"Oltası suda olan balığı alır" diye bir söz duydunuz mu hiç? Çok doğru bir söz. Bazen hayatınızın avını yapmanız için şans eseri su kenarına uğrayıp, öylesine bir olta atmanız yeterlidir. Onca zaman peşinden koşup yakalayamadığınız balık, hiç hesapta yokken, alakasız bir yerde attığınız oltaya vurabilir. Belki de balık yakalamayı hiç ummadığınız bir anda, hayatınızın balığına bir olta kadar yakınsınızdır. Tıpkı, İstanbul'da bulunduğum süre içerisinde tesadüfen deniz kenarına uğrayıp öylesine bir olta salladığım 29 Ocak gecesi gibi.
Akşam mesai çıkışı balığa gitmekle, ofiste kalıp yazı yazmak arasında kararsızlık yaşarken aslında ikisini de yapmak istemediğimi fark ettim. Son iki hafta içinde gittiğim karagöz hedefli avlardan boş döndüğüm için şevkim biraz kırılmıştı. Balığa gitmediğim akşamları yazı yazarak değerlendirmeyi planladığım halde o akşam içimden yazı yazmak da gelmedi. Telefonuma sarılıp Tuzla'da yaşayan Kemal Koca abimi aradım. Yarım saat sonra Tuzla sahilindeki kafelerden birinde çay ve pasta eşliğinde koyu bir balık muhabbetine koyulduk.
Kemal abimle birlikte bol sohbetli ve keyifli bir akşamın ardından 23:30 gibi misafirhanenin yolunu tutmuşken ani bir karar değişikliğiyle direksiyonu limana kırdım. Niyetim gece su sathına yakın rıhtım duvarlarını mesken edinen işaret parmağım büyüklüğündeki kırmızı çizgili karideslerden yakalayıp sonraki günlerde levrek hedefli avlarımda kullanmak üzere denize sarkıttığım delikli 5 litrelik pet şişenin içinde canlı muhafaza etmekti. Karides toplayacağım yere varınca yanıma kova, kepçe ve karideslerin ışık tutulduğunda kıpkırmızı parlayan gözlerini görebilmek için kullandığım fenerimi alıp rıhtım kenarına doğru yürümeye başladım. Henüz birkaç adım atmıştım ki aklıma bir fikir geldi. En az yarım saat sürecek olan karides toplama işlemi boyunca neden denizde bir oltam olmasın diye düşünüp takım hazırlamak üzere arabaya geri döndüm. Her zaman arabamda hazır bulunan olta takımlarımın yanında bagajımda 2 kutu da çin kurdu vardı. Şaşırtıcı şekilde, ocak başında Gölcük'te gerçekleştirdiğim karagöz avlarından beri canlı kalan çin kurtlarını değerlendirmek için güzel bir fırsat olabilirdi.
Arka koltukta uzanan iki parçalı kamışlardan birinin ucundaki klipse taktığım 2 köstekli dip takımını ( 0.28 m, 20 cm köstek, 0.35 mm beden, 50 g kurşun ) canlı çin kurtlarıyla yemleyip mendirek kayalıklarının açığına doğru yaklaşık 50 metre mesafeye gönderdikten sonra babanın üzerine yasladım. Babaya yaslı duran oltanın boşunu almak için eğilip makinenin kolunu çevirmeye başladığım anda sert bir vuruş hissettim. Bir anlık tereddütten sonra oltanın ucundakinin balık olduğunu anlayıp tasmayı vurdum.Tasmayı vurmamla birlikte oltam dibe takılmış gibi olduğu yerde mıhlanıp kaldı. Peşinden gelen sert kafa darbelerine bakılırsa oltanın ucundaki güzel bir karagözdü. Sağlam takımıma güvendiğim için kalama vermeye ihtiyaç duymadan çok uzak mesafedeki balığı çekmeye başladım. Yorulmadan kafa atmaya devam eden balığı su üstüne çıkarıp kepçe kullanmaya gerek duymadan dikkatlice dışarı aldığımda çok şaşırdım. Ben yarım kilo civarı bir baltabaş karagöz beklerken gelen çok yakışıklı bir sivri burun karagözdü. Atar atmaz vurduğuna göre meraya kalabalık bir sürü yatmış olabilirdi. Vakit kaybetmeden takımı tekrar yemleyip aynı yere gönderdim. Olta babaya yaslı bir şekilde beklerken ben de arabaya gidip hazır dip takımlarımdan biriyle ikinci bir oltayı donatma işine koyuldum.
İkinci takımımı yemleyip aynı bölgeye atmaya hazırlanırken babaya yasladığım oltamdan bir takırtı duydum. Heyecanla oltaya atılıp yakalamama kalmadan olta bir kez daha takırdayıp yere düştü. Denize gitmek üzereyken son anda yakalayıp tasmayı vurduğumda bu seferkinin daha büyük bir şey olduğunu anladım. İlk balığa göre çok daha sert ve seri kafa darbeleriyle makaramdan kalama almayı başarıyordu. Güç bela dipten yükseltip bir miktar kıyıya yaklaştırdıktan sonra balığın hareketlerinde bir tuhaflık fark ettim. Daha önce hiç bu kadar seri kafa atan bir karagözle karşılaşmamıştım. Sanki oltanın ucunda 2 karagöz varmış da birbiri ardına kafa vuruyorlarmış gibiydi. Çok geçmeden yanılmadığımı anladım. Olta yüzeye yaklaşınca her biri farklı tarafa yüzmeye çalışan tabak gibi iki parıltı belirdi. Şaşkın ama mutlu bir şekilde balıkları kaldırıp dışarı aldım. Bu gelenler de ilki gibi sivri burun karagözdü. Artık merada kalabalık bir sürü olduğuna tamamen ikna olmuştum. Vakit kaybetmeden çin kurduyla yemlediğim iki oltamı da aynı yere gönderip heyecanlı bir şekilde beklemeye koyuldum.
O dakikadan sonrası çok hareketliydi. Bazen peş peşe, bazen de en fazla 10 dakika aralıklarla vuruş almaya devam ettim. Yemi alıp kaçanlar, yarı yolda kancadan kurtulanlar, bazen tek tek, bazen çifter çifter kovaya giren sivri burun karagözlerle çok heyecanlı ve keyifli bir av yaşadım. Yaklaşık 2 saat sonra yemim bittiğinde kovam ağzına kadar balıkla doluydu. Balık halen vurmaya devam etse de biraz mecburiyetten biraz da günlük istihkakımı almış olmanın doygunluğuyla avı bırakıp misafirhanenin yolunu tuttum.
Yıllarca, kıyıda kalabalık sürüler halinde dolaşırken gördüğüm sivri burun karagözlerin peşinden koşmuş, hangi yemi, hangi yöntemi denediysem deneyeyim tesadüfen yakaladıklarım dışında kayda değer bir sivri burun karagöz avı yapamamıştım. Kimi yörelerde yosun ya da deniz anasının ayaklarından kesilen parçalarla yakalandığını duyduğum sivri burun karagözlerin ince deniz kurtlarına da rağbet edeceğini düşündüğüm halde deneme fırsatım olmamıştı. O gece farklı sonucun sebebi yem mi yoksa başka bir şey miydi bilmem ama bundan sonraki sivri burun avlarımda favori yemimin çin kurdu olacağı kesin.
Güzel av ve çok guzel anlatim. Tebrikler teşekkürler :)
YanıtlaSil