18 Mart 2015 Çarşamba

Aynı Tarife

 İstanbul aşığı kıyı balıkçıları olarak yazın kavurucu sıcakları genellikle en pasif geçirdiğimiz dönemlerdir.Bu yüzden herkes dört gözle sonbaharın gelmesini beklemektedir.Suların biraz soğumasıyla beraber kıyılara aralıksız taarruz eden,su üstünü birbirine katan,zarganalara istavritlere uçmasını öğreten denizlerin psikopat çocuğu lüferin heyecanı ayrı;bir denizaltı edasıyla derinlerden sessizce gelen ve kıyıları talan eden,ağır başlı,tuttuğunu koparan,avına yöneldiğinde denizleri yutacak gibi iştahla saldıran levreğin heyecanı ayrı;geçişini yakalamak için günlerce boğazın serin sularına savurduğunuz sahtenizin üstünde veya Galata'nın tarih kokan sayfalarına iliştirdiğiniz zokanın ucunda olmasını hayal ettiğiniz palamutun heyecanı ayrıdır.

2014 ün İstanbul'unda güzel bir sonbahardan sonra tüm sonbaharlarımı gölgede bırakacak kadar bereketli bir kış sezonu geçirdim.Lisans eğitimimden dolayı finaller ve sömestr tatili derken bir aydan fazla balık tutmak için deniz kıyısında bulunamamıştım.Deniz kokusuna karışan balık kokusu burnumda tütmeye başlamıştı.Derslerin başlamasıyla hayatım rutine girdiği için ilk boşlukta balıkta olabilmenin planlarını yaptım.Uzun süredir balık üzerine sohbetler ettiğimiz, şuana kadar tek balık tecrübesi dedesi ve babaannesiyle köyde sazan yakalamak olan İbrahim Kara kardeşimle birlikte balık tutmaya gidecektik.

Türk'ün şanlı tarihinde apayrı yeri olan şehzadeler şehri Bursa'nın muhteşem köylerinde babaanneye kadar uzanan balık aşkı illaki İbrahim'de de vuku bulmalıydı.Bu yüzden teklifimi sevinçle kabul etti ve akşam üstü görüşmek üzere sözleştik.Hava gayet güzeldi sıkı giyinildiği takdirde üşütmeyecek cinstendi.Karagöz +3 İstanbul -3 başlığıyla paylaştığım avın bereketi de kardan önce gelmişti.Meteorolojinin uyarılarına göre İstanbul'u sıkı bir kar havası bekliyordu.Kardan önce iyi balık yaptığını bir kaç kez tecrübe ettiğim için bu gece yapacak olduğumuz ava umutla ve bir o kadar da özlemle gidiyordum.Şeytan oltasıyla avlanmayı planlamıştım.0,28 mm kalınlığında iki makara ve bir kutu 4 numara iğneleri cebime koyduktan sonra kepçe ile kovamı alıp İbrahim'le sözleştiğimiz yerde buluştuk.

 Teke süzmek için iskelenin ayaklarını peşi sıra taramaya başladık.Ben önde kepçeyle İbrahim arkada kovayla kolektif şekilde kısa zamanda çok güzel tekeler süzmeyi başarmıştık.Bu arada ilk olarak teorik eğitime başlamıştım.Aşılması gereken evrelerin malzeme, tecrübe, sabır ve kısmet olduğunu anlattım.Malzemeyle tecrübeyi kısmen bana bırakacak sabır ve kısmet evrelerini de İbrahim alacaktı.Adil bir dağılım yaptığımdan emin olmak için İbrahim'e hayatına genel olarak baktığında kendini şanslı olarak görüyor musun diye sordum.Gelen cevap hem komik hem de fazla cüretkârdı.Şartlar eşit senin tecrüben kadar şanslıyım dedi.Eğer dediği kadar varsa bu gece limitlerimizi zorlayacaktık.

Gölde şıp şıp diye adlandırılan takımla sazan yakalamaya alışmış olan İbrahim ilk başta şeytan oltasıyla avlanmayı fazlasıyla yadırgadı ve balık tutabileceğine inanmakta zorlandı.Oltalarımızı suyla buluşturduktan sonraki paylaşımımızda ise ümit bende yeis İbrahim'de idi.Bu durum çok fazla sürmedi.Ava başladıktan 5 dakika sonra ilk vuruşla beraber ilk balıkta oltadaydı.Teke süzmeye başladığımızdan beri İbrahim'e balık vurduğunda ne yapması gerektiğini anlatmama rağmen çok heyecanlandı.Karakter yapısı olarak da hayata karşı refleksleri hep bu denli heyecanlı olduğu için ikimiz de balık vurduğunda böyle olacağını biliyorduk.Morallerimizi yüksek tutmaya çalıştık ama hem misinaları dolaştırmıştık hem de bulunduğumuz merada fazlasıyla gürültü yapmıştık.Başka olta olmadığı için dolaşan misinaları ya çözecektik ya da çözecektik.15-20 dakika kadar oltalarla uğraştık ve sonunda başardık.Bu arada da meraya dinlenme fırsatını vermiş olduk.Ava başladıktan sonra ilk balığımızı almıştık.Eğer sürüyü dağıtmadıysak bir kaç balık daha almamız muhtemeldi.Oltalarımızı suyla buluşturduktan sonra İbrahim de ben de umudun hüküm sürdüğü sulardaydık.Çok geçmeden İbrahim "Çekiyor,bir şey çekiyor" diye heyecanlanınca hemen elindeki misinaya baktım.Misina gerilmiş ve suyu taramaya başlamıştı.heyecandan "Al hemen al,sen çek" diye misinayı elime tutuşturmaya çalışsa da balığı kendisine çektirmeye niyetliydim.Balık zincire dolanmasın diye ilk müdahaleyi yaptıktan sonra kontrolü İbrahim'e bıraktım.Balık her kafa atışında "Abi kaçacak bu,al şu oltayı." diye söylenmeye devam etti fakat gecenin en büyük balığı olan 1500 gram civarı bir baltabaşı sudan çıkarmıştı.Kısmeti dediği kadar vardı hem iri balık almıştı hem de kısa süre sonra ikileyecek kısmen daha uzun bir süre sonra da üçleyecekti.



Genel bir kaide olarak kaçırılan bir balıktan veya hayata karşı bir olumsuzluktan bahsedilirken kısmet diyerek geçiştiririz.Fakat bu gece İbrahim ile kısmet diyerek yakalıyorduk.Hayatımda şeytan oltasıyla hiç levrek yakalamamıştım.Ama bu gece kısmetimde oda vardı.Güzel bir levrekle birlikte bu geceyi noktaladık.Fotoğraf faslından sonra tekeyle doldurduğumuz kovamızı balıkla doldurmuş olarak eve dönerken yarın akşamında planını yapmıştık.




Bu mevsimde tekeyi hava karardıktan sonra ışık yardımıyla süzebildiğimiz için havanın kararmasını heyecanla bekliyorduk.Bu akşam mevcudumuz bir kişi daha artmıştı.Etemcan Tütüncü kardeşimde bize eşlik edecekti.Hayatında daha önce hiç balığa gitmemiş biraz mızmız bir kardeşimizdi.Balık tutacağımızdan çok umutlu olduğum için bu akşam ısrarla gelmesini istedim.Eğer başka bir zamanda gelseydi ve balıksız dönseydik ilk ve son balık macerası olabilirdi.Neyse ki öyle olmayacak ve bu avdan sonra devamı gelecekti.

Hava kararmıştı.Bizde teke süzme işlemine başladık.Dün akşama göre daha kısa sürede daha iri tekeler süzmüştük.En çaylak üyemiz Etemcan olduğu için elinde kova ile tekeleri o topluyordu.Haliyle kerametin kendisinde olduğunu iddia ediyordu.İbrahim de iskelede görüşeceğiz diyerek bu iddialara cevap vermeyi geciktirmiyordu.Çekişmeli bir mücadele olacağı belliydi.Şeytan oltasıyla avlandığımız iskelenin dar olması ve havanında fazlasıyla rüzgarlı olmasından dolayı iki olta atmaya karar verdik.İki oltayı da yemleyip attıktan sonra beklemeye başladık.Dün geceye göre hava çok soğumuştu neyse ki kısa süre sonra içimizi ısıtan karagöz oltanın ucundaydı.İbrahim kepçede Etemcan kameradaydı.Güzel bir ekip çalışmasıyla ilk balığımızı sudan kesmiştik.Bir kaç fotoğraf aldıktan sonra ava devam ettik.Bekleyişimiz devam ederken mevki değişikliğine gitmeye karar verdik.İleri uçta Etemcan'la İbrahim bulunurken bense kameradaydım.Bu gece Etemcan'ın gecesi olacak gibiydi.Daha oltayı eline alalı 20 saniye olmamıştı ki yakaladım diye heyecanlanmaya başladı.Şaka yapamayacak kadar heyecanlıydı.Misina gerilmiş suyun üstünde bir o tarafa bir bu tarafa yöneliyordu.Resmen "Dakika bir gol bir." durumuydu.Kepçede İbrahim oltanın başında da Etemcan olunca izlemesi baya keyifli bir mücadele olmuştu.


İkinci balığı yakaladığımızda yaklaşık yarım saat geçmişti.Soğuktan hissizleşmeye başladığımız için ava biraz ara verdik.Dün gece de çok güzel bir av yaptığımız için bana kalırsa bu kadarı yeterdi.Hava hem çok soğuktu hem de hafiften yağmur başlamıştı.Fakat İbrahim ile Etemcan'ı tutmak imkansızdı.Tekrardan meradaydık.Av yine çok hızlı başlamıştı.İlk karagözü ben aldım daha sonra yine aynı şekilde oltanın başına Etemcan geçti.Ses disiplinine olabildiğince dikkat ediyorduk.Altımızda büyük bir sürü olduğunu biliyorduk.İbrahim arka arkaya iki balığı iskelenin zincirlerine dolaştırıp kestirdi.Moralimiz fazlasıyla yerindeydi.Çok güzel bir gece yaşıyorduk hep bir hareket halindeydik.Yağmur şiddetini arttırmış fakat soğuk etkisini kaybetmişti.Şimdilik işimize geliyordu.Oltaların başına Etemcan ve ben geçtik.Bu yaptığımız sirkülasyon geceye heyecan katıyordu.İbrahim bu akşam sessizdi ama pes etmiyordu.Bir kere daha zincire takıldıktan sonra sonunda sudan güzel bir baltabaş çıkarmayı başarmıştı.Fakat gecenin sürpriz kapanışı Etemcan dan geldi.Öndeki ikili İbrahim ile bendim.Tekemiz bitmişti.Son balığı beklemeye koyulduk.Çok güzel bir tekeyi aynı güzellikte bir noktaya gönderdim.Balığın vurması an meselesiydi.Bir süre bekledikten sonra oltayı Etemcan'a verdim ve balık vurursa bağırmasını söyledim.İskelenin başına doğru fotoğraf faslı için balıkları almaya gidiyordum ki henüz karaya ulaşmadan Etemcan'ın "Reisss...! =) " diye bağırması gecenin sessizliğinde yankılandı.Koşarak gittim ve birlikte çekmeye başladık 3-4 metre kala su üstüne çıkan balık kuyruğuyla sathı dövmeye başladı.Bu gecede levreksiz geçmemişti.Etemcan'ın hanesine yazdığımız bu güzel levrekle bu geceyi de aynı tarifeyle kapatmıştık.Böyle güzel avlar yapmanız dileğiyle rast gele..


4 Mart 2015 Çarşamba

Levrek Sefa'sı

70 metre yüzerek sudan çıktığımda ne soğuğun şokunu atlatabilmiştim ne de ellerimin arasından kaçıp giden levreğin.Vücudumdan süzülen buz taneciklerini suya atlamadan önce çıkardığım tişort ile kuruladıktan sonra tekrardan eşofmanlarımı giyerek güvenlik kulübesine doğru koşmaya başladım.Isıtıcının önünde geçen 15 dakikalık bir süreden sonra çözülmeye başlamıştım.Haliyle dilimde yavaş yavaş çözülüyordu.Yeterince ısındıktan sonra marinanın güvenlik sorumlusu olan Etem amcaya olayları kah gülerek kah ağlayarak anlatmaya başladım.Tabi ki ağlayan kısmını ben gülen kısmını ise Etem amca oluşturuyordu.

 "Etem Amca gördüğün gibi hava bugün inanılmaz soğuktu.Bizde bunun farkında olarak soğuğun etkilerini ortadan kaldıracak şekilde hazırlanıp meraya vardık.Ama suyun soğukluğunu hiç hesaba katmamıştık.Yeterince teke süzdükten sonra marinayı çevreleyen mendireğin üzerinden usulca ucuna doğru ilerledik.Hedef balığımız yine eşkina ve karagözdü.Bu aralar balıkçılık sevdasına gönlünü kaptıran kardeşim Burak Yılmazbaş'la beraber geldiğimiz için ayrıca istekliydim bu akşam.Oltaları suyla buluşturduktan sonra başladık muhabbete.Kendisinin benim kadar sabırlı olamayacağını bildiğim için yanımızda iki tane de spin kamış getirmiştik.Eğer yemli takımlar oynamazsa liman içinde levreğe spin denemeleri yapacaktık.İki saatlik bence heyecanlı Burak içinse biraz heyecanlı fazlasıyla sıkıcı bir bekleyişten sonra yemli takımlarla balık avlayamayacağımıza kanaat getirip pes ettik.Avlanma prensibimizi değiştirerek sahte yemlerle levreği kandırmayı deneyecektik.

Yemli takıma göre daha hafif kamışlarla atış yapacağımız için bir kaç atışla Burak'a gösterdikten sonra liman içinde denemelere başladık.Açıkçası atışlarım çok umutsuzdu Etem Amca.Burak daha fazla sıkılmasın biraz hareket olsun diye atış yapıyordum.Henüz 6. veya 7.atışta balık yapıştı oltaya.En son levreğimi yaklaşık 1 yıl önce kandırmıştım.Haliyle bir heyecan sardı beni sorma gitsin.(Hikayenin gülen kısmı Etem Amca =) ) Burak, Usain Bolt'a kafa tutarcasına bir deparla mendireğin ucunda unuttuğumuz kepçeyi almaya koştu.Geldiğinde hala balıkla mücadeleye devam ediyordum.Şuana kadar kandırdığım en büyük levrek 2.800 civarıydı rekorumu kıracağım kesindi be Amca.Neyse niye bu haldeyim oraya gelelim.Burak kepçeyi getirdi ama kepçenin sapı 1 metreydi bizim avlandığımız yerin su kesiminden yüksekliği ise yaklaşık 1.5 metreydi. Lrf için kullandığım makineyle atış yapıyordum ve gelirken üşenip misinayı değiştirmemiştim.Üzerinde 0.18 monoflament misina sarılıydı yani balığı kepçelemek için çok vaktimiz yoktu.Burak yere uzandı ve eğilebildiği kadar eğildi.Balığı suyun içinde kepçeyle duvar arasında sıkıştırınca olan oldu.Misina koptu ve balık öylece kaldı.Yaklaşık 75-80 cm'lik bir balıktı.Bu şekilde kepçeye girmesi mümkün değildi.Kafası ve kuyruğu kepçenin dışında hareketsizce duruyordu.
O an hiç bir şey söylemeden üzerimdekileri çıkarmaya başladım.Saniyeler içerisinde don-atlet sudaydım.(Etem Amca yüz ifademe aldırmadan kahkahalarının sesini arttırıyor)Suya atladığımda hissettiğim şey sanki altımdaki buz kütlesi kırılmışta suya düşmüş gibiydi.Resmen şoka girmiştim kıpırdayamıyordum.Neyse ki zor zahmet kendime geldim.Elimi yavaşça kepçeye uzattım ve ne olduğunu anlamadan balık sert bir darbeyle ellerimin arasından kayıp gitti.Neye üzülsem bilemedim.Sudan çıktığımda tek tesellim anlatacak güzel bir o kadar da soğuk bir hikayemin olmasıydı.Şanslı adamsın Etem Amca buz gibi hikayemi sıcağı sıcağına dinleyebildin.Hadi iyi geceler.."

 Islak ve soğuk bir gecenin ardından geçen bir aylık süreçte çok defa levreğe denediysem de bir sonuç alamadım. 4 Aralık akşamı Savaş abiden gelen mesajda önümüzdeki 3-4 gün beraber avlanabileceğimiz yazıyordu.Tam da bu dönemlerde Marmara'nın dört bir yanından levrek raporları geliyordu.İkimizde bunun farkında olarak hemen denemelere başladık.İlk akşam şeytan oltası ve lrf ile şansımızı denedik ama herhangi bir sonuç alamadık.Sabah suyunu denemeye karar verdik.Saat 05.00'te görüşmek üzere meradan ayrıldık.Rüyalarımı levreklerin süslediği bir gecenin ardından sözleştiğimiz gibi 5 sularında oltalarımızı atmaya başlamıştık.İlk gün benim adıma pek hareketli geçmedi ama Savaş Abi ilk vuran balığını sudan çıkaramasa da günün sonunda güzel bir levrek kandırmayı başarmıştı.Yavaş yavaş gün aydınlığa kavuştuğu için avı bıraktık.Yarın sabah 04.30 da tekrardan merada görüşmeye karar verdik.Psikolojik olarak beni etkileyen bütün etkenleri ortadan kaldırmak için Savaş abiden son taktikleri almanın yanında bugün levreği kandırdığı sahteyi de almıştım.Yarın balık kesinlikle bendeydi yani.Heyecan hat safhaya çıktığı için dün gece rüyalarımı süsleyen levrek bu gece uykularımı kaçırıyordu.İki saatlik uykudan sonra 04.30 da tekrardan meradaydık.Mendireğin iki farklı ucundan atış yapmaya başladık.Ben limanın içine doğru atış yaparken Savaş Abi mendireğin dış tarafına doğru suyun nispeten daha sığ olduğu merada sabrediyordu.Fakat o kadar yorgundum ki sahteyi attıktan sonra gözlerimi kapatarak uyku moduna geçiyor makine sarmayı durdurunca tekrardan atış yapıyordum.Savaş Abi merayı tarayarak benden uzaklaşınca bende dayanamayıp oltayı dizlerimin üzerine koyarak bir kenara oturdum.Kısa bir süre şekerledikten sonra Savaş Abi bana yaklaşınca çaktırmadan kalkıp atış yapmaya başladım.Bu sersemliği üstümden atmam için adrenalin patlaması gerekiyordu.

40 dakika gibi bir süre geçmişti atışlarıma hala aynı yerden aynı hızda aynı şekilde çekiyordum.Yine bir öncekileriyle aynı şekilde tekrarlanan atışımda sahtenin aksiyonunda bir değişiklik oldu.Bu fark edilir değişiklik yaklaşık 2 saniye sürdü ve kamışa müthiş bir ağırlık bindi.Beklenen adrenalin bir anda patlamıştı.Süratle kaloma almaya başlayan balığı kontrol edemememden daha önce hiç olmadığı kadar büyük bir balıkla mücadele ettiğim belliydi.Balığı yönlendirmek bir yana kaloma almasını bile yavaşlatamadım.Savaş Abi balığı kaçıracağımı anlamış olmalı ki yardım etmeyi teklif etti.Fakat bu yardımı kabul etmedim.Balıkçılık hayatım boyunca çok şey öğrendiğim hocamdan nasıl balık kaçırılırın dersini de uygulamalı olarak almış oldum.Yaptığım hataları bir bir anlattı ve bir daha ne yapmayacağımı öğrenmiş oldum.Savaş Abi oltayı eline aldığında balık kayaya girmişti.Bir süre uğraştıysa da çıkaramadı balığı.0,14 ip misina önüne 0,30 şok misina vardı.Olması gerektiği gibi misina kayalara sürterek koptu.Kısa süre içerisinde gerçekleşen bu süreçte heyecandan ayaklarım titreme modunu aşmış resmen yeryüzünden havalanıp tekrardan yeryüzüne iniş yapıyordu.Ne uyku kalmıştı,ne umut ne de mutluluk..





Suya indirdiğim yelkenlerimi kaldırıp tekrardan atış yapmaya başladım.Dün gece uykularımın kaçması yerindeymiş dercesine 4 dakika sonra oltama çok güzel bir balık daha yapıştı.Kısa bir mücadeleden sonra Savaş Abi balığı kepçelemişti. Kaçırdığım balığın etkisiyle küçük bir levrek sandım.Fakat kendi rekorumu kırdığımı balığı gördüğümde anladım.Daha mutlu daha huzurlu bir şekilde atış yapmaya devam ettim.Bir saat sonra avı bitirdiğimizde Savaş Abi'de bende ikişer levrek kandırmayı başarmıştık.Hepinize daha güzel avlar yapabilmeniz dileğiyle rast gele..



3 Mart 2015 Salı

Kar Bereketi

Kışın Balkanlar ve Sibirya'dan gelen soğuk hava dalgası genelde Marmara'ya şiddetli rüzgarla birlikte kar da getirir. Hava sıcaklığı nadiren sıfırın birkaç derece altına düşse de rüzgar ve nem yüzünden hissedilen sıcaklık sıfırın çok altındadır. Deniz kenarında, kar çoğu zaman aheste aheste yağmak yerine rüzgarın etkisiyle neredeyse yere paralel şekilde, çarptığı yeri delercesine yağar. Soğuk kulaklarınızı keser, tipi şeklinde yağan kar taneleri yüzünüzü acıtır. Böyle havalarda içinizden dışarı çıkıp kar altında yürümek ya da kar topu oynamak gelmez. Yapılacak en mantıklı şey sıcacık evinizde sıcak bir şeyler içip fırtınanın dinmesini beklemektir. Ya da benim gibi çılgın bir balık tutkunuysanız sımsıkı giyinip baltabaş karagöz hayaliyle soluğu deniz kenarında alabilirsiniz.

Marmara'da deniz suyu sıcaklığının 8-10 dereceye düştüğü kış aylarında çoğu balık türü kıyıları terk ederek yüzey suyuna göre daha ılık olan derin sulara çekilir. Boğazlar ve Galata köprüsü dışında kışın kıyıdan istavrit yakalamak bile çok güçtür. Aralık ortasından itibaren boş dönülen avların sayısı arttıkça şevkler kırılır ve nihayet çoğu balıkçı pes edip bahara kadar balık avına ara verir. Ama pek az balıkçı bilir ki denizlerin paşası levrek ve ağır abisi baltabaş karagöz hiç bir zaman kıyıdan uzun süre uzaklaşmaz. Kışın balığın yerini, beslenme saatini ve aradığı yemi bulmak son derece güç olsa da havayı iyi takip eder ve doğru merada, doğru teknikle sabırla denerseniz mutlaka karşılığını alırsınız.

2008 senesine kadar Marmara'da, belli başlı korunaklı meralar dışında ciddi şekilde azalan baltabaş karagöz ( Diplodus sargus ) nüfusu, bilmediğim bir sebepten dolayı 2008 baharında Marmara'nın tamamında meydana gelen yavru patlamasından sonra tekrar artmaya başladı. O yaz kıyılarda gördüğüm binlerce bireyden oluşan bebek karagöz sürüleri her sene daha da büyümüş olarak oltalarımı ziyaret etmeye devam ediyor. 2015 baharında 7 yaşını dolduracak olan 2008 batını karagözler 2015 başı itibariyle 900-1600 gram arasında geliyor. İşin en güzel yanı da şu ki; 2 yaşından itibaren cinsel olgunluğa ulaşıp nesil yetiştirmeye başladıkları için son birkaç yıldır Marmara'da her boydan baltabaş karagöz yavrusu yakalamak mümkün. Baltabaş karagözler diğer karagöz türleri ve yakın akrabaları olan ispariler gibi yoğun olarak dip tabiatı kayalık, midyelik olan kıyılarda, liman mendireklerinde, iskele ayaklarında ve batıklarda bulunur. Sakin havalarda çok geniş bir alanda dağınık sürüler halinde beslenen baltabaş karagözler kışın soğuk rüzgarlar esip, dalgalar liman mendireklerini dövdüğünde büyük sürüler halinde liman içlerindeki derin meralarda toplanır. Bu tarz havalarda yatak meraları bulunursa avcılığı yazın olduğundan çok daha kolay ve bereketlidir. Ne zaman soğuk rüzgarlar esip hava buz kesse sıcacık evimde oturmak yerine deniz kenarına koşmamın sebebi de işte bundandır.

5 Ocak 2015 günü İstanbul'da soğuk rüzgarlar esmeye başladı. Hava tahmin raporları akşam saatlerinde başlayan yağışın gece yarısından itibaren kara dönüşeceği uyarısında bulunuyordu. Havada kar ve karagöz kokusu alıyordum. Bir yanım karagöz meramı yoklamamı söylerken bir yanım da misafirhanede kalıp yazı yazmam için beni tutuyordu. Ben bu ikilemde gidip gelirken "What's Up" programı üzerinden oluşturduğumuz "Balıkçı Kahvesi" grubuna mesaj geldi. Sefa'dan gelen görüntülü mesajda kepçenin içinde yatan harika bir karagöz vardı. Anlaşmamız üzerine balığı sudan çıkarır çıkarmaz bilgi vermek için fotoğraflayıp bana göndermiş olmalıydı. Fotoğraftaki zeminden balığı marinanın içindeki yüzer parmak iskeleden aldığını anladım. Birden bire kararsızlığım gidiverdi. Apar topar hazırlanıp arabama atladığım gibi soluğu merada aldım.

Meraya vardığımda Sefa ikinci karagözünü oltadan çıkarmakla meşguldü. Çabucak selamlaşıp kısaca bilgi aldıktan sonra Sefa'nın kovasından aldığım canlı ve irice bir tekeyle yemlediğim şeytan oltasını ( 0.33 mm florocarbon misina ve 3 numara çapraz kancadan ibaret çok basit bir takım ) parmak iskelenin ucundan açığa uzanan midye kaplı iki zincirin arasından 5 metre kadar sallayıp yemin doğal bir şekilde dibe batmasını beklemeye başladım. Aradan en fazla 20 saniye geçmişti ki misina parmaklarımın arasından hızla kaçtı. Vuruş beklediğimden çok erken gelmişti. Tasmalama zamanını ayarlayamadığım için balığı kaçıdıysam da moralimi bozmadan yeni bir yem takıp aynı yere gönderdim. Bu sefer pür dikkat balığın vurmasını bekliyorum. Yem dibe yaklaşınca sağlam bir vuruş daha geldi. Misinanın bir miktar parmaklarımın arasından akmasına izin verip tasmaladım. Nihayet özlediğim o muhteşem kuvvet oltanın ucundaydı. Balığın misinayı midye kaplı zincirlere sürtüp koparmasını engellemek için boşluk vermeden çekmeye çalışırken olta bir anda boşalıverdi. Nasıl olduysa balık iğneden kurtulmayı başarmıştı. Peşim sıra Sefa'da sağlam bir karagöze iğne açtırıp kaçırmıştı. Anlaşılan iskelenin altında kalabalık bir sürü vardı. Vakit kaybetmeden oltamı aynı yere gönderip heyecanla beklemeye başladım. Yem dibe inince misina tekrar hareketlendi. Balığın yemi tamamen yutmasını sağlamak için birkaç saniye bekleyip tasmayı vurdum. Yine o muhteşem kuvvetle birlikte gelen adrenalin patlaması. Oltanın ucundaki balık o kadar kuvvetliydi ki boşluk vermeden çekmeye çalışırken misina parmaklarımın arasından kayıyor, balığı yönlendirmekte zorlanıyordum. Çok şükür ki misinayı kestirmeden balığı yüzeye çıkarıp Sefa'nın da yardımıyla kepçelemeyi başardık. İçimi yine o tarif edilmez mutluluk duygusu sardı. Aylar sonra amacıma ulaşmış olmanın mutluluğu ve rahatlığıyla ava devam edip suya iade ettiğim yarım kilonun biraz altındaki karagözden başka vuruş alamayınca avı sonlandırdık.




2015 sezonunu güzel açmış, yazdan beridir peşinde olduğum baltabaş karagözü nihayet kandırmayı başarmıştım. Karla gelen bereketten faydalanmak için sonraki günlerde de karagöz hedefli denemelerime devam ettim. 6 ve 7 ocak geceleri gerçekleştirdiğim avlarda iri bir baltabaş karagözü kepçelemek üzereyken kaçırıp, İstanbul'daki meramda alışık olmadığım çok yakışıklı bir çift bantlı karagözü de ( Diplodus vulgaris ) fotoğraflayıp denize iade ettim. Fırtınanın ilk gününde denk geldiğimiz sürüyü sonraki günlerde bulamasak da cuma akşamından itibaren Değirmendere'de annemin yanında geçireceğim hafta sonu tatilinden önce 8 ocak perşembe gecesi de Sefa kardeşimle birlikte İstanbul'daki meramızı yoklamaya karar verdik.


Akşam 18:30 gibi marina içindeki karla kaplı iskelede buluşup 2 saat kadar vuruş alamadan denedikten sonra çay ve sohbet molası vermek üzere avı sonlandırdık. 1 saat sonra ısınmış ve enerji toplamış olarak iskeleye geri dönmüştük. Bir süre aynı iskele deneyip vuruş alamayınca Sefa'nın yanından ayrılıp 10 m sol tarafta kalan başka bir parmak iskelenin üzerinden denemeye devam ettim. Saat 23:30'a yaklaşırken balık yakalama ümidim iyice azalmış, son birkaç kez daha atıp avı sonlandırmayı düşünmeye başlamıştım. Sefa da aynı şeyleri düşünmüş olacak ki oltasını toplayıp benim bulunduğum iskeleye geldi. O geldiğinde canlı ve irice bir tekeyle yemlediğim şeytan oltasını arkadan esen rüzgarın da yardımıyla 10 m'ye yakın bir mesafeye göndermiş, yemin ağır ağır dibe batmasını bekliyordum. Son atışım olduğunu söyleyip oltayı topladıktan sonra avı sonlandırmayı teklif ettiğim sırada parmaklarımın arasındaki misina ağırlaştı. Birkaç saniye misinanın akmasına müsaade ettikten sonra tasmayı vurmamla birlikte oltanın ucundaki o muazzam güç fişekledi. Balığı dipten yükseltmek için hızla misinayı toplamaya çalışırken balıkta bir tuhaflık hissettim. Balık dipte sert kafa darbeleri vurarak mücadele etmek yerine fişekleyip 5 m önümde su üstüne çıkmıştı. Bu kesinlikle karagöz olamazdı. Heyecan ve sevinçle karışık bir ses tonuyla "Sefa levrek bu!" derken balığı usulca Sefa'nın suda beklettiği kepçenin içine soktuğumu hatırlıyorum. -4 derecelik havada saatlerce sabırla beklemenin mükafatını almıştım. Bembeyaz karın üzerine yatırdığım balık kaskatı açtığı yüzgeçleri ve pırıl pırıl pullarıyla o kadar yakışıklı duruyordu ki. İçimden tekrar tekrar şükredip yıllardır hayalini kurduğum şeyi yapmaya, bembeyaz karların üzerinde yatan levreği fotoğraflamaya koyuldum.




İstanbul'da yakaladığım yakışıklı karagöz ve levrekten sonra cuma akşamı vardığım Değirmendere'de de balığa gitmeden duramadım. Yem için canlı teke veya mamun bulma umuduyla gittiğim av bayiinde bulabildiğim tek yem, adının çin kurdu olduğunu ve 40 güne kadar canlı kalabildiğini öğrendiğim ithal bir kurt oldu.  Daha önce hiç kullanmadığım bu yemin avcılığı hakkında tereddüt etsem de başka alternatifim olmadığı için 2 kutu alıp denemeye karar verdim. 21:00 gibi vardığım iskelede denk geldiğim bir abimin kovasında bolca teke olduğunu görünce çin kurtlarını ikinci plana atıp ava alışık olduğum tekelerle başladım. İskelede toplamda 8 kişi olduğumuz halde 3 saat içinde 1 kişi dışında balık alabilen olmadı. Avı sonlandırmama yakın LRF takımımın ucuna iliştirdiğim 4 gramlık zokayı çin kurduyla yemleyip iskele ayaklarının yakınında dipten 1-2 karış yukarıda sabit duracak şekilde beklemeye başladım. Çok geçmeden güçlü bir vuruş geldiyse de taslama zamanı ayarlayamadığım için balığı kaçırdım. Vakit kaybetmeden oltamı aynı yere indirip bu defa yaklaşık 1 dakikalık bekleyişten sonra vuran balığı tasmalamayı başardım. Gelen 500 g civarı genç bir baltabaştı. Peşi sıra aynı boyda bir balık daha yakalayıp her iki genç balığı da ait oldukları yere iade ettikten sonra avı sonlandırdım.


Çin kurdu ve zokalı takımla 8-10 m derinliğindeki iskele ayaklarından kısa sürede iki güzel balık alınca ertesi gün de aynı merada aynı teknikle denemeye devam ettim. Bu defa avı yarım kilo civarı 3 baltabaş ve LRF takımımın 0.22 mm'lik monoflament misinasını iskele ayaklarına kestirip kaçan çok iri bir balıkla kapattım. Değirmendere'deki son günüm olan pazar akşamı da erkenden iskeleye koştum. 05:30 gibi meraya varır varmaz iskele ayaklarına sarkıttığım iki takımıma da birbiri ardına vuruşlar gelmeye başladı. Çok iri olmayan 5 karagözden sonra nihayet LRF takımımla çok zorlu bir mücadelenin ardından gayet iri kıyım bir baltabaşı kepçelemeyi başardım. Bu şimdiye kadar bu kadar hafif bir LRF takımıyla yakaladığım en iri karagözdü. Avı bırakıp muhteşem güzellikteki balıkla fotoğraf çektirme işine koyuldum.




Kar ve soğuk 1 hafta boyunca Marmara'yı buz keserken ben her gece sevdalısı olduğum denizin kıyısında, Marmara'nın gizemli baltabaş karagözlerinin peşindeydim. Misinayı tutarken soğuktan hissizleşen, kancaya yem takamaz hale gelen parmaklarım bu satırları yazarken keyifle dokunuyor klavyemin tuşlarına. Şimdi kim bilir nice baltabaşlar dolanıyor Marmara'nın midye kaplı iskele ayaklarının arasında. Belki bir sonraki buluşmamız yine karlı bir İstanbul akşamında olur. Kim bilir...