdır. Doğru sahte seçmek ve seçtiği sahteye de sonuna kadar güvenmek oltacının başlıca görevidir. Ama bazen hedefimizden sapıyoruz. Balık malzemelerini edinmek, balık tutmanın önüne geçebiliyor. Balık malzemesi satın alma hastalığına kapılmayın. Balık tutmak için gereken ilk şey balığa gitmektir.

Balığa giden tüm dostlara rastgele.

Nedim İNAL.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder