Kış mevsimini en çok kar yağdığı zaman severim. Ne zaman hava tahmin raporları kar uyarısı verse içim kıpır kıpır olur, heyecanla karın yağmasını beklerim. Kimi zaman deniz kıyısındaki evimin olduğu yere sulu kar yağarken, ben kendimi yüksek tepelere vurur, karın altında saatlerce yürürüm. O tertemiz beyazlık toprağı örttüğünde içimi tarif edilmez bir sevinç ve huzur duygusu kaplar. Çocukluğumdan beri bu hep böyle olmuştur. Son zamanlarda ise karın benim için bambaşka bir anlamı daha var. Artık benim için Marmara'da kar demek karagöz demek. Hava tahmin raporları 9 Şubat 2015 akşamı için kar uyarısı verince burnuma yine karagöz kokuları gelmeye başladı. Buz gibi havaya rağmen sımsıkı giyinip yeterince teke topladıktan sonra soluğu yat limanındaki karagöz meramda aldım.
İstanbul'daki meramda kışın liman mendireğinin dışı soğuk ve şiddetli rüzgarlarla karıştığında bütün karagöz sürüleri liman içine sığınıyor. Liman içinde yatak yapabilecekleri çok fazla yer olsa da birkaç yıllık arayışlarım sonunda en sık uğradıkları yerin, salması en uzun olan büyük yatların bağlandığı, en derin 2 parmak iskelenin altında, midye kaplı tonoz zincirlerinin çevresi olduğunu tecrübe ettim. O akşam yine başka bir yere uğramadan bu iskelelerden birinde denemeye karar verdim. Adım atarken ses çıkarmamaya gayret ederek iskelenin ucuna yürüyüp kovadaki en iri tekelerden biriyle yemlediğim şeytan oltasını ( 0.33 mm florocarbon misina, 4 no siyah çapraz kanca ) 2 metre önüme bırakıverdim. Yem ağır ağır dibe inerken karagöz sürüsünün aşağıda beklediğini ve birkaç saniye sonra misinanın parmaklarımın arasından aklamaya başlayacağını hayal ediyordum. Tam da hayal ettiğim gibi oldu. Sert bir vuruşla yemimin iri bir karagöz tarafından vakumlandığını hissettim. Yemin tamamen yutulduğundan emin olmak için misinanın bir miktar parmaklarımdan akmasına müsaade edip tasmayı vurdum. Tasmayı yemesiyle balığın fişeklemesi bir oldu. Misinanın tonoz zincirine sürtüp kopmaması için tüm gücümle boşluk vermeden çekmeye çalışıyordum ama ne mümkün. Balık bastıkça ıslak misina parmaklarımın arasından kayıyor, balığa yön vermekte zorlanıyordum. Birkaç sefer balık zincire çok yaklaşıp korku dolu anlar yaşamama sebep olduysa da çabucak yorulup pes etti. Yüzeye yaklaştırdığım balığı su üstünde şapırtı kopartıp sürüyü kaçırmasına müsaade etmeden tek hamlede kepçeledim.
Kanca balığın neredeyse midesine kadar gitmişti. Parmaklarımı solungaç kapağından içeri sokup ameliyat tarzı bir operasyonla kancayı çıkarmayı başardım. Balık misinayı dişleyip kopma noktasına getirdiği için iskelenin ucundan uzak bir noktada fener yardımıyla kancayı tekrar bağlayıp ava döndüm. Tüm bunları yapmam en az 10 dakikamı almıştı. Tekrar iri bir tekeyle yemleyip 2 metre önüme bırakıverdiğim oltam ağır ağır dibe doğru batarken sürünün hala orada olmasını umuyordum. Yem 5 metre aşağıdaki dibe yaklaşınca oltam hareketlendi. Yine misinanın parmaklarımın arasından bir miktar akmasına müsaade edip tasmayı vurdum. Çılgınlar gibi aşağı basıp, sert kafa darbeleriyle sağa sola manevralar yapan, ilkiyle hemen hemen aynı boydaki bu balığı da kepçelemeyi başardım. Balıklar çok iştahlı olacak ki bu balık da kancayı derin yuttuğu için yine kancayı çıkarmak ve misinanın zedelenen kısmını tekrar bağlamak için uzunca bir süre uğraşmam gerekti. Oltamı üçüncü kez suyla buluşturduğumda hiç beklemeden gelen vuruşla üçüncü balığımı da kovaya atmayı başardım.
Av müthiş başlamıştı. Aşağıda nasıl bir sürü vardı bilmiyorum ama önüme bırakıverdiğim 3 yemim de daha dibe ulaşmadan kapılmıştı. Garip duygular içinde elimi yem kovasındaki buz gibi suyun içine daldırıp yakaladığım iri bir tekeyi kuyruğunun altından kancaya geçirdim. 2 metre önüme salladığım yem aşağı süzülürken tüm sinirlerim gerilmiş halde, misinayı tuttuğum parmağımda hissedeceğim o büyülü vuruşu bekliyordum. Saniyeler hızla akıp yem dibe indiği halde vuruş gelmedi. Yemi çekip bu defa biraz daha ileri salladım. Yine vuruş alamayınca sürünün kaymış olduğunu anladım. İlk aklıma gelen sürünün 10 metre yandaki iskelenin tonoz zincirlerinin arasına kaymış olabileceğiydi. Vakit kaybetmeden şeytan oltasının sarılı olduğu makarayı, yem kovasını ve kepçeyi alıp sessiz adımlarla diğer iskeleye geçtim. İki tonoz zinciri arasından gerçekleştirdiğim ilk atışımdan yaklaşık 20 saniye sonra yanılmadığımı anladım. Yine bekletmeden vuruş geldi. Yer değiştirdikten sonraki 2 atışımda 2 güzel karagöz yakaladıktan sonra 2 atış üst üste vuruş alamayınca tekrar ava başladığım iskeleye döndüm. Tahmin ettiğim gibi sürü tekrar buraya kaymıştı. Son 1 kez daha atıp yakışıklı bir karagöz daha aldıktan sonra avı sonlandırmaya karar verdim.
Rüzgar estikçe esiyor, yat mandarlarının direklere çarparak oluşturdukları melodi giderek şiddetini arttırıyordu. Bu ne güzel bir müzikti. Kovam Marmara'nın heybetli baltabaşlarıyla doluyken rüzgar yüzümü okşuyor, soğuk içimi ısıtıyor, yağan sulu kar ıslatmıyordu sanki. Bundan daha güzel bir gece olabilir miydi? Kovadaki tekeleri denize boşaltıp iskelenin altındaki sürüyle vedalaştıktan sonra misafirhanenin yolunu tuttum. Karagöz sürüsüyle çok iyi anlaşmış olacağız ki takip eden 3 gün içerisinde aynı yerde 2 sefer daha rastlaşıp 4 tanesini daha kovamda ağırlama şerefine nail oldum. Şu an birbirimizden çok uzaklarda olsak da bir gün mutlaka tekrar ziyaretinize geleceğim. O zamana kadar bol bol teke ve midye yeyip şişmanlayın..
nasıl denir ?masal tadında avlar rastgelsin üstad
YanıtlaSilDevamı gelir inşallah
YanıtlaSilBende yanina geldim bu anlatimla :) onlari ben yakaladim sanki :) tebrikler devamini bekliyoruz.
YanıtlaSil