3 Mart 2015 Salı

Kar Bereketi

Kışın Balkanlar ve Sibirya'dan gelen soğuk hava dalgası genelde Marmara'ya şiddetli rüzgarla birlikte kar da getirir. Hava sıcaklığı nadiren sıfırın birkaç derece altına düşse de rüzgar ve nem yüzünden hissedilen sıcaklık sıfırın çok altındadır. Deniz kenarında, kar çoğu zaman aheste aheste yağmak yerine rüzgarın etkisiyle neredeyse yere paralel şekilde, çarptığı yeri delercesine yağar. Soğuk kulaklarınızı keser, tipi şeklinde yağan kar taneleri yüzünüzü acıtır. Böyle havalarda içinizden dışarı çıkıp kar altında yürümek ya da kar topu oynamak gelmez. Yapılacak en mantıklı şey sıcacık evinizde sıcak bir şeyler içip fırtınanın dinmesini beklemektir. Ya da benim gibi çılgın bir balık tutkunuysanız sımsıkı giyinip baltabaş karagöz hayaliyle soluğu deniz kenarında alabilirsiniz.

Marmara'da deniz suyu sıcaklığının 8-10 dereceye düştüğü kış aylarında çoğu balık türü kıyıları terk ederek yüzey suyuna göre daha ılık olan derin sulara çekilir. Boğazlar ve Galata köprüsü dışında kışın kıyıdan istavrit yakalamak bile çok güçtür. Aralık ortasından itibaren boş dönülen avların sayısı arttıkça şevkler kırılır ve nihayet çoğu balıkçı pes edip bahara kadar balık avına ara verir. Ama pek az balıkçı bilir ki denizlerin paşası levrek ve ağır abisi baltabaş karagöz hiç bir zaman kıyıdan uzun süre uzaklaşmaz. Kışın balığın yerini, beslenme saatini ve aradığı yemi bulmak son derece güç olsa da havayı iyi takip eder ve doğru merada, doğru teknikle sabırla denerseniz mutlaka karşılığını alırsınız.

2008 senesine kadar Marmara'da, belli başlı korunaklı meralar dışında ciddi şekilde azalan baltabaş karagöz ( Diplodus sargus ) nüfusu, bilmediğim bir sebepten dolayı 2008 baharında Marmara'nın tamamında meydana gelen yavru patlamasından sonra tekrar artmaya başladı. O yaz kıyılarda gördüğüm binlerce bireyden oluşan bebek karagöz sürüleri her sene daha da büyümüş olarak oltalarımı ziyaret etmeye devam ediyor. 2015 baharında 7 yaşını dolduracak olan 2008 batını karagözler 2015 başı itibariyle 900-1600 gram arasında geliyor. İşin en güzel yanı da şu ki; 2 yaşından itibaren cinsel olgunluğa ulaşıp nesil yetiştirmeye başladıkları için son birkaç yıldır Marmara'da her boydan baltabaş karagöz yavrusu yakalamak mümkün. Baltabaş karagözler diğer karagöz türleri ve yakın akrabaları olan ispariler gibi yoğun olarak dip tabiatı kayalık, midyelik olan kıyılarda, liman mendireklerinde, iskele ayaklarında ve batıklarda bulunur. Sakin havalarda çok geniş bir alanda dağınık sürüler halinde beslenen baltabaş karagözler kışın soğuk rüzgarlar esip, dalgalar liman mendireklerini dövdüğünde büyük sürüler halinde liman içlerindeki derin meralarda toplanır. Bu tarz havalarda yatak meraları bulunursa avcılığı yazın olduğundan çok daha kolay ve bereketlidir. Ne zaman soğuk rüzgarlar esip hava buz kesse sıcacık evimde oturmak yerine deniz kenarına koşmamın sebebi de işte bundandır.

5 Ocak 2015 günü İstanbul'da soğuk rüzgarlar esmeye başladı. Hava tahmin raporları akşam saatlerinde başlayan yağışın gece yarısından itibaren kara dönüşeceği uyarısında bulunuyordu. Havada kar ve karagöz kokusu alıyordum. Bir yanım karagöz meramı yoklamamı söylerken bir yanım da misafirhanede kalıp yazı yazmam için beni tutuyordu. Ben bu ikilemde gidip gelirken "What's Up" programı üzerinden oluşturduğumuz "Balıkçı Kahvesi" grubuna mesaj geldi. Sefa'dan gelen görüntülü mesajda kepçenin içinde yatan harika bir karagöz vardı. Anlaşmamız üzerine balığı sudan çıkarır çıkarmaz bilgi vermek için fotoğraflayıp bana göndermiş olmalıydı. Fotoğraftaki zeminden balığı marinanın içindeki yüzer parmak iskeleden aldığını anladım. Birden bire kararsızlığım gidiverdi. Apar topar hazırlanıp arabama atladığım gibi soluğu merada aldım.

Meraya vardığımda Sefa ikinci karagözünü oltadan çıkarmakla meşguldü. Çabucak selamlaşıp kısaca bilgi aldıktan sonra Sefa'nın kovasından aldığım canlı ve irice bir tekeyle yemlediğim şeytan oltasını ( 0.33 mm florocarbon misina ve 3 numara çapraz kancadan ibaret çok basit bir takım ) parmak iskelenin ucundan açığa uzanan midye kaplı iki zincirin arasından 5 metre kadar sallayıp yemin doğal bir şekilde dibe batmasını beklemeye başladım. Aradan en fazla 20 saniye geçmişti ki misina parmaklarımın arasından hızla kaçtı. Vuruş beklediğimden çok erken gelmişti. Tasmalama zamanını ayarlayamadığım için balığı kaçıdıysam da moralimi bozmadan yeni bir yem takıp aynı yere gönderdim. Bu sefer pür dikkat balığın vurmasını bekliyorum. Yem dibe yaklaşınca sağlam bir vuruş daha geldi. Misinanın bir miktar parmaklarımın arasından akmasına izin verip tasmaladım. Nihayet özlediğim o muhteşem kuvvet oltanın ucundaydı. Balığın misinayı midye kaplı zincirlere sürtüp koparmasını engellemek için boşluk vermeden çekmeye çalışırken olta bir anda boşalıverdi. Nasıl olduysa balık iğneden kurtulmayı başarmıştı. Peşim sıra Sefa'da sağlam bir karagöze iğne açtırıp kaçırmıştı. Anlaşılan iskelenin altında kalabalık bir sürü vardı. Vakit kaybetmeden oltamı aynı yere gönderip heyecanla beklemeye başladım. Yem dibe inince misina tekrar hareketlendi. Balığın yemi tamamen yutmasını sağlamak için birkaç saniye bekleyip tasmayı vurdum. Yine o muhteşem kuvvetle birlikte gelen adrenalin patlaması. Oltanın ucundaki balık o kadar kuvvetliydi ki boşluk vermeden çekmeye çalışırken misina parmaklarımın arasından kayıyor, balığı yönlendirmekte zorlanıyordum. Çok şükür ki misinayı kestirmeden balığı yüzeye çıkarıp Sefa'nın da yardımıyla kepçelemeyi başardık. İçimi yine o tarif edilmez mutluluk duygusu sardı. Aylar sonra amacıma ulaşmış olmanın mutluluğu ve rahatlığıyla ava devam edip suya iade ettiğim yarım kilonun biraz altındaki karagözden başka vuruş alamayınca avı sonlandırdık.




2015 sezonunu güzel açmış, yazdan beridir peşinde olduğum baltabaş karagözü nihayet kandırmayı başarmıştım. Karla gelen bereketten faydalanmak için sonraki günlerde de karagöz hedefli denemelerime devam ettim. 6 ve 7 ocak geceleri gerçekleştirdiğim avlarda iri bir baltabaş karagözü kepçelemek üzereyken kaçırıp, İstanbul'daki meramda alışık olmadığım çok yakışıklı bir çift bantlı karagözü de ( Diplodus vulgaris ) fotoğraflayıp denize iade ettim. Fırtınanın ilk gününde denk geldiğimiz sürüyü sonraki günlerde bulamasak da cuma akşamından itibaren Değirmendere'de annemin yanında geçireceğim hafta sonu tatilinden önce 8 ocak perşembe gecesi de Sefa kardeşimle birlikte İstanbul'daki meramızı yoklamaya karar verdik.


Akşam 18:30 gibi marina içindeki karla kaplı iskelede buluşup 2 saat kadar vuruş alamadan denedikten sonra çay ve sohbet molası vermek üzere avı sonlandırdık. 1 saat sonra ısınmış ve enerji toplamış olarak iskeleye geri dönmüştük. Bir süre aynı iskele deneyip vuruş alamayınca Sefa'nın yanından ayrılıp 10 m sol tarafta kalan başka bir parmak iskelenin üzerinden denemeye devam ettim. Saat 23:30'a yaklaşırken balık yakalama ümidim iyice azalmış, son birkaç kez daha atıp avı sonlandırmayı düşünmeye başlamıştım. Sefa da aynı şeyleri düşünmüş olacak ki oltasını toplayıp benim bulunduğum iskeleye geldi. O geldiğinde canlı ve irice bir tekeyle yemlediğim şeytan oltasını arkadan esen rüzgarın da yardımıyla 10 m'ye yakın bir mesafeye göndermiş, yemin ağır ağır dibe batmasını bekliyordum. Son atışım olduğunu söyleyip oltayı topladıktan sonra avı sonlandırmayı teklif ettiğim sırada parmaklarımın arasındaki misina ağırlaştı. Birkaç saniye misinanın akmasına müsaade ettikten sonra tasmayı vurmamla birlikte oltanın ucundaki o muazzam güç fişekledi. Balığı dipten yükseltmek için hızla misinayı toplamaya çalışırken balıkta bir tuhaflık hissettim. Balık dipte sert kafa darbeleri vurarak mücadele etmek yerine fişekleyip 5 m önümde su üstüne çıkmıştı. Bu kesinlikle karagöz olamazdı. Heyecan ve sevinçle karışık bir ses tonuyla "Sefa levrek bu!" derken balığı usulca Sefa'nın suda beklettiği kepçenin içine soktuğumu hatırlıyorum. -4 derecelik havada saatlerce sabırla beklemenin mükafatını almıştım. Bembeyaz karın üzerine yatırdığım balık kaskatı açtığı yüzgeçleri ve pırıl pırıl pullarıyla o kadar yakışıklı duruyordu ki. İçimden tekrar tekrar şükredip yıllardır hayalini kurduğum şeyi yapmaya, bembeyaz karların üzerinde yatan levreği fotoğraflamaya koyuldum.




İstanbul'da yakaladığım yakışıklı karagöz ve levrekten sonra cuma akşamı vardığım Değirmendere'de de balığa gitmeden duramadım. Yem için canlı teke veya mamun bulma umuduyla gittiğim av bayiinde bulabildiğim tek yem, adının çin kurdu olduğunu ve 40 güne kadar canlı kalabildiğini öğrendiğim ithal bir kurt oldu.  Daha önce hiç kullanmadığım bu yemin avcılığı hakkında tereddüt etsem de başka alternatifim olmadığı için 2 kutu alıp denemeye karar verdim. 21:00 gibi vardığım iskelede denk geldiğim bir abimin kovasında bolca teke olduğunu görünce çin kurtlarını ikinci plana atıp ava alışık olduğum tekelerle başladım. İskelede toplamda 8 kişi olduğumuz halde 3 saat içinde 1 kişi dışında balık alabilen olmadı. Avı sonlandırmama yakın LRF takımımın ucuna iliştirdiğim 4 gramlık zokayı çin kurduyla yemleyip iskele ayaklarının yakınında dipten 1-2 karış yukarıda sabit duracak şekilde beklemeye başladım. Çok geçmeden güçlü bir vuruş geldiyse de taslama zamanı ayarlayamadığım için balığı kaçırdım. Vakit kaybetmeden oltamı aynı yere indirip bu defa yaklaşık 1 dakikalık bekleyişten sonra vuran balığı tasmalamayı başardım. Gelen 500 g civarı genç bir baltabaştı. Peşi sıra aynı boyda bir balık daha yakalayıp her iki genç balığı da ait oldukları yere iade ettikten sonra avı sonlandırdım.


Çin kurdu ve zokalı takımla 8-10 m derinliğindeki iskele ayaklarından kısa sürede iki güzel balık alınca ertesi gün de aynı merada aynı teknikle denemeye devam ettim. Bu defa avı yarım kilo civarı 3 baltabaş ve LRF takımımın 0.22 mm'lik monoflament misinasını iskele ayaklarına kestirip kaçan çok iri bir balıkla kapattım. Değirmendere'deki son günüm olan pazar akşamı da erkenden iskeleye koştum. 05:30 gibi meraya varır varmaz iskele ayaklarına sarkıttığım iki takımıma da birbiri ardına vuruşlar gelmeye başladı. Çok iri olmayan 5 karagözden sonra nihayet LRF takımımla çok zorlu bir mücadelenin ardından gayet iri kıyım bir baltabaşı kepçelemeyi başardım. Bu şimdiye kadar bu kadar hafif bir LRF takımıyla yakaladığım en iri karagözdü. Avı bırakıp muhteşem güzellikteki balıkla fotoğraf çektirme işine koyuldum.




Kar ve soğuk 1 hafta boyunca Marmara'yı buz keserken ben her gece sevdalısı olduğum denizin kıyısında, Marmara'nın gizemli baltabaş karagözlerinin peşindeydim. Misinayı tutarken soğuktan hissizleşen, kancaya yem takamaz hale gelen parmaklarım bu satırları yazarken keyifle dokunuyor klavyemin tuşlarına. Şimdi kim bilir nice baltabaşlar dolanıyor Marmara'nın midye kaplı iskele ayaklarının arasında. Belki bir sonraki buluşmamız yine karlı bir İstanbul akşamında olur. Kim bilir...

2 yorum:

  1. anlatımına hayranım .kalemi güzel oğlum

    YanıtlaSil
  2. Merhaba Savaş Bey, halen İstanbul da mısınız? Antalya'ya mı taşındınız? whatsup grubunuza katılıp sizlerle birlikte ava çıkmak isterim.
    Görüşmek üzere.

    YanıtlaSil