Antalya'ya taşındıktan sonra nihayet çok büyük kayalardan oluşan liman mendireğinde korkulu rüyam haline gelen lahozlardan birini dışarı çıkarmayı başararak, hem takımıma hem de kendime olan güvenimi geri kazanmıştım. Marmara ve Karadeniz'den alışık olmadığım Serranidae familyasının bu iri cüsseli kabadayıları hakkında çok az bilgim vardı. Mendirek kayalıklarındaki mağaralarında sabitler miydi yoksa yılın belli dönemlerinde mi kıyıya iniyorlardı bilmiyordum ama sadece 1 tanesini dışarı çıkarabilmiş olsam da 6 Mayıs sabah suyunda aldığım çok kuvvetli 4 vuruşa bakılırsa bu dönemde merada güzel balık vardı. Ne kadar devam edeceğini bilmediğim bu furyadan bir kaç yakışıklı balık daha kandırabilmek umuduyla 7 Mayıs sabahı da, bir önceki gün peş peşe 2 vuruş aldığım kayanın üzerindeki yerimi aldım.
05:30'da meraya vardığımda gün yeni ağarıyordu. Heyecanlı bir şekilde bir önceki avda kullandığım takım ve yemi hazır edip at-çeke başladım. Her an balık vuracakmış gibi ava konsantre olduğum halde yarım saat kadar tek bir vuruş bile almadan atıp çektikten sonra nihayet beklediğim vuruş geldi. Balığın vurmasıyla birlikte kamışımı sertçe yukarı kaldırıp balıkla dövüşürcesine, kısa sert vurdurma hareketleriyle, çok tempolu bir şekilde sarmaya başladım. Beklediğimden hafif ama yine de kuvvetli olan balığı kolayca dipten yükseltip önüme kadar getirdiğimde oltanın ucundakinin bir kilo civarı ufak bir orfoz olduğunu gördüm. Karnına doğru turunculaşan koyu kahverengi derisi ve sarımtırak benekleriyle çok yakışıklı bir delikanlıydı bu. Neyseki kancayı derin yutmadığı için çabucak birkaç poz fotoğrafını çektiğim kara çocuğu incitmeden ait olduğu yere gönderip ava geri döndüm.
Açılışı ufak bir orfozla yaptıktan sonra yarım saat boyunca aynı taşın üzerinde farklı sektörlere doğru gerçekleştirdiğim atışlar sonuçsuz kalınca mendirek boyunca onar metre aralıklarla yer değiştirerek denemeye karar verdim. Yine uzun bir süre vuruş alamayınca biraz hayal kırıklığı yaşadıysam da sabırla atıp çekmeye devam ettim. Saat 07:00 sularında ilk başladığım noktadan 50-60 m uzaktaki bir kayanın üzerinden orta hızda aksiyonsuz çektiğim yemime sağlam bir vuruş geldi. Ani bir reaksiyonla takıma yüklenip balıkla dövüşmeye başlar başlamaz bu seferkinin çok büyük bir balık olduğunu anladım. Balık o kadar kuvvetli basıyordu ki yukarı asılmalarımda kamışım yay gibi esniyor, makinenin kolunu çevirmekte zorlanıyordum. En ufak bir boşlukta balığın kayaların arasına dalacağını bildiğimden ne pahasına olursa olsun yavaşlamamalı, tüm kuvvetimle asılmaya devam etmeliydim. Balığın kuvveti karşısında hem kendimin hem de takımımın sınırlarını zorluyordum. Kamışı her yukarı kaldırışımda oltayı tuttuğum sol kolum ve omzum sızlasa da acıya dayanıp takıma asılmaya devam ettim. Güç bela kıyıya yaklaştırdığım balık 10 m önümde parlayınca gözlerime inanamadım. Benim lahoz ya da orfoz sandığım balık en az 8-9 kiloluk dev gibi bir kuzuydu ve oltanın ucundaki balığı aynı boyda başka bir kuzu daha takip ediyordu. O an böyle bir balığı sıfır kalamayla nasıl kıyılattığıma hayret ettim. Acaba kalama kullanmadan takımıma yüklenerek hata mı yapıyordum?
Balığın kuzu olduğunu görmek içimi biraz rahatlatmıştı. Açıktaki dik kayalık tepe engelini de aşmış olmanın rahatlığıyla balığı kepçeye yaklaştırmadan önce kıyıda biraz daha yormaya karar verdim. Kalamamı çok hafif gevşetip balığın bir miktar ip boşaltmasına müsaade ettim. İlk fişeklemesinde 1-2 metre kalama alan balık birkaç saniye durakladıktan sonra ikinci fişeklemesinde kancadan kurtuldu. Takımı çekip yemi elime alınca çok güvendiğim, penseyle dahi esnetemediğim, kancanın açılmış olduğunu gördüm. Mücadele esnasında balıkla ters istikamette uyguladığımız güce dayanamayan kancanın ucu biraz açılmış, balığı kıyıda yormak için boşluk verdiğimde ise balık zaten açılmış olan kancadan kolaylıkla kurtulmuştu. Biraz şaşkınlık, biraz hayal kırıklığı, birazcık da üzüntüyle karışık tuhaf bir duygu hissettiysem de kesinlikle pişmanlık duymadım. Kaçırdığım her balıkta olduğu gibi bu balık da benim için yeni bir tecrübe oldu. Kullandığım silikon balığın kancasına aşırı güvenmem gerektiğini ve bu meradan bu büyüklükteki balıkları çıkarabilmek için yeme sağlam bir asist kanca ilave etmem gerektiğini anlamış oldum.
Kaçırdığım balıktan sonra kancası açılan zokayı yedeğiyle değiştirip ava devam ettim. Yaklaşık yarım saatlik at-çekten sonra balığı kaçırdığım yerden 20-30 m ilerlediğim bir noktada sağlam bir vuruş daha aldım. Yine makinenin kalaması tamamen kapalı halde güçlü ve seri bir şekilde abanıp balığın dipteki mağaralara dalmasına aman vermeden kıyıya yaklaştırmayı başardım. Bu seferki balık da kaçan kadar büyük olmasa da pırıl pırıl, çok yakışıklı bir kuzuydu. Kepçeye sokmaya çalışırken mecburi duraksamamdan faydalanan balık ipimi kıyıdaki yüksek kayalıklara doladıysa da şükürler olsun ki ipim kopmad. Korku ve heyecan dolu birkaç saniyenin ardından balığı kepçenin içine sokunca derin bir oh çektik.
Yakaladığım balık, kaçırdığım daha büyük balığın üzüntüsünü telafi etmeye yetmişti. Olayın sıcaklığıyla çok da üzüntüsünü yaşamadığım o dev balık, avın sonrasında içimde ukde olarak kalabilecekken, peşinden yakaladığım bu kuzu sayesinde uzun yıllar anlatılacak tatlı bir anı olarak kalacak. Kim bilir bu balığın üzerinden daha nice balıklar kaçıracak, nicesini de yakalayacağım. Gayet iyi bildiğim bir şey var ki, en küçüğünden en büyüğüne her balıkta yeni bir şeyler öğrenmeye devam edeceğim...
Heyecanı hissederek okudum. Maşaallah.
YanıtlaSil