Uzun zamandır aklımda olan ama bir türlü fırsat bulup üzerine yoğunlaşamadığım, ayak üstü denemelerimde ise sonuç alamadığım tekniklerden biri de dünya çapında "Eging" ya da "Eging Game" olarak bilinen ve kalamar, sübye gibi kafadan bacaklı hayvanların hedeflendiği balıkçılık disipliniydi. Antalya'ya temelli olarak yerleştikten sonra kafamdaki diğer teknikler ve hedef türlerle birlikte bu teknikle alakalı da araştırmalara başladım. Bir balığı kandırabilmenin öncelikli kuralının o balığı çok iyi tanımaktan geçtiğini bildiğim için malzeme ve aksiyon teknikleri bilgisinin yanı sıra, çok hücreli omurgasız hayvanların yumuşakçalar şubesinin en gelişmiş sınıfına mensup olan kalamar ve sübye gibi kafadan bacaklıları kapsamlı mercek altına aldım. İnternetten edindiğim teorik bilgilerin yanında sık sık, tür bilgisi ve saha tecrübesi bakımından en güvendiğim kişilerden biri olan Berk G. İpek abimle de "Eging" tekniği üzerine sohbetlerde bulunduk. Yazının bu kısmında Berk G. İpek ile sohbetlerimizde edindiğim çok değerli bilgileri aktarmaya çalışacağım.
Japon menşeli bir teknik olan Eging, adını Japonca'da kalamar için üretilen yapay yemlerin genel adı olan Egi'den almaktadır. Kalamar yemleri için kullanılan diğer bir tabirse İkajigu'dur. Bu disiplinle tek bir av türü hedeflendiğinden, net olmamakla birlikte "Egi" Japonca'da "saf ruh" veya "saf ruhlu bir uğraş" anlamına gelebilir. Uzak doğuda çok ilerilere taşınmış olan bu disiplin Avrupa'da yeni gelişmekte olan yöntemler arasındadır. Halen kafadan bacaklılara özel takımların kullanımı oturmamış olsa da bu yöntem genellikle hafif siklet at-çek takımları ile kalamar yemlerinin kullanılması suretiyle uygulanır. Bu avcılıkta kalamar ve sübyenin dünyayı nasıl gördüğü ve algıladığının önemi çok büyüktür. Zira bu canlıların göz yapıları diğer bütün canlılardan farklıdır. Verdikleri tepkiler ve avlarıyla ilişkide bulunuş süreçleri iyi ezberlenmeli ve takip edilmelidir. Kalamar ve sübyeler hiper etçil canlılardır ve neredeyse sadece canlı avlarla beslenirler. Dolayısıyla avlanma tepkileri görme duyularıyla eş odaklıdır. İnanılmaz hızlı metabolizmaları yüzünden devamlı beslenebilmek ana öncelikleri olduğundan kısa döngülü olan ömür süreçlerini maksimum yeterlilik ve üretkenlikle geçirirler. Bu da avcıya bir kesinlik sağlar. Tepki ya da takip olmayan yerde kalamar veya sübye yoktur, eğer oradaysa kesinlikle tepki verecektir.
Ultraviole yansımaları, bioluminesans ( doğal biyolojik ışık ), ışık kırılmaları ve kontrast renklere karşı inanılmaz hassas, aşırı gelişmiş gözleri hem kendi aralarındaki iletişimin renk değişimi yoluyla sağlanmasına hem de avlanmalarında görme duyularına bağımlı olmalarına imkan verir. Kalamarlar orta su ( pleajik ) canlılarıdır, sübyeler ise dibe bağımlı ( benthopelajik ) eğilim gösterir. Dolayısıyla kalamara yüzeyden binlerce metre derinliğe kadar rastlamak mümkünken sübyeler sığ sular hariç dipten yükselme eğilimi göstermez.
Av gereçleri konusunda kilolarına dayanacak ve yumuşak yapılarını yırtmayacak esneklikte ekipman seçimi önemlidir. Sert uygulamalar kolaylıkla kolların kopmasına veya yırtılmasına sebep olabileceğinden avcının sükunetini koruması gerekir. Işık bu canlıların avı olan küçük balıkları ve kabukluları cezbettiği için kalamar ve sübye için de cazibe kaynağıdır. Genellikle ışığın içine girmek yerine ışığın ulaşım sınırı olan alacakaranlık bölgede saldırıya hazır konumda beklerler. Böylece ışıktan karanlığa gözü hemen alışamayan avlarını kolaylıkla yakalarlar. Gün ışığı kalamarların kamuflajını bozduğundan gündüz saatlerinde ya sığ sularda balık kümelerini gölgelerler ya da ışığın erişiminden uzak derin sulara günlük göçler gerçekleştirirler. Sübyeler içinse durum farklıdır. Kamuflaj için bukalemun gibi renk değiştirerek sığ sularda alçak sürünme diyebileceğimiz bir şekilde avlarına pusu kurup saldıran sübyeler gündüzleri de aktif avcılardır.
Kalamar/Sübye avcılığını genel hatlarıyla 3 bölümde inceleyebiliriz; Genellikle tekneden uygulanan, ağırlıksız yüzer tip kalamar yemlerinin ekstra kurşun ilavesi ile 2, 3 veya 4 adet bağlanması suretiyle kurulan çapari benzeri dikey yöntem, kafa kısmında ağırlıkları bulunan, boy ve gramajlarına göre sınıflandırılmış kalamar yemleri ( Egi ) ile kıyıdan veya sığ sularda tekneden, at-çek yapılarak uygulanan yöntem, son olarak da yüksek gramajlı ağır kalamar jigleriyle yapılan Shore Jigging ve Vertical Jigging tarzı avcılık. Av mahallinin gerekliliklerine göre donatılıp kullanılabilen bu 3 yöntem de etkilidir. Kalamar yemlerinde renk ve boy seçiminde ise şunlara dikkat etmek gerekir. Avın boyuna göre seçilen yemlerin ışığa ve suya göre en yüksek kontrast renklerde seçilerek kullanılması ( maksimum görünürlük ile dikkat çekmek ) veya av mahallinde bulunan yem balığı veya kabuklu türlerin taklidi olan renk ve boyutlardaki yemlerin seçilmesi gerekir. Bu seçimlerde de avcının bilgisi ve avlağın koşulları önemli rol oynar.
Tüm bu araştırmalar ve sohbetler sonucu öğrendiğim bilgileri uygulayabilmek için uzunca bir süre beklemem gerekti. 28 şubat 2016 günü Tuzla'dan sonraki durağımız olan İzmir Dikili iskelesine bağlayınca sübye ve kalamar avı hayalimi gerçekleştirmek için güzel bir fırsat yakaladığımı hissettim. Buraya ilk defa 2015 ağustos ayında iş icabı geldiğimde ne denli güzel kalamarlar yakalandığını duymuş ama mevsimi olmadığı için denemelerim sonuçsuz kalmıştı. Bu defa başka hiç bir balığa bakmadan tamamen Eging tekniği üzerinde yoğunlaşmaya karar verdim. Bölgedeki dükkanlardan mevcut kalamar yemlerimin yanına ilave birkaç yem daha alıp geceyi beklemeye başladım. Güneş batıp, iskelenin en ucundan iskeleye doğru dönük olan projektör yanınca da denemelere başladım. Bir yandan da bölgenin yerlisi olan diğer oltacılarla sohbet edip güncel av durumu, kullandıkları ekipmanlar ve teknikler hakkında bilgi almaya çalıştım. Bulunduğumuz iskelede yakın zamanda çok bereketli kalamar ve sübye avları yapıldığını öğrenince umudum arttı. Ortalama 10 m derinlikteki iskelede yemi dibe hızlı indirebilmek için diğer balıkçıların uyguladığı gibi yemin önüne 7 gramlık gezer bir kurşun ilave edip, dipte ve orta suda yeme fasılalı zıplatma hareketleri yaptırarak denemeye devam ettim. Nihayet ava başladıktan yaklaşık yarım saat sonra dibe yakın mesafede gelen vuruşla hayatımın ilk sübyesini yakalamayı başardım.
Avın devamı çok heyecanlı ve eğlenceliydi. İskele ayaklarının çevresinde ve biraz açığında dipte yukarı aşağı zıplatma hareketleri yaptırdığım yemlerle peş peşe irili ufaklı sübyeler kandırdım. Çok iyi tanımadığım bu hayvanların farklı davranışlarını gözlemliyor, kısa bir inceleme faslından sonra ait oldukları yere iade ediyordum. Yakaladığım on küsur sübyenin içinden bir tanesiyle komik bir anımız da oldu. Sudan çıktığında karnı şiş ve yusyuvarlak olan sübyelerden biri fotoğraf çektirdiğimiz sırada içinde tuttuğu sıvının tamamını çok şiddetli bir şekilde suratımın ortasına püskürttü. Sırılsıklam ve şok olmuş bir şekilde fotoğraf çeken arkadaşıma yüzümdekinin su mu yoksa mürekkep mi olduğunu sorduğumda aldığım cevapla rahatladım. Neyse ki, tedbirsiz davranmamın cezasını mürekkep yerine suyla ödemiştim. Sübyelerden zevkimi alıp iri bir kalamar yakalamanın hayalini kurarken iş arkadaşım İsmail gece yarısına yaklaşırken çok iri bir kalamar yakalamayı başardı. Kıskanma değil ama o an ona ne kadar özendiğimi anlatamam. Tam hayalini kurduğum, yakalayıp fotoğraflamak için can attığım büyüklükte bir kalamardı bu. Sonrasında ne kadar uğraştıysam da kalamar yakalayamayıp avı sonlandırdım. Kalamar umudum ertesi geceye kalsa da bol sübyeli ve keyifli bir av olmuştu benim için.
Ertesi gün hava kararır kararmaz kalamar umuduyla denemelere kaldığım yerden devam ettim. Bu defa sübye gelmesin diye yemi iskelenin dibine indirmek yerine uzak atışlar gerçekleştirdiğim halde yine peş peşe sübyeler almaya devam ettim. Ava başladıktan yaklaşık 1 saat sonra kalamar kandırmayı başardıysam da gelen umduğumdan çok küçüktü. Çabucak birkaç kare fotoğraf çektirip ava devam ettim. Kalamarların karanlıkla aydınlık sınırındaki alacakaranlık kısımda gizlenip avlarına pusu kurduğunu bildiğim için atışlarımı projektörün aydınlattığı yerin biraz açığında yoğunlaştırıyordum. Yemi diplettikten sonra 2-3 sefer fasılalı zıplatma hareketi ile dipten yükseltip tekrar dibe inmesini bekliyor ve bu işlemi yineliyordum. Uzunca bir bekleyişten sonra 22:00 sularında nihayet o büyülü vuruş geldi. Oltam o kadar ağırlaşmıştı ki ben sarmaya çalıştığım halde makinem kalama veriyor, hayvanı dipten yükseltemiyordum. Oltanın ucundaki her neyse narin bacaklarının kopmasından korktuğum için kalamayı sıkmadan çekmeye devam ettim. Bir süre direndikten sonra gücü kırılan havyanı dipten yükseltmeye başlayınca heyecanım katlandı. Yüzeye çıkan dev kalamarı görünce de heyecandan çıldıracak gibi oldum. Oltanın ucundaki tam hayal ettiğim gibi dev bir kalamardı. Yemin iğnelerinin kalamarın ayaklarının arasına gömülü olduğunu görünce misinadan tutup dikkatli bir şekilde dışarı aldım.
Şükürler olsun ki bir hayalim daha gerçek olmuştu. Uzun zamandır hayalini kurduğum o dev kalamar artık ellerimdeydi. Bu güzel canlıyı en iyi şekilde fotoğraflayabilmek için yere değdirmemem gerektiğini biliyordum. Yere bıraktığım anda derisinin üzerindeki o muhteşem jelatin ve göz alıcı renkleri bozulacaktı. Kısa bir düşünme faslından sonra en uygun poza karar verip tam da kalamarın rengini kırmızıya döndürdüğü anda fotoğraf çekme işine başladık. Fotoğraf çekme işimiz bittiğinde belki de şimdiye kadar çektiğim en güzel fotoğraflardan biri ortaya çıktı. İşte bu yazının başlığı da Berk G. İpek abimin bu fotoğrafa taktığı isim olan "Kırmızı Şeytan"dan geliyor...
26 Nisan 2016 Salı
12 Nisan 2016 Salı
Dolunay Baltabaşları
Yaklaşık 1.5 ay süren uzun bir ayrılıktan sonra nihayet İstanbul'dan eve dönüş zamanı gelmişti. Gelmişti gelmesine ama Antalya'ya varmadan önce 10 günümüz daha çeşitli limanlarda geçecekti. Hele bir yola çıktık mı Allah'ın izniyle sayılı gün çabuk geçer, fırtınaya da yakalanmazsak rahat bir seyir ve liman periyodu geçirip sağ salim evimize dönerdik. 26 şubat 2016 gecesi Tuzla'dan harekete geçmeden önce baltabaş karagöz meramı son bir kez daha yoklamak için yeterince vaktim vardı. Kış mevsiminde meram genelde soğuk, fırtınalı ve karlı havalarda güzel balık yaptığı halde o gece gök yüzü açık, hava ılık ve sakindi. Ne olursa olsun balığa gitmeyi kafaya koymuştum bir kere. Saat 19:00 gibi arkadaşım Yasin'le birlikte makaraya sarılı 0.31 mm monoflament misina ve 3 numara sağlam çapraz iğneden ibaret şeytan oltalarımızı hazırlayıp, bölgede avlanan diğer oltacılarla ortak kullandığımız canlı teke livarlarının içinden en irilerini seçerek yeterince teke aldıktan sonra olta atacağımız yat limanının yolunu tuttuk.
Yüzer parmak iskelelerin midye kaplı tonoz zincirlerinin etrafında yatak yapan karagöz sürülerini kaçırmamak için takımlarımızı kıyıda yemleyip çıt çıkarmamaya özen göstererek parmaklarımızın ucunda iskelenin baş kısmına doğru yürüdük. Yemlerimizi 5-10 m önümüze savurup ağır ağır 5 metrelik dibe inmesini beklerken denizin ne kadar berrak olduğunu fark ettim. Hava çoktan karardığı halde tam tepemizdeki dolunay suyun dibini gündüz gibi görünür hale getirmişti. O an, aslında havanın bulunduğum yerde karagöz için ne kadar uygunsuz olduğunu anlamıştım. Böyle havalarda baltabaş karagöz sürüleri genelde derin iskele altlarında yatak yapmak yerine liman dışında yayılıma çıkıyordu. Hayal kırıklığına uğramış olsam da kovamızdaki çok iri ve hareketli tekelerin hatrına yarım saat kadar denemeden dönmemeye karar verdim. Hem karagöz olmasa bile çok iri ve hareketli tekelere asla hayır diyemeyen güzel bir levreğe denk gelme şansımız da vardı. İskelenin hemen dibi net göründüğü için, tekelerin çok iri olmasının da avantajıyla atış mesafelerimizi 10-15 m'ye çıkarıp o büyülü vuruşu beklemeye başladık.
Yaklaşık 20 dakika sonra gelen vuruşla keyifsiz başlayan av heyecan kazandı. 10 m açıkta dipte sağlam bir vuruş aldığım halde balık yakalanmadan tekenin kafasını koparmayı başarmıştı. Levrek olsa tek hamlede yemin tamamını yutacağı için vuran yüksek ihtimalle karagözdü. Çabucak yemi biraz daha küçük bir tekeyle değiştirip oltamı savurabildiğim kadar uzağa savurdum. Yem ağır ağır batıp dibe ulaştığında sert bir vuruş daha geldi. Bu defa acele etmeden balığın yemi yutması için zaman tanıdım. Hareketlenen misinanın bir miktar parmaklarımın arasından akmasına müsaade edip tasmayı vurdum. Tasmayı vurmamla birlikte oltanın ucundaki balık müthiş bir kuvvetle basmaya başladı. Balık o kadar kuvvetliydi ki bir yandan boşluk vermeden çekersem misinanın kopmasından korkuyor bir yandan da balığın misinayı midye kaplı zincirlere kestirmemesi için dua ediyordum. Neyse ki korktuğum başıma gelmedi. Sağa sola ani manevralar yaparak sürekli dibe basmaya çalışan balığı iyi yönetip takımı kestirmeden yüzeye çıkarmayı başardım. Yasin'in tek hamlede kepçelediği balık son yıllarda yakaladığım en büyük baltabaş karagözdü. Hayalimdeki balığı yakalamış olmanın mutluluğuyla denize flaş düşürmeden ters tarafa doğru fotoğraf çektirerek bu unutulmaz avı ölümsüzleştirme işine koyulduk.
İlk balıktan sonra daha heyecanlı ve konsantre olmuş şekilde ava devam ettiysek de yarım saat kadar ikimize de vuran olmadı. Kısıtlı olan zamanımız azalıp ümitlerimiz tükenmeye başlamışken sağlam bir vuruş daha aldım. Yine sakin bir şekilde balığın yemi tamamen yutmasını bekledikten sonra tasmayı vurdum. Bu sefer ki balık da en az ilki kadar kuvvetli basıyordu. Balığı kaçırma korkusu ve heyecanla beraber adrenalin patlaması yaşadığım halde sakin olmaya ve yanlış bir hareket yapmamaya çalışıyordum. 3 metre genişliğindeki iskelenin 2 köşesinden açığa uzanan tonoz zincirleri olmasa bu kadar kalın takım kullanmak zorunda kalmaz ve daha az heyecanlanırdım. Balık aşağı bastıkça misina parmaklarımı yakarcasına kayıyor, zincire sürtünüp kopacak diye ödüm kopuyordu. Heyecan dolu bir mücadelenin ardından nihayet balık pes edip yüzeye çıkınca çabucak kepçeleyip dışarı aldık. İlkinden daha iri olan gecenin ikinci balığıyla da birbirinden güzel kareler çektirip ava kaldığımız yerden devam ettik.
Gece yarısından önce yola çıkacağımızdan ikinci balıktan sonra olta atmak için yarım saatimiz kalmıştı. Bu süre içinde ikimiz de birer vuruş alıp 2 yakışıklı baltabaş karagözü kepçelemeyi başardık. Son ana kadar balık alamayan Yasin'in yakaladığı balık sevincimizi katlamış, her ikimiz de avımızı mutlu bir şekilde tamamlamıştık. İstanbul'dan ayrılırken evime kavuşacağım için mutlu ama Marmara'nın baltabaşlarına veda ettiğim için biraz hüzünlüydüm. Kim bilir ben bu satırları yazarken ve siz okurken, Marmara'nın yeşil sularında ne büyük, ne heybetli, ne kalabalık baltabaş karagöz sürüleri dolaşıyor. Bir sonraki buluşmamıza kadar hayal kurması bile güzel...
Yüzer parmak iskelelerin midye kaplı tonoz zincirlerinin etrafında yatak yapan karagöz sürülerini kaçırmamak için takımlarımızı kıyıda yemleyip çıt çıkarmamaya özen göstererek parmaklarımızın ucunda iskelenin baş kısmına doğru yürüdük. Yemlerimizi 5-10 m önümüze savurup ağır ağır 5 metrelik dibe inmesini beklerken denizin ne kadar berrak olduğunu fark ettim. Hava çoktan karardığı halde tam tepemizdeki dolunay suyun dibini gündüz gibi görünür hale getirmişti. O an, aslında havanın bulunduğum yerde karagöz için ne kadar uygunsuz olduğunu anlamıştım. Böyle havalarda baltabaş karagöz sürüleri genelde derin iskele altlarında yatak yapmak yerine liman dışında yayılıma çıkıyordu. Hayal kırıklığına uğramış olsam da kovamızdaki çok iri ve hareketli tekelerin hatrına yarım saat kadar denemeden dönmemeye karar verdim. Hem karagöz olmasa bile çok iri ve hareketli tekelere asla hayır diyemeyen güzel bir levreğe denk gelme şansımız da vardı. İskelenin hemen dibi net göründüğü için, tekelerin çok iri olmasının da avantajıyla atış mesafelerimizi 10-15 m'ye çıkarıp o büyülü vuruşu beklemeye başladık.
Yaklaşık 20 dakika sonra gelen vuruşla keyifsiz başlayan av heyecan kazandı. 10 m açıkta dipte sağlam bir vuruş aldığım halde balık yakalanmadan tekenin kafasını koparmayı başarmıştı. Levrek olsa tek hamlede yemin tamamını yutacağı için vuran yüksek ihtimalle karagözdü. Çabucak yemi biraz daha küçük bir tekeyle değiştirip oltamı savurabildiğim kadar uzağa savurdum. Yem ağır ağır batıp dibe ulaştığında sert bir vuruş daha geldi. Bu defa acele etmeden balığın yemi yutması için zaman tanıdım. Hareketlenen misinanın bir miktar parmaklarımın arasından akmasına müsaade edip tasmayı vurdum. Tasmayı vurmamla birlikte oltanın ucundaki balık müthiş bir kuvvetle basmaya başladı. Balık o kadar kuvvetliydi ki bir yandan boşluk vermeden çekersem misinanın kopmasından korkuyor bir yandan da balığın misinayı midye kaplı zincirlere kestirmemesi için dua ediyordum. Neyse ki korktuğum başıma gelmedi. Sağa sola ani manevralar yaparak sürekli dibe basmaya çalışan balığı iyi yönetip takımı kestirmeden yüzeye çıkarmayı başardım. Yasin'in tek hamlede kepçelediği balık son yıllarda yakaladığım en büyük baltabaş karagözdü. Hayalimdeki balığı yakalamış olmanın mutluluğuyla denize flaş düşürmeden ters tarafa doğru fotoğraf çektirerek bu unutulmaz avı ölümsüzleştirme işine koyulduk.
İlk balıktan sonra daha heyecanlı ve konsantre olmuş şekilde ava devam ettiysek de yarım saat kadar ikimize de vuran olmadı. Kısıtlı olan zamanımız azalıp ümitlerimiz tükenmeye başlamışken sağlam bir vuruş daha aldım. Yine sakin bir şekilde balığın yemi tamamen yutmasını bekledikten sonra tasmayı vurdum. Bu sefer ki balık da en az ilki kadar kuvvetli basıyordu. Balığı kaçırma korkusu ve heyecanla beraber adrenalin patlaması yaşadığım halde sakin olmaya ve yanlış bir hareket yapmamaya çalışıyordum. 3 metre genişliğindeki iskelenin 2 köşesinden açığa uzanan tonoz zincirleri olmasa bu kadar kalın takım kullanmak zorunda kalmaz ve daha az heyecanlanırdım. Balık aşağı bastıkça misina parmaklarımı yakarcasına kayıyor, zincire sürtünüp kopacak diye ödüm kopuyordu. Heyecan dolu bir mücadelenin ardından nihayet balık pes edip yüzeye çıkınca çabucak kepçeleyip dışarı aldık. İlkinden daha iri olan gecenin ikinci balığıyla da birbirinden güzel kareler çektirip ava kaldığımız yerden devam ettik.
Gece yarısından önce yola çıkacağımızdan ikinci balıktan sonra olta atmak için yarım saatimiz kalmıştı. Bu süre içinde ikimiz de birer vuruş alıp 2 yakışıklı baltabaş karagözü kepçelemeyi başardık. Son ana kadar balık alamayan Yasin'in yakaladığı balık sevincimizi katlamış, her ikimiz de avımızı mutlu bir şekilde tamamlamıştık. İstanbul'dan ayrılırken evime kavuşacağım için mutlu ama Marmara'nın baltabaşlarına veda ettiğim için biraz hüzünlüydüm. Kim bilir ben bu satırları yazarken ve siz okurken, Marmara'nın yeşil sularında ne büyük, ne heybetli, ne kalabalık baltabaş karagöz sürüleri dolaşıyor. Bir sonraki buluşmamıza kadar hayal kurması bile güzel...
8 Nisan 2016 Cuma
Sahalara Dönüş
Uzun zamandır bloga yazı yazmadığımın farkındaydım ancak bugün en son yazımı ne zaman yazdığıma bakana kadar aradan bu kadar zaman geçtiğinin farkında değildim. 20 Kasım 2014 tarihindeki "Lüfer Bayramı" yazımdan bu yana tam tamına 505 gün geçmiş. Bunca süredir bloga katkıda bulunamamamın elbette tembellik dışında birçok nedeni var. Bunlardan teker teker bahsedip, sizi çok da ilginizi çekmeyecek özel hayatımın detaylarına boğmak istemiyorum. Ancak hayatımdaki tüm bu devinimlerin yansımasını "daha az zaman, daha az balık" şeklinde özetleyebilirim.
Balık ve deniz öylesine tutkular ki, her ne kadar onlardan uzak da olsanız, aklınızın köşesinde onlarsız bir gün geçirmiyorsunuz. Aylardır elinize balık pulu değmese de, en olmadık toplantının orta yerinde aklınıza düşüveriyor balığın sudan çıkmadan hemen önceki parıltısı. Gün geliyor, haftalar, aylar sonraki balığa çıkma ihtimalinizi iple çeker oluyorsunuz. Ancak pek çok zanaat gibi balıkçılık da nankör bir uğraş. Arayı uzun tuttuğunuzda elinizin mayası bozuluyor. Atışlarınız yakın düşüyor, verdiğiniz aksiyonlardaki ince detaylar kayboluyor ve sonuç, kavuşmayı beklediğiniz hayal hüsran ile bitiyor. Geçtiğimiz yılın özeti buydu benim için. Birkaç hatrı sayılabilecek av haricinde sezonu tamamen boş geçirdim. Yine de yazıya biraz renk katmak adına geçen sezona ait birkaç fotografı paylaşmak istiyorum:
Bugünlerde havaların ısınması ve günlerin uzamasıyla içimdeki kurt tekrar hareketlenmeye başladı. Zamanım kısıtlı olduğu için evimin yakınından yemeklik avların peşinde koşuyorum. Hoş, henüz bir sonuç alabildiğim yok ancak oltama gelen iki üç istavritin tıkırtısı bile kalbimin telini titreştirmeye yetiyor. Umarım gelecek sezon benim için burada anlatılacak hikayelerin daha çok olduğu bir sezon olur.
Sevgiyle kalın.
2 Nisan 2016 Cumartesi
Önsöz
Uzun, uzun yıllar önce, güneşin altında dolaşmaktan ensesi kapkara olmuş, üstü başı kir pas, dizleri yara bere içinde, deniz sevdalısı, kara kuru bir çocuk vardı. Deniz ve balıkları o kadar severdi ki, babası kızdığı halde gizli gizli deniz kenarına iner, oltacı tezgahlarının arkasında bulduğu dolaşmış misinaları dişleriyle keser, birbirine bağlar, dolaşmış çaparilerden ayıkladığı iğne ve küçük bir taş parçasını da ilave edip doğru iskelenin yolunu tutardı. İskeleden ayaklarını sarkıtıp, babasının işten gelme vaktine kadar bir dünya kaya balığı yakalar ve mahallenin kedilerine ziyafet çekerdi. Denizle iç içe olduğu, balık tuttuğu sürece mutluydu.
Bir gün yine oltacı Rıza abinin tezgahının arkasından toplayıp birleştirdiği misina parçalarının ucuna iğnesini bağlamış, sabırsızlıkla iskeleye doğru yürürken bir yandan da dişiyle iğne düğümünden sarkan misina fazlalığını kesmeye çalışıyordu. O kadar sabırsızdı ki, her yeri düğümlerle dolu 10 metrelik misinasını tahta parçasına sarmayı bile bekleyememişti. O yürürken arkasından sarkan misinanın düğümlerinden biri, ya bir yere takıldı ya da birisi misinanın üstüne bastı, o kısımdan emin değildi ama tam iğne düğümünün fazlalığını dişiyle keseceği sırada iğne dudağına saplanmıştı. Panik halinde iğneyi çıkarmaya çalıştı ama başaramadı. İğnenin tırnağı o kadar derin girmişti ki ne kadar uğraşırsa uğraşsın iğne çıkmıyordu. İğneyi sağa sola çekiştirdikçe canı daha çok yanıyor, dudağından kanlar damlıyordu. Korkudan ağlamaya başladı. Yakaladığı onca balık için Allah tarafından cezalandırıldığını düşündü. Ağlaya ağlaya bir daha balık tutmayacağına yeminler etti ve sonunda canının acısına aldırış etmeden, sertçe asılarak iğneyi dudağından çıkardı.
O uğursuz oltayı olduğu yere bırakıp koşarak evine gitti. Olan biteni kimseye anlatmama kararı almıştı. Yaz tatilinde olduğu halde yemin ettiği için günlerce balık tutmadı. Sonunda dayanamayarak başından geçenleri annesine anlatıp "Ben ne yapacağım şimdi, bir daha hiç balık tutamayacak mıyım?" diye sordu. Annesi her zamanki gibi onu düştüğü zor durumdan kurtaracak bir yol buldu ve "Oğlum, çocukların yemini kabul olmaz ki." dedi. O an dünyalar onun oldu. Mutluluktan havalara uçacak gibiydi. Annesine sarılıp doyasıya öptü ve evden fırladığı gibi denize koştu. İşte o çocuk, yıllar sonra bugün, ikinci kitabını yayınlamanın mutluluğunu yaşıyor. Aradan geçen yıllar boyunca deniz ve balık sevdası katlanarak büyüdü. 9 yaşında yakaladığı kaya balığına nasıl heyecanlanıyorsa bugün yakaladığı her balıkta aynı heyecanı yaşamaya devam ediyor. Şu satırları yazarken bile ertesi sabah, gün doğmadan başlayacağı av için heyecan duyuyor. Ve yine sizi uyarıyor; Böyle bir hayatı hayal etmiyorsanız bu kitabın kapağını kapatın ve bir daha asla açmayın.
Yasal Uyarı: Balık tutmak bağımlılık yapar!
Bir gün yine oltacı Rıza abinin tezgahının arkasından toplayıp birleştirdiği misina parçalarının ucuna iğnesini bağlamış, sabırsızlıkla iskeleye doğru yürürken bir yandan da dişiyle iğne düğümünden sarkan misina fazlalığını kesmeye çalışıyordu. O kadar sabırsızdı ki, her yeri düğümlerle dolu 10 metrelik misinasını tahta parçasına sarmayı bile bekleyememişti. O yürürken arkasından sarkan misinanın düğümlerinden biri, ya bir yere takıldı ya da birisi misinanın üstüne bastı, o kısımdan emin değildi ama tam iğne düğümünün fazlalığını dişiyle keseceği sırada iğne dudağına saplanmıştı. Panik halinde iğneyi çıkarmaya çalıştı ama başaramadı. İğnenin tırnağı o kadar derin girmişti ki ne kadar uğraşırsa uğraşsın iğne çıkmıyordu. İğneyi sağa sola çekiştirdikçe canı daha çok yanıyor, dudağından kanlar damlıyordu. Korkudan ağlamaya başladı. Yakaladığı onca balık için Allah tarafından cezalandırıldığını düşündü. Ağlaya ağlaya bir daha balık tutmayacağına yeminler etti ve sonunda canının acısına aldırış etmeden, sertçe asılarak iğneyi dudağından çıkardı.
O uğursuz oltayı olduğu yere bırakıp koşarak evine gitti. Olan biteni kimseye anlatmama kararı almıştı. Yaz tatilinde olduğu halde yemin ettiği için günlerce balık tutmadı. Sonunda dayanamayarak başından geçenleri annesine anlatıp "Ben ne yapacağım şimdi, bir daha hiç balık tutamayacak mıyım?" diye sordu. Annesi her zamanki gibi onu düştüğü zor durumdan kurtaracak bir yol buldu ve "Oğlum, çocukların yemini kabul olmaz ki." dedi. O an dünyalar onun oldu. Mutluluktan havalara uçacak gibiydi. Annesine sarılıp doyasıya öptü ve evden fırladığı gibi denize koştu. İşte o çocuk, yıllar sonra bugün, ikinci kitabını yayınlamanın mutluluğunu yaşıyor. Aradan geçen yıllar boyunca deniz ve balık sevdası katlanarak büyüdü. 9 yaşında yakaladığı kaya balığına nasıl heyecanlanıyorsa bugün yakaladığı her balıkta aynı heyecanı yaşamaya devam ediyor. Şu satırları yazarken bile ertesi sabah, gün doğmadan başlayacağı av için heyecan duyuyor. Ve yine sizi uyarıyor; Böyle bir hayatı hayal etmiyorsanız bu kitabın kapağını kapatın ve bir daha asla açmayın.
Yasal Uyarı: Balık tutmak bağımlılık yapar!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)