22 Temmuz 2016 Cuma

İzmit Turnaları

Nisan başında, İzmit'te 4 gün boyunca arkadaşlarımla beraber gerçekleştirdiğim tatlı su levreği ve turna avları bu balıklara olan hasretimi büyük ölçüde dindirmişti. Artık en az 1 sene bu balıkların peşine düşemesem de aldığım keyifle idare ederim diye düşünüyordum. Zaten en yakın tatlı su levreği ve turna merasına yüzlerce kilometre mesafedeki Antalya'dan bir daha ne zaman fırsat bulup da oralara gidebilecektim kim bilir. Büyük konuşmamak gerekiyormuş demek ki. Hollanda'da yaşayan Ali Dayımların bu seneki Türkiye tatilini sürpriz bir kararla erkene almaları işleri değiştirdi. Senede 1 sefer görebildiğim dayım, yengem ve hepsi birbirinden tatlı küçük kızlar olan 3 kuzenimi görmemek olmazdı. Uzun lafın kısası 22 nisan cuma akşamı mesaiden sonra çıkıp, pazartesi sabah tekrar mesaide olacak şekilde kısa bir Değirmendere ziyareti yapmak farz oldu. Bu vesileyle kısa bir aradan sonra annemi tekrar görüp belki küçük av kaçamakları da yapabilecek olmak benim gibi otobüs yolculuklarından büyük keyif alan biri için bulunmaz bir nimetti.

İlk av kaçamağımızı cumartesi sabahı Ahmet Çoban abimle birlikte gerçekleştirdik. Gün ağarırken deniz bisikletine atlayıp 10 dakikalık bir pedal çevirmeden sonra sazlık alanın önüne vardık. Suların ısınmasıyla birlikte doğa iyiden iyiye canlanmış kıyıları kızılkanat, tatlı su sardalyası ve güneş levreği sürüleri basmıştı. Bu seferki avımızda kurbağaların senfonisi de daha yüksek sesli ve kesintisiz bir hal almıştı. Her zamanki gibi öncelikle at-çek yaparak sazların önündeki sahanlığı yokladık. Burada vuruş alamayınca biraz da şansımızı sazlıkların arasındaki dar su koridorlarında denemeye karar verdik. Balıkları ürkütmemek için çok ağır ve sessiz hareket etmeye çalışarak ilk koridorun başlangıcında durup kordidor boyunca atıp çekmeye başladık. 9.5 cm'lik karpuz diye tabir ettiğimiz yeşil/çizgili renkli bir maket balıkla koridorun duvarlarını oluşturan sazların yarım metre önünden gerçekleştirdiğim ikinci çekişte sağlam bir vuruş geldi. Çok zorlanmadan yüzeye çıkardığım balık 60-65 cm arası orta boy bir turnaydı. Nazikçe kepçeleyip dışarı aldığımız balık koyu yeşil desenleriyle bize birbirinden güzel birkaç fotoğraf karesi hediye edip ait olduğu yere geri döndü. Kısa tutmayı planladığımız sabah avında ilk balıktan sonra yarım saat kadar daha deneyip başka vuruş alamadan avı sonlandırdık.



2 saatlik sabah suyu avından sonra günün geri kalanını Değirmendere'de ailemle birlikte geçirdim. Akşam üzeri bulduğum küçük bir boşluktaysa günün tek yakışıklı turnasıyla çektiğim fotoğrafları düzenleyip içime sinen en güzel 2 fotoğraf karesini facebook'ta paylaştım. Fotoğrafları düzenlerken dikkatimi çeken bir detay beni rahatsız etmişti. Balığın jilet keskinliğindeki dişlerinden korunmak için kullandığım balık tutucunun ( lip grip ) balığın alt çenesini delmesi hiç hoş bir görüntü oluşturmuyordu. Ölümcül olmadığını bilsem de bu küçük yaranın balığın geri kalan hayatını nasıl etkileyeceğini düşünmeden edemiyordum. İlk fırsatta bu konuyu araştırmayı düşünürken cevap kendiliğinden geldi. Paylaştığım fotoğrafları gören Avrupalı arkadaşlarımın, yakala&bırak avlarında balık tutucu kullanımının Avrupa'da kesinlikle kabul görmediğini, balığın alt çenesinde oluşan deliğin avlanma esnasında patlak bir hortum gibi balığın vakum gücünü zayıflatarak avlanmasına engel olabileceğini, balık tutucu ile çenesinden tutulan balığın çırpındığı zaman çenesinin parçalanarak daha büyük yaralar oluşabileceğini söyleyerek beni eleştiri yağmuruna tutması üzerine yaptığım yanlışın farkına vardım. Tatlı su balıkçılığı konusunda bizden fersah fersah ileride olan Avrupalı arkadaşlarımın yapıcı eleştirilerini dikkate almalı, artık doğrusu neyse o şekilde yapmalıydım. Kısa bir araştırmadan sonra turna ve sudak balığı için dünya genelinde en fazla kabul gören tutuş şeklinin, solungaç kapağı ile solungaç yarıkları arasındaki boşluktan tutmak olduğunu ( Gill Plate Grip ) ve çok iri balıklarda balığın bütün ağırlığını çeneye yüklememek adına mutlaka diğer elle karnının altından da desteklemek gerektiğini öğrendim.

Ertesi gün öğleden sonraya kadar da ailemle birlikte zaman geçirip saat 15:00 gibi İstanbul anadolu yakasından gelen Selçuk Ataç abimle İzmit'teki meramızda buluştuk. Niyetimiz yine deniz bisikletleriyle gölün sonundaki sazlık alanın çevresinde avlanmaktı. Makinelerimizde sarılı olan iplerin ucuna lider bağlamadan 20 cm'lik çelik kösteklerimizi bağlayıp hazır hale getirdikten sonra sazlıklara doğru pedal çevirmeye başladık. Selçuk abinin daha önce hiç turna avı tecrübesi olmamıştı. Bu yüzden yol boyunca turna balığının genel karakteri ve avcılığı üzerine konuştuk. Nihayet sazlık alana varınca ikimizde 10 gramlık jighead ile kombine ettiğimiz 10 cm'lik karpuz renkli silikonlarla atıp çekmeye koyulduk. Meranın derinliği ortalama 1-2 m ve dip tabiatı tamamen otluk olduğu için yemlerimiz suya düşer düşmez kah orta hızda düz sarımla kah  kamışın ucuyla yukarı aşağı zıplatma aksiyonları yaptırarak çekmeye başlıyorduk. Avın henüz başında sazların önündeki sahanlıkta ilk vuruş Selçuk abiye geldi. Sakince kepçeleyip dışarı aldığımız balık 45 cm'lik genç bir turnaydı. Selçuk abinin hayatının ilk turnasını birkaç fotoğraf karesiyle ölümsüzleştirip ait olduğu yere iade ettikten sonra ava kaldığımız yerden devam ettik.


Ava başladığımızda hafif şiddette esen rüzgar şiddetini arttırınca deniz bisikletiyle sabit duramaz hale geldik. Bir süre rüzgar bizi sürükledikçe pedal çevirip eski yerimize geri dönmeye çalıştıysak da akıntı bizi çok kısa sürede tekrar sazların üzerine yapıştırıyordu. En sonunda akıntının bizi sürükleyip yasladığı yerden at-çeke devam etmeye karar verdik. Durduğumuz yer sazların ortasındaki koca bir havuzun en dip köşesiydi. Buradan çeşitli sektörlere atışlar yaparak yemi ağaç ve sazlıkların dibine düşürebiliyorduk. İyi bir yerde durmuş olduğumuza inanarak atıp çekmeye devam ederken Selçuk abi bir vuruş daha aldı. Bu defaki yaklaşık 55 cm'lik, kapkalın, hatrı sayılır bir balıktı. Kısa bir süre kepçenin içinde sakinleşmesini beklediğimiz balığı nazikçe solungaç kapağı ve solungaç yarıkları arasındaki geniş boşluktan tutup çabucak fotoğrafladıktan sonra video kaydı eşliğinde suya iade ettik. Avımız güzel başlamıştı. Uzun yoldan gelip ilk turna avı tecrübesini yaşayan Selçuk abinin 2 güzel turna yakalaması bizim için ayrı bir mutluluk olmuştu. 2. balığı salmamızın üzerinden 10 dk ancak geçmişti ki Selçuk abinin oltasına bir balık daha yapıştı. Mücadelesine bakılırsa bu seferki diğerlerinden daha büyük bir balık olmalıydı. Keyifli bir mücadelenin sonunda kepçelediğimiz balık en az 70 cm'lik çok yakışıklı bir turnaydı. Bu balığı da doğru tutuş tekniğiyle zarar vermeden fotoğraflayıp yaşam alanına iade ettikten sonra ava kaldığımız yerden devam ettik.




İkimiz de aynı yemle aynı yere atıyor ve aynı teknikle çekiyorduk ama ne hikmetse Selçuk abi 3 turna kandırdığı halde benim yemime vuran olmamıştı. 1 ay önceki LRF takımlarıyla levrek avımızın aksine bu sefer şans Selçuk abiden yanaydı. Aramızda espiriyle karışık bu tesadüfün muhabbetini yaparken Selçuk abi 70 cm civarı iri bir turna daha kandırmayı başardı. Seçuk abinin oltasına vuran 4. balığı da fotoğraflayıp saldıktan sonra daha hırslı şekilde atıp çekmeye devam ettim. Hava kararmadan güzel bir turna yakalayıp fotoğraflamayı çok istiyordum. Güneşin batmasına yaklaşık 1 saat kalmış, ümitlerim tükenmeye başlamıştı. Artık attığım yöne dikkat etmeden rast gele atıp çekiyordum ki avın başından beri beklediğim o büyülü vuruşla yemim olduğu yerde mıhlanıverdi. Balığın ağırlığına ve gücüne bakılırsa nihayet hayal ettiğim balığı kandırmayı başarmıştım. 2 dakika kadar mücadele edip makinemden bir miktar ip boşaltan balık tamamen yorulunca sakin bir şekilde deniz bisikletinin yanına getirip kepçeledik. Moralim düzelmiş, zayıf ama 70 cm üzeri çok yakışıklı bir balıkla muradıma ermiştim. Çabucak fotoğraflayıp sağlıklı bir şekilde ait olduğu yere iade ettiğimiz bu balıktan sonra ava biraz devam ettik.




Kapanış 60 cm üzeri hatrı sayılır bir turnayla yine Selçuk abiden geldi. Böylece ilk defa tecrübe ettiği turna avında bana fark atarak 1 ay önceki LRF levrek avımızın da rövanşını almış oldu. Şaka bir yana, şehrin gürültüsünden uzak, doğayla baş başa çok keyifli bir 3 saat geçirip, fotoğraf makinemizin hafıza kartını birbirinden güzel fotoğraflarla doldurduğumuz unutulmaz bir av oldu. Selçuk abiyle bir dahaki av maceramız ne zaman ve nerede olur bilmiyorum ama bazı hain planlarımız olduğu kesin. Şimdi söylersek büyüsü bozulur, bekleyip görelim...

20 Temmuz 2016 Çarşamba

Gece Haramileri

Benim için gece avlarının yeri ayrıdır. Gece sessizliktir, huzurdur, kendinle ve doğayla baş başa kalmaktır. Karanlık çöküp insanlar birer birer uykuya daldığında yer yüzünde farklı bir hareketlilik başlar. Gündüz vakti göremediğimiz birçok yabani hayvan gece çöktükten sonra ortaya çıkıp şehri insanlardan devralır. Balıklar da bir bakıma yabani hayvanlardır. Gündüz vakti derinlerde, mağaralarında gizlenen bir çok balık türü gece gizlendikleri yerden çıkıp beslenmek için sıfır kıyıya iner. İşte bu zamanlar, bir çok balık türü için en bereketli av zamanlarıdır. Evlenip çocuk sahibi olduktan sonra gece avlarını büyük ölçüde azaltsam da arada bazı geceler kendimi deniz kenarına atmaktan alıkoyamıyorum. 14 Nisan gecesi de hanım ve çocuk uyuduktan sonra gecenin dinginliğinde, bütün düşüncelerden uzaklaşıp balık kovalamak için soluğu liman içinde aldım.

Meraya varır varmaz ilk iş olarak liman aydınlatmalarının denize vurduğu bölgeyi kontrol edip ışığın altında toplanan yavru balık sürüsünün etrafındaki baraküdaları görünce kararımı verdim. B planım olan LRF takımları ve silikon kurt/jighead kombinasyonlarıyla denemek yerine tamamen baraküdalara odaklanacaktım. Işıklı bölgenin içinde yem topu şeklinde dönen yavru balık sürüsü sürekli olarak harami baraküdaların saldırısına uğruyordu. Sürünün etrafında dolanıp sinsice yaklaştıktan sonra müthiş bir süratle sürünün içine dalan baraküdalar her saldırıda birkaç yavruyu mideye indiriyordu. Gören her oltacının iştahını kabartacak cinsten bir beslenme çılgınlığı yaşansa da bu gibi yemin bol olduğu zamanlarda baraküdaları kandırmanın ne kadar zor olduğunu biliyordum. Daha önceki, gece ışık altı baraküda avlarımda edindiğim tecrübelere göre yine çok sayıda sonuçsuz takip olacaktı. Ama tecrübelerimden şunu da biliyordum ki; doğru yem seçimi ve doğru aksiyonla sabırla denediğim taktirde onlarca sonuçsuz takipten sonra mutlaka vuruş gelecekti.

Ortalama 8 m derinlikteki bu merada daha önceki gece baraküda avlarımda en çok verim aldığım yem 10 cm/10 g'lık bir kurşun kafalı silikon balığın simli beyaz rengi olmuştu. Hızlı battığı için istediğim derinlikten, istediğim hızda çekebildiğim bu yem, birçok yırtıcı balığın avında çok verimli olsa da baraküda gibi dişli balıklar için bazı olumsuz yönleri var. Sırtındaki tek iğnesi yemin bağlantı yerine çok yakın olduğu için kuyruktan gelen vuruşların çoğu boşa giderken, iğneyi yutacak şekilde kafadan ısıran baraküdalarsa misinayı dişleyip kesebiliyor. Ben bu olumsuzluğun çözümünü yemin karnının altında, kuyruğa yakın yere ufak bir üçlü iğne ilave etmekte buldum. Üçlü asist iğneyi bağladığım 0.30 mm'lik örgü ipi, ince bir şiş yardımıyla yemin karnının altından sokup üst tarafta, kafasına yakın bir yerden çıkardıktan sonra bağlantı yerine bağladığım için yemin aksiyonunda ve görüntüsünde her hangi bir bozulma olmuyor. Daha önceden hazırlayıp takım çantamda beklettiğim asist iğneli silikonları baraküdada test etmek için can atıyordum. Sonucu görmek için sabırsız bir şekilde besmele çekip orta siklet spin takımımın ucuna monte ettiğim yemle atıp çekmeye başladım.


Tahmin ettiğim gibi daha ilk atışımda dipten aksiyonsuz, hızlı sarımla çektiğim yemin peşinden koca bir baraküda son ana kadar takip ettiği halde saldırmadan geri döndü. Bu güzel bir işaretti. Biliyordum ki ne kadar fazla takip olursa balıkların yeme saldırma sıklığı da o kadar fazla olacaktı. Ara vermeden farklı sektörlere doğru atıp çekmeye devam ettim. Birkaç takip ve boşa giden atışlardan sonra nihayet derinden gelen yemim kıyıya 10 m mesafede mıhlanıp kaldı. Gelen yaklaşık 65 cm'lik hatrı sayılır bir baraküdaydı. Balığı sakince kepçeleyip dışarı aldığımda asist iğneye yakalandığını görünce daha bir mutlu oldum. Asist iğne olmasaydı belki de vuruş boşa gitmiş olacaktı. Uyguladığım değişikliğin işe yaradığını görmenin mutluluğuyla ava devam ettim. Yine onlarca takip ve boş çekişten sonra tam önümde bir vuruş daha geldi. Bu seferki balığın yemin arkasından fişek gibi gelip saldırışını gözümle de görmüştüm. 2. balığı kepçeleyip dışarı aldıktan sonra bir süre fazla takip olmadı. Işıklı alanın etrafında dolanan yavru balık sürüsü dağılmış, baraküdalar satıhta tek tek dolanan yavruları hedef almaya başlamıştı. Dipten çektiğim yemlere gelen takipler azalınca taktik değiştirip yemi yüzeyi çizecek şekilde paniklemiş balık aksiyonuyla çekmeye başladım. Çok şükür ki uzun uğraşlardan sonra bu aksiyon şekliyle de peş peşe 2 balık kandırmayı başardım.



Gece yarısından sabaha kadar süren avım oldukça keyifli geçmiş, nicedir hasret kaldığım baraküdalara kavuşmuştum. Günün ilk ışıklarıyla liman mendireğinin kumsalla birleştiği sığ kısımda su üstü sahteleriyle kofanaya da denediğim halde vuruş alamayınca gündüz gözüyle gece yakaladığım balıkları fotoğraflama işine koyuldum. Sonra, kim bilir kaç yüzüncü sefer deniz kenarında karşıladığım güneşin doğuşunu ve gökyüzündeki renk cümbüşünü seyre dalmışım. Bize bu nimetleri görmeyi nasip eden yaradana binlerce kere şükürler olsun...


11 Temmuz 2016 Pazartesi

Canavar Peşinde Dört Gün

Deniz ağırlıklı avlanan biri olsam da tatlı su avları bana her zaman daha keyifli gelmiştir. Tatlı su avlarından bu kadar keyif almamı sağlayansa iki avcı balık, tatlı su levreği ve turnadır. Bu iki balığın bendeki yeri apayrı. Son derece saldırgan, ısrarcı ve obur türler oldukları için yapay yem avcılığının bütün zevklerini yaşatmalarının yanında bu iki balığın görüntüsüne de hayranım. Tatlı su levreğinin yelken gibi açılan dikenli sırt yüzgecine, ensesinden kuyruğuna kadar vücuduna dik inen koyu yeşil bantlarına, kıpkırmızı kuyruğuna, karın ve anüs yüzgeçlerine hayran olmamak elde değil. Turna ise bambaşka bir yaratık. 700'den fazla iğne gibi dişle çevrili koca ağzı, yeşinin envai çeşit tonuyla boyanmış desenleri ve devasa boyutlara ulaşabilen uzun gövdesiyle timsahı andıran bir canavar. Samsun'dan Antalya'ya taşındıktan sonra bu iki yakışıklı balığın meralarına yüzlerce kilometre uzakta kalsam da her yıl senelik iznimi ayarlayıp en az bir sefer turna sevdasına yollara düşüyorum. 2016 izinlerimin ilkini de turna sezonunun açıldığı nisan başına ayarlayıp Çanakkale'deki turna meralarımı ziyaret etmeyi planlarken sezona sayılı günler kala biri aklımı çelmeyi başardı. Mart ayının son günlerinde Ahmet Çoban abim İzmit'teki merasında LRF takımlarıyla öyle güzel tatlı su levrekleri yakaladı ki 40 cm üzeri tatlı su levreği yakalama ihtimali turna hasretimin önüne geçti. Hem bu merada tatlı su levreklerinin yanında her boydan turna yakalama ihtimalim de vardı. Meranın Değirmendere'deki annemin evine çok yakın olması da karar vermemi kolaylaştırınca 4 nisan akşamı arabama atlayıp Değirmendere'ye doğru yola koyuldum.

5 nisan sabahı gün ağarırken Ahmet Çoban abimle buluşup gölün su sporları tesisinin yüzer iskeleleri üzerindeki yerimizi aldık. Kıyıdan 50 m açığa kadar uzanan iskelelerin derinliği çoğunlukla 5 m'nin üzerinde olduğu için LRF takımlarımız ve minyatür sahte yemlerimize dikey aksiyon yaptırmamız gerekiyordu. Ava Ahmet abi pembe renkli bir silikon balık/jighead kombinasyonu ile, bense küçük bir gümüş balığını andıran 5 cm'lik kurşun kafalı silikon balıkla başlamıştım. Yaklaşık 20-30 m'ye gönderdiğimiz yemlerimizi dibe indirdikten sonra kendimize özgü zıplatma aksiyonlarıyla dipten yükseltmeden önümüze kadar çekip tekrar atış yapıyorduk. Tek bir vuruş bile alamadan geçen 1 saatin sonunda beklenen vuruş Ahmet abiye geldi. İncecik LRF kamışını iki büklüm yapıp sert kafa darbeleri ve fişeklemelerle Ahmet abiye çok keyifli bir mücadele yaşattıktan sonra pes edip kepçeye giren balık tam da hayalimdeki gibi hatrı sayılır boyda ve çok yakışıklı bir tatlı su levreğiydi. Çabucak Ahmet abinin avını fotoğrafla ölümsüzleştirip balığı ait olduğu yere iade ettikten sonra ava kaldığımız yerden devam ettik.


Güzel bir tatlı su levreği yakalamanın hayaliyle ara vermeden atıp çekmeye devam ettim. Sonraki 1 saat içinde yakalayıp suya iade ettiğim 15-20 cm arası 2 levrekten sonra nihayet dipte düzensiz hareketlerle zıplattığım yeme sağlam bir vuruş geldi. Balık vurur vurmaz büyük bir şey yakaladığımı anlamıştım. Kamışımı iki büklüm yapıp sert kafa darbeleriyle dibe basan balık o kadar ağırdı ki, o an hayalimdeki 45 cm üzeri tatlı su levreğini yakaladığımı düşündüm. 0.07 mm ip ve 0.18 mm mono liderden oluşan incecik takımımla beni zorlu bir mücadele bekliyordu. Acele etmeden sakince mücadele edip balığın yorulmasını bekledim. 2 dakikanın sonunda yorulma emareleri göstermeye başlayan balığı bir miktar dipten yükseltmeyi başarsam da gücünü toplayıp fişekleyince tekrar dibe inmesine müsaade ettim. Bu olay birkaç sefer tekrarlandıktan sonra nihayet rakibim pes etti. Balık yüzeye doğru yükselmeye başladığında heyecanla tombul bir tatlı su levreği görmeyi beklerken bulanıklığın içinde kocaman bir turna belirdi. Nasıl olmuştu da bu boyda bir turna ufacık yemi yutup misinayı kesmemişti. O andan sonra heyecan yerini balığı kaçırma korkusuna bıraktı. Misinam balığın dişlerine değip kesilmesin diye dualar ederek Ahmet abinin de yardımıyla balığı kepçelemeyi başardık.




İri bir tatlı su levreği yakalama hayalim olmasa da nicedir hasret olduğum turna hayalim gerçek olmuştu. LRF takımları için hatrı sayılır boydaki turnayla çabucak birkaç kare fotoğraf çektirip video kaydı eşliğinde ait olduğu yere iade ettik. Ahmet abi öğlen saatlerinde avı sonlandırıp meradan ayrıldığı halde ben hava kararana kadar denemek niyetindeydim. Aynı yem ve aynı teknikle birkaç ufak tatlı su levreği ve turnadan sonra nihayet 31 cm'lik hatrı sayılır bir tatlı su levreği kandırmayı başardım. Bu balık da diğerleri gibi çabucak ait olduğu yere geri döndü. Öğleden sonra balık vuruşları hızlanmış, peş peşe birkaç ufak tatlı su levreği daha kandırıp iri bir balık kaçırmıştım. 40 cm üzeri tatlı su levreği hayaliyle atıp çekmeye devam ederken nihayet beklediğim sağlam vuruş geldi. Kafa atış şeklinden oltanın ucundakinin çok iri bir tatlı su levreği olduğu belliydi. Heyecanlı ama dikkatli bir şekilde mücadele edip yüzeye çıkardığım balığı görünce heyecanım daha da katlandı. Oltanın ucundaki tam hayal ettiğim gibi kambur bir tatlı su levreğiydi. Yanı başımda duran kepçeyle tek başıma kepçelediğim balık Antalya'dan buraya gelme sebebim olan balıktı. Şükürler olsun ki ilk gün 2 hayalim birden gerçek olmuştu. 40 cm'den 2 cm kısa olsa da beni fazlasıyla mutlu eden bu yakışıklı balığı da çabucak fotoğraflayıp salım işlemini gerçekleştirdikten sonra avı sonlandırdım.




6 nisan sabahı Değirmendere'den çocukluk arkadaşım Kerem Konakçı ile gün ağarırken meraya vardık. Bu defa aklımda farklı bir şeyler vardı. Su sporlarına ait deniz bisikletleriyle gölün ucundaki sazlık alanın çevresine gidip denersek çok iri turnalar kandırabileceğimizi düşünüyordum. 15 dakika kadar pedal çevirip sazlık alana 50 m mesafede durduk. Tamamen sazlık alanın dibine girip balıkları korkutmamaya özen göstererek atıp çekmeye başladık. Henüz 2 atışlarımızı yapmışken Kerem güzel bir vuruş aldı. Gelen şaşırtıcı şekilde 10 cm'lik kalınca bir turna silikonunu yutan iri bir tatlı su levreğiydi. Çabucak fotoğraflayıp balığı göle iade ettikten sonra atıp çekmeye devam ettik. Deniz bisikletiyle 1 saat boyunca sazlıkların arasındaki boşluklar dahil olmak üzere her yöne atışlar gerçekleştirdiğimiz halde başka vuruş olmayınca iskeleye dönüp ava LRF takımları ve daha ufak yemlerle devam etmeye karar verdik.


Önceki günün aksine bu defa farklı bir yemle deneyecektim. 6 cm'lik gümüş takliti bir drop shot silikonunu 2.5 g'lık bir jighead ile kombine edip suyun içinde zıplattığımda yemin gerçekçiliği karşısında mest oldum. Tıpkı yaralı bir gümüş gibi parıldayarak düzensiz hareketlerle dipte zıplayan bu yeme tatlı su levreklerinin bayılacağına emindim. Nitekim daha ilk atışımda haklı çıktım. İlk balığım 32 cm civarı çok yakışıklı bir tatlı su levreğiydi. Balığı incitmeden suya iade edip aksiyona akaldığım yerden devam ettim. Aynı yemi dipte düzensiz hareketlerle zıplatarak peş peşe vuruşlar almaya devam ettim. Gün boyu hem Kerem hem de ben sayısını hatırlayamadığımız kadar balık yakaladık. Gelenlerin çoğu ufak boy turna ve tatlı su levrekleri olsa da arada 40 cm'e yakın hatrı sayılır boyda tatlı su levrekleri de kandırdık. %100 yakala&bırak prensibimize sadık kaldığımız avı sonlandırdığımızda geride unutulmaz bir av gününün hatırası ve fotoğraf makinemin içindeki birbirinden güzel kareler kaldı.





7 nisan sabahı, av arkadaşım Ahmet abinin oğlu Necmettin kardeşimdi. Gün ağarırken merada buluştuğumuz Necmettin'le deniz bisikletlerine atlayıp gölün sonundaki sazlığa doğru pedal çevirmeye başladık. Sazların dibine çok yaklaşmadan iri bir turna hayaliyle atıp çekmeye başladığımızda benim oltamın ucunda glow renkli 15 cm silikon yılan balığı ile 10 gram jighead kombinasyonu takılıydı. Ava başladıktan yaklaşık 15 dakika sonra beklediğim vuruş geldi. Gelen 55-60 cm arası çok iri olmayan ama kalın gövdesi ve kaplan gibi çizgili desenleriyle çok gösterişli bir turnaydı. Bu güzel balığın hak ettiği güzellikte birkaç fotoğraf karesi alıp incitmeden ait olduğu yere iade ettikten sonra ava kaldığımız yerden devam ettik. Avın devamında aynı bölgede 2 saat kadar sabırla denediğimiz halde yine aradığımız dev turnaları bulamadan iskeleye geri döndük.


Nedense o gün iskelede de peşinde olduğumuz iri tatlı su levreklerinden eser yoktu. Öğleden sonra 3'e kadar atıp çektiğimiz halde birkaç küçük tatlı su levreği ve 30-40 cm arası turnalar dışında balık kandıramayınca tekrar sazlıklara pedal çevirmeye karar verdik. Bu defa deniz bisikletinde Ufuk Erginalp kardeşimle birlikte 3 kişiydik. Ufuk'la ben pedal çevirirken arka koltukta oturup 10 cm'lik silikon balıkla sırtı çeken Necmettin oltasını salar salmaz 40 cm'lik bir turna yakaladı. Balığı fotoğraflamadan suya iade ettikten sonra yol boyunca peş peşe 2 turna daha kandırınca sazlıklara varmadan durup denemeye karar verdik. Güzel bir noktada durmuş olacağız önce Necmettin 60 cm, peşinden Ufuk 70 cm'lik 2 güzel turna kandırmayı başardılar. Yeşil/sarı ( Fire Tiger rengi ) 10 cm silikon/10 g jighead kombinasyonuyla Ufuk ve Necmettin istedikleri balıkları yakaladığı halde ben farklı bir yemle ısrar ediyordum. 2016 yılında piyasaya sürülen ve kızıl kanat taklidi olan bu yemin üretim aşamasını yakından takip edip isminin kararlaştırılmasında önemli rol oynadığım için bu yemle güzel bir turna yakalamayı çok istiyordum. 2 saat boyunca aynı yemle atıp çektikten sonra nihayet kalp atışlarımı hızlandıran o büyülü vuruş geldi. Gelen hayal ettiğim gibi dev olmasa da 70 cm civarı çok yakışıklı bir turnaydı. Bu balıkla da birbirinden güzel fotoğraflar çekildikten sonra ait olduğu yere iade edip hepimiz muradımıza ermiş olarak avı sonlandırdık.





İzmit'teki son günüm olan 8 nisan sabahı, bu sefer Necati Serindere kardeşimle birlikte sazlıklara pedal çevirdik. Yaklaşık 1 saat kaldığımız sazlıkların çevresinde bir önceki gün kullandığım 15 cm'lik silikon yılan balığını yutan cesur tatlı su levreği dışında vuruş alamadık. Tatlı su levreklerinin gözü kara avcılar olduğunu bilirdim ama ilk defa bu kadar büyük bir yemi komple yuttuğuna şahit oldum. Deniz bisikletinden inip iskeleye çıktıktan sonra tek başıma devam ettiğim avsa çok daha keyifliydi. Gün boyu LRF takımlarıyla attığım micro yemlerle peş peşe vuruşlar aldım. Çok şanslıydım ki yine 5 cm'lik silikonuma saldırıp dudağının kenarından yakalanan koca bir turnayı incecik takımla zorlu bir mücadelenin sonunda kepçelemeyi başardım. Hayalimdeki 40 cm üzeri tatlı su levreklerini bulamasam da son günümde yine 35-40 cm arası çokça tatlı su levreği kandırıp fotoğraf makinemin hafıza kartını birbirinden güzel fotoğraflarla doldurdum.





4 günlük bu tatil bana ilaç gibi geldi. Nicedir hasret kaldığım tatlı su canavarlarıyla doyasıya hasret giderip, mis gibi göl havasıyla bütün stresimden arındım. Bu unutulmaz 4 gün için bana müsaade eden eşime, beni en güzel şekilde ağırlayan Ahmet Çoban abime ve av boyunca bana eşlik ederek keyfime ortak olan arkadaşlarıma teşekkürü borç biliyorum. Şu satırları yazarken bir şeyden eminim ki sağlığım müsaade ettiği sürece, 48 cm'lik tatlı su levreği ve 120 cm'lik turna hayalim için o göle tekrar geleceğim. Biz balıkçılar böyleyiz işte, bizi hayata bağlayan sayısız hayallerimiz var...