Bazen tüm şartlar uygun olsa da hangi balığın peşinden koşacağımıza karar vermekte zorlandığımız olur. Eşimi Denizli'de ailesinin yanında bırakıp çarşamba günü iş başı yaptığım 2014 Kurban Bayramı sonrasındaki hafta sonu da böyleydi. Mevsim itibariyle genel kanı olarak Marmara'da peşinden en koşulası balık lüferdi. Hafta sonu lüfer peşinde koşmak için ailemin yaşadığı yer olan Gölcük'e gidebilir, Cengizhan abimin daveti üzerine Balıkesir'deki merasına konuk olabilir ya da Tuzla'da kalarak şansımı mevcut meramda denemeye devam edebilirdim. Her şekilde lüfer yakalama şansım olsa da hafta içi boş döndüğüm avlardan sonra içimde lüfer avına karşı bir küskünlük olmuştu. Kendimi ne kadar zorlasam da son günlerde sağı solu belli olmayan lüfer peşinde koşmaya ikna edemedim. Ani bir fikir değişikliğiyle benimle Gelibolu'daki meramda turna avlamaya gelecek arkadaş aramaya başladım. Bir kaç telefon görüşmesinden sonra Mustafa Gençtürk ve Kerem Konuralp abilerimle cuma gecesi Gelibolu'ya doğru yola çıkmak üzere sözleştik.
İstanbul'a 350 kilometre mesafedeki merama sabah suyunda varabilmek için gece yarısı yola çıkıp 05:00 gibi meraya vardık. Olta atmaya başlamadan önce havanın aydınlanacağı vakte kadar arabanın içinde uyumaya karar verdiysek de heyecandan uyuyamadım. Herkes uykuya daldıktan sonra avda kullanacağımız malzemeleri alıp dışarıda takım hazırlamaya koyuldum. Gün yavaş yavaş ağarırken heyecanım daha da arttı. Bir an önce sahte yemimi suyla buluşturup o koca ağızlı canavarları yakalamak için sabırsızlanıyordum. Spin takımlarımızı hazırlayıp uçlarına çelik köstekleri bağladıktan sonra arabanın içindekileri uyandırdım. Mustafa abim de Kerem abim de acemi sayılırdı. Daha önce bir kaç kez balık yakalamışlıkları olsa da ikisinin de ne spin ne de tatlı su avı tecrübesi olmuştu. Bu yüzden bu avın ayrı bir değeri vardı benim için. Av arkadaşlarıma daha önce defalarca kere avlandığım bu meranın en verimli yerlerinde, takım çantamdaki en güvendiğim yemlerle hayatlarının en büyük balıklarını yakalatmak için can atıyordum.
Oltalar elimizde ava başlayacağımız yere doğru yürürken bilgilendirme maksatlı bazı uyarılarda bulundum. Herhangi birinin oltasına balık vuracak olursa sakince balığı kıyıya getirecek, balığın kafasını sudan dışarı çıkarmadan kepçenin gelmesini bekleyecek ve yakalanan balıklar hızlı bir şekilde fotoğraflanıp incitilmeden suya iade edilecekti. Tatlı su balıklarının avında %100'e yakın bir istikrarla uygulamaya çalıştığım yakala&bırak disiplinini henüz yolun başında olan bu abilerime de aşılamak istiyordum. Sağ olsunlar hiç itiraz etmeden seve seve balıkları geri salmayı kabul ettiler. Bu işe yeni başlayan hevesdaşlarımla avlanırken yakala&bırak disiplinini kabul ettirme konusunda hemen hemen hiç sorun yaşamıyorum. Bilgiye aç olduklarından her şeyi çok çabuk kavrayıp inanılmaz derecede hızlı yol katediyorlar. Uzun yıllardır bu işin içinde olup kendilerini usta olduklarına inandıran kişiler ise genellikle yeni şeyler öğrenme konusunda isteksiz oluyor.
Suyun kenarına vardığımızda takım çantamdan seçtiğim yapay yemleri çelik kösteklerimizin ucundaki klipslere takıp at-çek yapmaya koyulduk. İlk meramız sığ olduğundan ava fazla ağır olmayan silikon yemler ve az dalarlı maket balıklarla başlamıştık. Çok geçmeden oltama vuran 40 cm civarı bir ufaklık kendisini suyun üstünde gösterdikten sonra kurtulmayı başardı. Hemen ardından Mustafa abi de yemi sudan çıkarmak üzereyken vuran aynı boyda bir turnayı havaya kaldırmaya çalışınca yere düşen balık suya doğru yuvarlanıp kaçtı. Suyun dışında çok hareketli olan turnalar bir şekilde kancayı ağızlarından atmayı başarıyor. Balıkları dışarı alırken kepçe kullanmanın önemini bir kez daha hatırlayıp ava devam ettik. Barajın girişindeki sığlık merada bir süre daha deneyip balık alamayınca daha derin bölgelere doğru olta atarak devam ettik.
4 senedir avlandığım bu merada su seviyesinin bu kadar düştüğüne hiç şahit olmamıştım. Önceki senelerde baraj çevresinde yürürken karanın içine sokulan koyların etrafından dolaşmak için ciddi mesafeler yürümemiz gerekirdi. Koyların bazıları tamamen kuruduğu için yürüme parkurumuz kısalsa da önümüzde aşmamız gereken dik yamaçlı birçok tepe vardı. Olta atarak yürümeye devam ettik. Duraksadığımız her yeni merada heyecanım artsa da beklediğim vuruşları bir türlü alamadık. Nihayet 2 saatin sonunda Mustafa abi hayatının ilk turnasını kepçenin içine sokmayı başardı. Yaklaşık 50 cm'lik çok yakışıklı bir turnaydı bu. Balığın solungaç yarıklarına zarar vermeyecek şekilde solungaç kapağının altındaki boşluktan doğru tutuş şeklini gösterdikten sonra çabucak bir kaç poz fotoğraf çekip balığı ait olduğu yere iade ettik. Bu balık Mustafa abi için spin yöntemi ile yakalanan ilk balık, ilk turna ve ilk yakala&bırak tecrübesi olduğu için çok değerliydi. Rahatlamış ve kendine güveni artmış bir şekilde ava döndü.
Yer değiştirerek olta atmaya devam ettiğimiz ilerleyen saatlerde Mustafa abinin oltasına vuran bir balıkla, benim oltama vuran iki balığı daha dışarı almayı başardık. Mustafa abinin yakaladığı ilk balıkla hemen hemen aynı boylardaki bu balıkları da fotoğraflayıp incitmeden geri saldık. Güneş doğarken barajın yola uzak kıyısının ucundan başladığımız yürüyüşümüz öğlene doğru barajın diğer ucunda bitti. Eğimli arazide saatlerce yürümekten hepimiz yorgun düşmüştük. Arabamız barajın diğer ucunda kaldığından biraz dinlenmek ve yemek molası vermek için 1 km mesafedeki köy kahvehanesine kadar yürümeye karar verdik. Neyse ki yolun yarısında bir traktör durup bizi köye kadar yürümekten kurtardı. Köy merkezindeki bakkaldan aldığımız tazecik ekmekler, kaşar peyniri, zeytin ve köy kahvehanesinde duble bardakta gelen çaylarla kendimize harika bir ziyafet çektik. Bu sıradan öğünümüz bize o kadar lezzetli gelmişti ki Mustafa abimin söylediğine göre hayatı boyunca en keyif aldığı yemeklerden biri bu olmuştu. Kerem abim ise çocukluğundan beri ilk defa böylesine macera dolu bir gün yaşadığını söylüyordu.
Herkes halinden memnun görünse de Kerem abinin balık yakalayamaması içime dert olmuştu. Ne yapıp edip ufak da olsa bir turna yakalamasını sağlamalıydım. Karnımızı doyurduktan sonra barajın köye yakın kıyısındaki genç turnaların yoğunlukta olduğunu bildiğim sığlık merada denemeyi teklif ettim. Teklifime itiraz eden olmayınca tarlaların arasındaki patika yollardan yürüyüp olta atacağımız yere ulaştık. Yeni meramızda yeni heyecanlarla çabucak hazırlanıp takım çantamdaki sığ ve bulanık sular için en güvendiğim yemler olan sarı-yeşil-turuncu tonlardaki az dalarlı maket ve silikon balıklarımızı suyla buluşturduk. Daha ilk atışında Mustafa abi 50 cm civarı yakışıklı bir turna daha kandırdı. Balığı geri salmadan önce fotoğraflama işlemiyle uğraşırken bir balık da Kerem abimin oltasına vurdu. Sakince balığı kepçeleyip dışarı almayı başardık. Nihayet Kerem abi de hayatının ilk turnasını yakalamanın mutluluğunu yaşıyordu. Yaklaşık 45 cm'lik turnasıyla bir kaç fotoğraf çektirdikten sonra öpüp suya iade etti. Kerem abinin yakaladığı balığın ardından kafam rahat şekilde ava döndükten kısa bir süre sonra peş peşe iki yakışıklı turna yakalayıp hemen önümde saldıran yaklaşık 60 cm'lik bir tanesini de kaçırdım.
Yeni meramız sabah denediğimiz tüm noktalardan daha verimliydi. Balıklar çok iri olmasa da neredeyse her beş atıştan birinde vuruş alıyorduk. Kısa sürede yakalayıp geri saldığımız turnalarla keyfimiz iyice yerine gelmişti. Neşeli bir şekilde muhabbet ederek atıp çekmeye devam ederken Kerem abinin heyecanla "çok büyük bir şey yakaladım" diye bağırdığını duydum. Kafamı çevirip baktığımda oltasının ucundaki balığın hemen önünde suyun dışına fırlayarak oltadan kurtulmaya çalıştığını gördüm. Gerçekten çok güzel bir balık almıştı. Hemen elimdeki oltayı yere bırakıp kepçeyle birlikte yanına koştum. Kerem abi balıkla mücadele ederken ben de sakin olması ve balığı yorması için tavsiyelerde bulunuyordum. Oltaya yakalanmanın şokuyla fişekleyen balık bir miktar kalama alıp duraksadı. Kerem abi sakince sarıp önüne getirince gücünü toplayıp tekrar suyun dışına fırlayarak vücudunu silkeledi. Oltadan kurtulmak için yaptığı manevra bu defa da işe yaramamıştı. Anlaşılan 13 cm'lik parçalı maket balığı sağlam yutmuştu. Yaklaşık 5-6 dakika boyunca yorulmayan balık defalarca kere suyun dışına fırlayarak bize inanılmaz keyifli bir mücadele yaşattırken Mustafa abi de bu anları telefonunun kamerasıyla ölümsüzleştirmeyi başardı. Nihayet teslim olan balığın koca gövdesini zorlanarak da olsa kepçenin içine sokmayı başardık. Kerem abinin o anki mutluluğunu tarif etmek çok güç. Hayatının ilk turna avı deneyiminde yaklaşık 80 cm'lik dev bir turna yakalamıştı. Vakit kaybetmeden bu mutluluğunu ölümsüzleştirmek için fotoğraf çekme işine koyuldum. Anaç bir dişi olduğunu tahmin ettiğim canavarın ağzındaki kancaları uzun ağızlı bir pense yardımıyla çıkarıp, solungaç yarıklarına zarar vermeden ve çok fazla suyun dışında tutmadan kamera kaydı eşliğinde başarılı bir şekilde ait olduğu yere geri gönderdik.
Kerem abinin trofesi avın keyfine keyif kattı. Gün boyu yakaladığımız onlarca çok iri olmayan turnanın üzerine günün ödülü oldu. İşin en güzel kısmı da geri saldığımız balıkların hiç birinin ölümcül yara almamış olmasıydı. Geceyi Gelibolu'da bir otelde geçirip ertesi günün tamamını aynı merada avlanarak geçirmek istediysek de Pazar günü Mustafa abinin İstanbul'da bir toplantıya katılması gerektiği için avı sonlandırmak zorunda kaldık. Geri dönüş yolunda arabamızın içinde bagaja doldurduğumuz ölü balıklar yerine gülen suratlar, hafızalardan silinmeyecek anılar ve fotoğraf makinemizin içindeki birbirinden güzel fotoğraflar vardı. Şimdi o ava ait bir de bu öykü var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder