21 Ağustos 2014 Perşembe

Derin Sulardan, Yüksek Rakımlara...

Alabalık. Yüksek rakımların hakimi. İsmi de cismi de avcısında heyecan uyandıran, akıl sır bırakmayan nadide balık. Ben Anadolu’ya alabalık tutmaya gidiyorum dediğimde, hasta yatağında ‘sana akıl sır ermez diyen keferetsiz komşum Mustafa ağanın dediğindeki gibi alabalık avcısına ne akıl nede sır erer.

Anadolu’nun yolları uzayıp gidecekti alabalıklara. Niyetine girmiştim tam bir ay öncesinden. Değerli abim Süleyman Karaca’nın gel Yozgat’a birlikte gidelim alabalıklara teklifiyle 31 Temmuz gecesi düşüyordum yollara. Koskoca bir iki yıl olmuştu gitmeyeli alabalıklara. Her hafta alabalığa giden biri için ne kadar da uzun bir süre idi bu. Sabah saatlerinde Yozgat otogarın da beni karşılayan Süleyman abimle iyi bir kahvaltı yaptık. Bu ara eşi Fatma ablamın ellerinden çıkan lezzetli haşhaşlı tatlıları da unutmamak lazım. Bayılıyorum o lezzete. Yolda yeriz diye yanımıza da koymayı unutmamıştı. Sağolsun Süleyman abimin hızlı şoförlüğüyle, muhabbet ederek Kayseri’ye ulaştık. Saat 4’te mesaisini bitiren değerli abim Erol Tunç’u da yanımıza alarak Sarız yollarına düştük.

Pınarbaşı ilçesini geçtik. Sarız’a yakın sağa çekin olta atacağım demeden duramadım. Hemen oltamı bağlayıp sırf bu alabalık macerası için edindiğim bir dolu kelebekten bir tanesini iliştirip dere kenarına uzadım. Ama derede olta atacak su neredeyse hiç kalmamıştı arkadaşlarım bahsetmişlerdi ama bu kadar kötü olduğunu tahmin etmemiştim. İki noktada şansımı deneyip bu kısa avı noktalandırdım. Sarız’a kalan kısacık yolda bu av macerasının beklediğim gibi geçmeyeceğini düşünmeye başlamıştım. Su hakikaten çok azalmıştı. Serpmeyle balık avlayanları da hesaba katarsak vah ki ne vah.




Sarız’a varıp çok sevdiğim değerli dostlarımla buluşmanın keyfi moralimi düzeltti. Hiç gitmemişim gibi, son bıraktığımız yerden muhabbetimize devam ettik. Yemekler, ikramlar, semaverdeki çaylar. Ve tabi ki alabalık muhabbetleri. İlk gece saat bir gibi yatıp saat dörtte Süleyman ve Erol abiyle Bahçecik barajına doğru yola çıkıyorduk.Yolda kıskaçlı köyünde içtiğimiz kelle paçanın ardından gün ağardıktan kısa bir zaman sonra Bahçecik barajında kelebek atmaya başlamıştım bile.

Özlemişim. Doya doya kelebek attım. Birazda fly çalıştım ama her hangi bir hareket olmadı. Zaten yılın bu mevsiminde barajdan pekte bir beklentim yoktu. Fazla oyalanmadan yakınlardaki avlağa, suyu diğerlerine göre biraz daha çok olan ve bünyesinde gökkuşağı alabalık barındıran avlağımıza geçtik. Artık sevdiğim yerde yani deredeydim. Alttan yukarı doğru kelebekler taramaya başladım. Üstü ağaçlarla kaplı derince bölgeye kısacık atışlar yapıyordum ki arkadan bir şeyler kelebeğin arkasındaki yerini alıverdi. İki yıldan beri özlemin çektiğim manzara karşımdaydı. Hayalet gibi bir anda görünen alabalık yine hayalet gibi bir anda kayboluverdi. Heyecan tavan yaptı. Sakince bir daha attım yok bir daha bir daha ama nafile gelmedi.



LRF’ye geçtim.Bu macera için edindiğim 4,5 cm boyunda ve kahverengi renkli ima tribolite silikon yemleri solucana benzerliklerinde dolayı edinmiştim.3 gramlık daiwa zokalarla güzel bir kandırıcı olmuşlardı. Aynı bölgeyi, kamışa verdiğim kısa sert aksiyonlarla bu kurtçukla tarasam da balık kendini bir daha göstermedi. Bende yukarılara doğru yeniden hareketlendim. Bir kelebekle bir LRF ile alabalık yapabilecek her noktayı taramaya başladım. Çok geçmeden derince bir noktaya geldim. Yukarıdan akarak gelen su derenin ortasına doğru eğilen bir söğüt ağacının altından geçiyordu. Harika bir alabalık yeri diye geçirdim aklımdan ve o an oltamın ucunda takılı olan LRF sahtesini usulca söğüt ağacının tamda dibinden derinlere doğru gönderdim.

Hızla batan kurtçuğa ilk aksiyonunu verdirir verdirmez, hızla ileri atılan kurtçuğa, bir şeyler göz yanılması hızında saldırdı ama kurtçuğu avlayamadı. O an adrenalin tavanlara vurdu. Bir daha gönderdim aynı noktaya, aksiyonla birlikte derinlerden bir kez daha çıkan alabalık yanlamaya bir kez daha sahteye daldı ama yine alamadı. Hadi al şunu. Çömeldiğim yerden bir kez daha sahteyi söğüt ağacına dolama riskiyle birlikte tamda suyun derinleştiği yere nokta atışla gönderdim. Makinenin koluna yüklenmeme izin vermedi. Düşer düşmez kurtçuğu avladı. Tam da o an tasmayı verince havalara doğru tüm gücüyle zıplayarak suyun üzerinde şahsına münhasır hareketlerle düştüğü kapandan kendini kurtarmaya çalıştı. Elimdeki hassas spin kamış bütün gücünü bana iletiyordu. Bu direnci kısa zamanda kırarak onu kenara aldım.


LRF ile yakaladığım bu ilk alabalık fotoğraf makinesinin biten şarjına rağmen cep telefonuyla fotoğraflanarak yeleğimin arkasındaki yerini aldı. İlerleyen bölgelerde başka hareket olmadı. Sarız’daki davetli olduğumuz düğünü de hesaba katarak avı bitirip yemek işine girişmek için avlaktan ayrıldık. Sarız’a yakın bir yerde yine bir alabalık deresinin kenarında uzun zamandır özlemini çektiğim soframızı hazırladık. Alabalık ve sebze arkadaşları közde mükemmel bir lezzet sundu bize. Pişirme esnasında serpme atmaya gelenlerle biraz atışıp, komik tehditleriyle biraz canım sıkılsa da keyfimiz kaçmadan yemeğimiz yiyerek Sarız’a döndük.



Gün boyu ve gece devam eden düğünden sonra ertesi gün öğleden sonra değerli abim Celal Yıldız’la birlikte yine Süleyman abimin şoförlüğüyle aynı avlakta yerimizi alıyorduk. Bu sefer avlağın üst bölümlerinde avlandık. Kelebeğe ve sahte kurtçuğa defalarca takip alsam da balık kandıramadım. Porsiyonluk güzel bir ala kelebeğe hırsla saldırıp ağızlasa da iğnelere yakalanmadı. Ve başka tam saldırı almadan avı bitirdim. Uzun zamandır balığa gitmeyen Celal abim ise birkaç adet alabalığı başarıyla kandırdı. Akşam karanlığında avı bitirip yine semaver sefasına doğru yola çıkıyorduk.


Ertesi günü yanlarına uğrayamadığımız dostlarımıza ayırıp günü ısmarlanan bol miktarda çay ve bol bol muhabbetle geçirdik. Ertesi gün planlar Hafız Tapan’la birlikte yapıldı. Hafız Tapan. Sazlıkların korkulu rüyası Hafız. Sarız’ın tek bankasının bence en önemli adamı Hafız. Bu adamın bendeki yeri her daim başkadır. Geceden bölgede kamp kuran Kayserili dostum Rıfat Kayar ve arkadaşı Sami Çelik ile aynı avlakta sabah saat altı gibi buluştuk. Geceden çakan kuvvetli şimşekler ve yağan yağmur suyu etkilememişti. Başka bir avlağa gitmek mi yoksa son iki avımız yaptığımız bu avlakta mı kalmak sorusunun cevabı, mevsim itibariyle avlaklardaki su azlığını da hesaba katarak, garanti olan bu avlakta kalmaktan yana olmuştu.

İlk meramız LRF ile balığı yakaladığım mera oldu. Arkadaşlarım yakalasalar da benim oltaya gelen bir şeyler olmadı Sonrasında günü avlanarak geçireceğimiz bu avlağın üst kısımlarına geçtik. Arabayı park edeceğimiz bölgeye arabadan indim. Nasip çağırıyordu ki indim. Arkadaşlarım yukarılardaki uzun avlaklara bense aşağıya kısa avlağa doğru hareketlendim. Tamda indiğim yerde ırmağın yolun dibine sokulduğu yerde ava başladım. İyice derinleşen ırmağın ağaçların altına girdiği noktaya oltamı soktum. Usul usul akan su burada bir insan boyunu aşacak kadar derinleşiyordu. Atış yapmak ağaçtan dolayı çok zor, yan tarafım yola doğru yükselen yar, suyun içince uzunca salınan yemyeşil yosunlar. Çok kısa bir hilal atışı tamda suyun karşı yakasına. Suyun akışıyla sağıma doğru hilal çizen kelebek derince yerin girişine gelir gelmez hemen topluyorum. Toplamak zorundayım çünkü yosunlar her yerde. İkinci kez savuruyorum. Hem de kısacık. Tam karşıya. Yine aynı hareketle suyun tam da derinleştiği yere gelen kelebeği yosunlara takmadan topluyorum. Bir kez daha atıyorum, tam karşıya, suyun debisiyle aşağı doğru salınan kelebek, derinlerdeki trofeyi uyandırmayı başarıyor.

Kendini iki kez kısacık gösterip kaybolan kelebeğin üçüncü kez kaybolmasına izin vermemeye niyetli olan trofe bir alabalık kelebeği avlamak üzere yerinden ayrılıyor. Ne olduğunu anlayamadan etraf bir anda karışıyor. Kelebeğe tüm gücüyle yükleniyor. Hırsla basıyor. Bu sefer kelebeğin gitmesine izin vermeyecek. O bunları yaparken ben bu mevsimde bu irilikte bir alabalığın buradan çıkacağına pek ihtimal vermiyordum. Kelebeği tek hamlede avlamasıyla, elimdeki 180cm’lik 2-10 gram atarlı shakespeare kamış müthiş bir hızla bükülüyor ve bükülebileceği son noktada kalama görevi devralıp ilk darbeyi sorunsuz atlatıyor. Sık dalların altındayım ve yan tarafım dik bir yar. Balık basıyor ben bir adım yana doğru atıp balığı sudan çıkarma niyetine giriyorum. Ama ilkinde olmuyor ikinci kez balığı sürükleyerek kaldırmaya çalışıyorum. Ben sürükledikçe o aşağılara doğru daha bir basıyor. Takımları sonuna kadar zorluyorum. Fırdöndülü klips başta olmak üzere 0.20’lik sağlam misinam, kamışım ve makinem elinden gelenin en iyisini yapıyor. Balık büyük bedenini kıvıraraktan sudan ayrılıyor ve yarın ortalarına kadar geliyor, Ve aşağı yuvarlanamadan ellerimin arasındaki yerini alıyor.




Galsamasından tutmayı başardığım an hissettiklerimin tarifi yoktur. O kadar yola değen ve bu kadar adrenalin yaşatan balık ellerimde. Hem de bu mevsimde balık o kadar kısırken. Kelebeği gırtlağına kadar yutmuş olması, yukarıda yazdıklarımın kanıtıdır. Ben çok balık peşinde koşan bir avcı hiçbir zaman olmadım. Emin olun istediğim teknikle yakaladığım bu balık solucanla tutulacak onlarca balığa bedel benim için. Devamında birkaç noktada bir karışlık üç dört adet alabalık yakaladım. Bunlardan diğerlerine göre daha irice olanı alıkoyup diğerlerini saldım. Öğle yemeği vakti sağlam bir şekilde bindiren yağmur altında alelacele yemeklerimiz yiyip avı noktalandırıyoruz.

Bu av, yapmaya niyetli olduğum diğer avların benden kaynaklı olmayan sebeplerden dolayı iptalinden dolayı bu maceradaki son avım oldu. Bir gün daha Sarız’da kaldık. Ve 7 ağustos Perşembe sabahı Süleyman abimle tüm dostlarımızla helalleşerek Sarız’dan ayrıldık. Kayseri’de birkaç küçük işimizi hallettikten sonra en son beni Kayseri terminale bırakan değerli abim Süleyman Karaca’yla helalleşip o Yozgat’a ben ise Çanakkale’ye geri dönüş yollarına geçtik. Bu macerada 1 hafta boyunca yanımda bana yoldaşlık eden Değerli abim Süleyman Karaca’ya, Sazlıkların korkulu rüyası alabalığın amansız avcısı Hafız Tapan abime, birlikte çok vakit geçiremesekte muhabbetinden hep keyif aldığı Erol Tunç abime, işlettiği küçük bakkal dükkanında ettiğimiz muhabbetleri ve içtiğimiz çayların yeri hep ayrı olan değerli abim Celal yıldız’a, bizi evlerinde misafir eden Değerli ağabeylerim Ethem Arık’a ve çok iyi bir alabalık avcısı olan değerli Salim Başer’e ve ismini sayamadığım tüm dostlarıma bir kuru teşekkürden çok daha fazlasını borç bilirim. Allah hepinizden razı olsun. Sizin tabirinizle‘hepinizin işi gücü rastgelsin’

Nedim İNAL.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder