Balık tutmaya başladığım çocukluk yıllarımda ilk hayran olduğum balık kefaldi. O zamanlar aşırı kirli olan İzmit Körfezi'nde bildiğim kadarıyla istavrit, mezgit, gümüş, kayabalığı, horozbina, çırçır, lapin, iskorpit, kefal ve pisi dışındaki türler çok azdı. Belki çok daha fazlası vardı ama çocuk halimle benim haberim yoktu. Bu saydığım balıklar arasında, heybetli duruşu, kuyruğuna kadar uzanan koyu şeritleri, iri gözleri, kocaman kuyrukları ve zor yakalanır olmalarıyla en çok etkilendiğim balık kefal olmuştu. Balık tutmaya yeni başladığım 1995 senesinde benim için kefal tutmak ulaşılmaz bir şeydi. Kefali sadece yaşlı ve tecrübeli ustalar tutabilirdi. Bense sahil boyunca dolaşıp usta balıkçıların poşetlerindeki koca kefalleri hayranlıkla seyrederdim. Takip eden birkaç yıl sürekli kefal peşinde koşarak kefal avcılığını her yönüyle öğrendim. Bir zaman sonra kefal en kolay yakaladığım balıklardan biri halini aldı. Şimdi geriye dönüp baktığımda kefal peşinde koşarken yaşadığım onca güzel hatıra görüyorum.
Yıllar geçtikçe başka başka balıklara hayranlık duymaya başladım. Kefalden sonra istavrite, sonra izmarite, ispariye, mırmıra, eşkinaya, lüfere, levreğe... Liste uzadıkça uzadı, ilk göz ağrım kefalin yerini başka balıklar aldı. Artık eskisi kadar sık peşinden koşmasam da kefalin bendeki yeri ayrıdır. Hala yakalamasını ve yemesini en sevdiğim balıkların başında gelir. Yaklaşık 8 ay önce Antalya'ya taşındığımdan beri sürekli yeni türler peşinde koştuğum için kefal avına uzunca bir ara vermiştim. Birbirimizi çok özlemiş olacağız ki 29 eylül akşamı yollarımız tekrar kesişti. Akşam hava kararmaya yakın liman içinde dolaşırken suyun üstündeki ekmek parçalarına vuran kefalleri görünce çok şaşırdım. Aylardır burada olmama rağmen ilk defa gündüz vakti liman içinde bu kadar büyük kefaller görüyordum. Balıkların çok kalabalık ve has kefal ( Mugil cephalus ) olması ise ayrı bir sürprizdi. Burada has kefaller genelde yakındaki sarısu deresinin içinde görülür. Tahminim birkaç gündür süren sağnak yağmur ve sel derenin içindeki kefalleri dışarı atmıştı. Birden bire kefal avı aşkım yeniden alevlendi ve elimdeki malzemelerle takım hazırlama işine koyuldum.
Kefallerin yemekle meşgul olduğu ekmek parçaları rıhtım duvarının 1-2 m önünde olduğu için işim kolaydı. Çabucak LRF takımımın ucuna 1 kulaç uzunluğunda 0.20 mm şok misinası ve ucuna küçük, sağlam bir iğne bağlayıp ufak bir parça ekmek içiyle yemledim. Kefallerin kolay yutabilmesi için çok fazla sıkmadığım ekmek içini suya hafifçe dokundurup ağırlaşmasını sağladıktan sonra nazikçe ekmek parçalarının yanına savurdum. Yem 10 cm ancak batmıştı ki kefallerden biri fark edip tek hamlede yuttu. tasmayı vurmamla birlikte balığın fişekleyip kamışımın iki büklüm olması bir oldu. Sürüdeki diğer balıkları korkutmamak için rıhtım boyunca 10 m kadar yürüyüp oltanın ucundaki balığı sürüden uzaklaştırdım. İncecik LRF kamışımla yaklaşık 1 dakika süren çok keyifli bir mücadelenin ardından yorulan balığı kepçeleyip dışarı aldım. Balığı kovaya atıp sürünün olduğu yere döndüğümde kefaller hiç bir şey olmamış gibi ekmek parçalarını yemeye devam ediyordu. Yeni bir yem takıp balıkların yanına indirir indirmez ilk gören kefal yemi yuttu. Yine aynı taktikle balığı sürüden uzak bir yerde yorup kepçeledim.
Şaşırtıcı şekilde kefaller çok iştahlı ve korkusuzdu. Yaklaşık 20 dakika içinde sürünün içinden peş peşe 7 balık yakaladım. Hala suyun üstündeki ekmekleri yemeye devam eden sürüden çuval dolusu kefal yakalayabilecekken bugünlük bu kadar yeter deyip avı sonlandırdım. Aslında ilk 3 balıktan sonra avı bırakmayı istediysem de uzun zamandır kefale hasret kaldığımdan kendime engel olamadım. Sonra balıklara ne mi oldu? Yarısı plaki, yarısı tava...
21 Kasım 2015 Cumartesi
17 Kasım 2015 Salı
LRF: Zargana Eğlencesi
Marmaris'ten döner dönmez Antalya'daki meralarımı yoklamaya başladım. Daha önce eylül ve ekim aylarında Antalya'da bulunmadığım için beklediğim avcı balık furyasının başlayıp başlamadığını bilmiyordum. Eylül ortası itibariyle kuzular, traller, sinaritler, gridalar, dev baraküdalar kıyılarda av vermeye başlamış mıydı yoksa suların iyice soğuması mı gerekiyordu? Bunu öğrenmek için sırasıyla bütün meralarımı yoklamaya koyuldum. Yazdan kalma bir hava ve süt liman denizde 1 hafta kadar çeşitli sahte yemlerle farklı meralarda büyük balık hedefli denemelerde bulunduğum halde vuruş alamayınca havalar soğuyup deniz karışıncaya kadar beklemeye karar verdim. Ağır abiler gelene kadar da LRF takımlarıyla keyif avları yapmaktan daha güzel bir seçenek olamazdı.
Marmaris'e gitmeden önce özellikle mini popper sahteleriyle avlanırken çok ciddi boylarda zargana vuruşları almış ama oltaya yakalandıktan sonra çok hırçın olan dev zarganalardan hiç birini dışarı çıkaramamıştım. Sezon geçmeden o 1 metrelik, bilek kalınlığındaki zarganalardan yakalamayı çok istiyordum. 21 Eylül sabahı tüm konsantrasyonumu vererek LRF takımlarıyla zarganaya denemeye karar verdim. Sabah gün ağarırken meraya varır varmaz 226 cm, 5-12 g aksiyonlu kamış, 2500 kalibrelik makine, 0.13 mm 8 örgü ip ve 1 kulaç uzunluğunda 0.24 mm monoflament şok misinasından oluşan LRF takımımın ucuna 47 mm, 5.5 gramlık pencil bait tarzı bir sahte bağlayıp ilk atışımı gerçekleştirdim. İlk atışım daha önce hiç kullanmadığım bu yemin erimini ve aksiyonunu görmek içindi. Boyutuna göre hatrı sayılır bir mesafeye giden batan tipteki ( Sinking ) yemi 2-3 metre diplettikten sonra düz ve vurdurarak çekerkenki aksiyonlarını inceledim. İkinci atışımda bu defa yemi kamışın ucuyla küçük titreşim aksiyonları vererek yüzeyden çekmeyi denedim. Bu şekilde küçük bir su üstü sahtesini andıran yem yüzeyi çizerek gelirken birden bire arkasında bir kabartı belirdi. Suyu yararak gelen iri bir zargana yeme hamle yapınca suyun üstünde şapırtı koptu. Bir anlık yakaladım diye sevindiysem de sevincim kısa sürdü. Balık yemi ağzından atıp kurtulmayı başardı. Vakit kaybetmeden atış yapıp yemi aynı aksiyonla suyun üstünde titreşim yaptırarak çekmeye başladım. Yine suyun üstünü yararak gelen bir takip, vuruş, şapırtı ve koca bir zargananın suyun dışına fırlayıp kurtulması. Bu olay üst üste birkaç atış daha tekrarlandı.
Zarganalar suyun üstünde iz ve titreşim yaparak gelen yemi çok uzaktan fark edip saldırsalar da uzun ve sert gagaları yüzünden yemi bir türlü yutamıyor, gagalarına takılan kanca kolaylıkla kurtuluyordu. 15 dakika kadar hemen her atışımda takip ve vuruş aldığım halde tek bir balık bile çıkarmayı başaramayınca yemin kuyruğundaki kancayı büyütmeye karar verdim. Belki bu şekilde iğne balığa daha derin geçip kurtulmasını önleyebilirdi. Makinemin kalamasını da gevşetip balığın suyun dışına sıçramaları esnasında aşırı yük binen iğnenin kurtulmasını önlemeye çalıştım. Nihayet yeme vuran zarganalardan birisi defalarca kere suyun dışına sıçrayıp kurtulamayınca mücadeleyi bıraktı. Sakince kayaların kenarına getirdiğim balığı yanımda duran kepçeye sokup dışarı aldım.
İlk zarganadan sonra keyfim biraz yerine gelmiş şekilde ava devam ettim. Hemen her atışımda su üstü sahtesi gibi aksiyon verdiğim yeme vuruş gelmeye devam ediyordu. Aynı yemle birkaç atış daha denedikten sonra 5 gramlık bir jige aynı aksiyonu verip veremeyeceğimi denemeye karar verdim. Jigi yaklaşık 40 m mesafeye gönderdikten sonra kamışın ucunu havaya dikip küçük titreşim aksiyonlarıyla hızlı sarımla çekmeye başladım. Tam istediğim gibi jig su yüzeyinde kaçan yavru bir balık gibi iz bırakarak gelirken ilk zargana peşine takıldı, hamlesini yaptı ve yakalandı. Yine çok hareketli bir mücadelenin ardından balığı kıyıya getirip usulca kepçenin içine sokmayı başardım. Balığın ağzındaki jigle çabucak birkaç kare fotoğraf çektikten sonra ava geri döndüm.
O dakikadan sonrası çok hareketli ve heyecanlıydı. Yemin su üstünde bıraktığı iz ve titreşimi metrelerce öteden farkeden zarganalar suyu yararak peşine takılıyor, hamle yapıyor, yakalanıyor, havada taklalar atıp oltadan kurtuluyor, sonra bir başkası tekrar saldırıyordu. Kimi zaman zarganaların dişleriyle zedelediği misinayı kesip tekrar bağlamak zorunda kalıyordum. Onca dişli ısırığa maruz kalan jigimin boyası neredeyse tamamen dökülse de takip ve vuruşlar hız kesmeden devam ediyordu. 1.5 saat içinde onlarca balık kaçırıp kovama 4 tane zargana atabilmiştim. Özellikle kaçırdığım 80-90 cm üzeri zarganaların üzüntüsünü yaşarken iri bir zargana yemimi takip edip kıyıya 5 m kala saldırdı. Ardından yine bir adrenalin patlaması ve curcuna yaşandı. Balık suyun üstünde ok gibi sekerek kurtulmaya çalışırken kalamamı tamamen gevşetmiş yemin çıkmaması için dua ediyordum. Makinemden 20-30 metre ip boşalttıktan sonra nihayet balık suyun dışına fırlamayı bıraktı. Kısa süren çok tempolu bir mücadelenin ardından yorulan balığı temkinli bir şekilde çekip kepçenin içine sokmayı başardım. Bu defaki balık kaçırdıklarım kadar iri olmasa da 75 cm'lik hatrı sayılır boyda bir zarganaydı.
Avın devamında suyun üstünden sektirerek çektiğim yeme çok sağlam bir vuruş daha geldi. Diğerlerinden farklı olarak sürekli aşağıya basarak bana heyecan dolu bir mücadele yaşatan balık 35 cm civarı bir yazılı orkinostu. 45 cm'lik limitin altında kalan yakışıklıyı ait olduğu yere iade edip avı sonlandırdım. Hayalini kurduğum bilek kalınlığındaki zarganaları yakalayamasam da yeni teknikler öğrendiğim çok keyifli bir av oldu. Kim bilir, belki dev zarganalardan biriyle bir dahaki karşılaşmamızda kazanan ben olurum...
Marmaris'e gitmeden önce özellikle mini popper sahteleriyle avlanırken çok ciddi boylarda zargana vuruşları almış ama oltaya yakalandıktan sonra çok hırçın olan dev zarganalardan hiç birini dışarı çıkaramamıştım. Sezon geçmeden o 1 metrelik, bilek kalınlığındaki zarganalardan yakalamayı çok istiyordum. 21 Eylül sabahı tüm konsantrasyonumu vererek LRF takımlarıyla zarganaya denemeye karar verdim. Sabah gün ağarırken meraya varır varmaz 226 cm, 5-12 g aksiyonlu kamış, 2500 kalibrelik makine, 0.13 mm 8 örgü ip ve 1 kulaç uzunluğunda 0.24 mm monoflament şok misinasından oluşan LRF takımımın ucuna 47 mm, 5.5 gramlık pencil bait tarzı bir sahte bağlayıp ilk atışımı gerçekleştirdim. İlk atışım daha önce hiç kullanmadığım bu yemin erimini ve aksiyonunu görmek içindi. Boyutuna göre hatrı sayılır bir mesafeye giden batan tipteki ( Sinking ) yemi 2-3 metre diplettikten sonra düz ve vurdurarak çekerkenki aksiyonlarını inceledim. İkinci atışımda bu defa yemi kamışın ucuyla küçük titreşim aksiyonları vererek yüzeyden çekmeyi denedim. Bu şekilde küçük bir su üstü sahtesini andıran yem yüzeyi çizerek gelirken birden bire arkasında bir kabartı belirdi. Suyu yararak gelen iri bir zargana yeme hamle yapınca suyun üstünde şapırtı koptu. Bir anlık yakaladım diye sevindiysem de sevincim kısa sürdü. Balık yemi ağzından atıp kurtulmayı başardı. Vakit kaybetmeden atış yapıp yemi aynı aksiyonla suyun üstünde titreşim yaptırarak çekmeye başladım. Yine suyun üstünü yararak gelen bir takip, vuruş, şapırtı ve koca bir zargananın suyun dışına fırlayıp kurtulması. Bu olay üst üste birkaç atış daha tekrarlandı.
Zarganalar suyun üstünde iz ve titreşim yaparak gelen yemi çok uzaktan fark edip saldırsalar da uzun ve sert gagaları yüzünden yemi bir türlü yutamıyor, gagalarına takılan kanca kolaylıkla kurtuluyordu. 15 dakika kadar hemen her atışımda takip ve vuruş aldığım halde tek bir balık bile çıkarmayı başaramayınca yemin kuyruğundaki kancayı büyütmeye karar verdim. Belki bu şekilde iğne balığa daha derin geçip kurtulmasını önleyebilirdi. Makinemin kalamasını da gevşetip balığın suyun dışına sıçramaları esnasında aşırı yük binen iğnenin kurtulmasını önlemeye çalıştım. Nihayet yeme vuran zarganalardan birisi defalarca kere suyun dışına sıçrayıp kurtulamayınca mücadeleyi bıraktı. Sakince kayaların kenarına getirdiğim balığı yanımda duran kepçeye sokup dışarı aldım.
İlk zarganadan sonra keyfim biraz yerine gelmiş şekilde ava devam ettim. Hemen her atışımda su üstü sahtesi gibi aksiyon verdiğim yeme vuruş gelmeye devam ediyordu. Aynı yemle birkaç atış daha denedikten sonra 5 gramlık bir jige aynı aksiyonu verip veremeyeceğimi denemeye karar verdim. Jigi yaklaşık 40 m mesafeye gönderdikten sonra kamışın ucunu havaya dikip küçük titreşim aksiyonlarıyla hızlı sarımla çekmeye başladım. Tam istediğim gibi jig su yüzeyinde kaçan yavru bir balık gibi iz bırakarak gelirken ilk zargana peşine takıldı, hamlesini yaptı ve yakalandı. Yine çok hareketli bir mücadelenin ardından balığı kıyıya getirip usulca kepçenin içine sokmayı başardım. Balığın ağzındaki jigle çabucak birkaç kare fotoğraf çektikten sonra ava geri döndüm.
O dakikadan sonrası çok hareketli ve heyecanlıydı. Yemin su üstünde bıraktığı iz ve titreşimi metrelerce öteden farkeden zarganalar suyu yararak peşine takılıyor, hamle yapıyor, yakalanıyor, havada taklalar atıp oltadan kurtuluyor, sonra bir başkası tekrar saldırıyordu. Kimi zaman zarganaların dişleriyle zedelediği misinayı kesip tekrar bağlamak zorunda kalıyordum. Onca dişli ısırığa maruz kalan jigimin boyası neredeyse tamamen dökülse de takip ve vuruşlar hız kesmeden devam ediyordu. 1.5 saat içinde onlarca balık kaçırıp kovama 4 tane zargana atabilmiştim. Özellikle kaçırdığım 80-90 cm üzeri zarganaların üzüntüsünü yaşarken iri bir zargana yemimi takip edip kıyıya 5 m kala saldırdı. Ardından yine bir adrenalin patlaması ve curcuna yaşandı. Balık suyun üstünde ok gibi sekerek kurtulmaya çalışırken kalamamı tamamen gevşetmiş yemin çıkmaması için dua ediyordum. Makinemden 20-30 metre ip boşalttıktan sonra nihayet balık suyun dışına fırlamayı bıraktı. Kısa süren çok tempolu bir mücadelenin ardından yorulan balığı temkinli bir şekilde çekip kepçenin içine sokmayı başardım. Bu defaki balık kaçırdıklarım kadar iri olmasa da 75 cm'lik hatrı sayılır boyda bir zarganaydı.
Avın devamında suyun üstünden sektirerek çektiğim yeme çok sağlam bir vuruş daha geldi. Diğerlerinden farklı olarak sürekli aşağıya basarak bana heyecan dolu bir mücadele yaşatan balık 35 cm civarı bir yazılı orkinostu. 45 cm'lik limitin altında kalan yakışıklıyı ait olduğu yere iade edip avı sonlandırdım. Hayalini kurduğum bilek kalınlığındaki zarganaları yakalayamasam da yeni teknikler öğrendiğim çok keyifli bir av oldu. Kim bilir, belki dev zarganalardan biriyle bir dahaki karşılaşmamızda kazanan ben olurum...
12 Kasım 2015 Perşembe
Baraküda
Kimileri ona deniz turnası der, kimileri ıskarmoz, kimileri ise baraküda. Ben de baraküda diyenlerdenim. Atlantik baraküdası ( Sphyraena barracuda, İng: Great barracuda ) yerine bizimkilere ( Sphyraena sphyraena, İng: European barracuda ) baraküda demeyi uygun bulmayanlar olsa da bence Akdeniz baraküdası ya da kısaca baraküda demekte bir mahsur yoktur. Doğu Atlantik'te, Ege ve Akdeniz dahil olmak üzere Biskay Körfezi'nden Angola, Kanarya ve Azor adalarına kadar, Batı Atlantik'te ise Bermuda ve Brezilya çevrelerinde yayılış gösteren bizim baraküdalar, Atlantik baraküdası kadar büyük olmasalar da 165 cm boy ve 12 kg ağırlığa ulaşabilirler. Şimdiye kadar en büyük 2.1 kg olanını yakaladığım baraküdanın kısmetse bu kış çok daha büyüklerini yakalamayı hayal ediyorum. Yaz boyu liman içinde dolaştıklarını gördüğüm halde çok iştahlı olmadıkları için sonuçsuz kalan birkaç denemeden sonra vazgeçip başka balıklara yöneldim. Sonbaharda baraküda avının hız kazanacağını bildiğim için de bu durumu fazla sorun etmedim. Eylül ortasından itibaren liman ışıklarının aydınlattığı bölgelerde toplanan sardalya sürülerine sadıran baraküdaların sayısı artınca ufaktan denemelere başladım.
1 hafta içinde aralıklarla gerçekleştirdiğim 3 gece avında, 50-65 cm arası birer baraküda kandırdıktan sonra 23 eylül gecesi daha uzun süreli bir at-çek avı gerçekleştirmeye karar verdim. Önceki gecelerde bir çok farklı sahte yemle denediğim halde su sathındaki sardalya sürüsüne odaklanan baraküdalar benim yemlerimle çok ilgilenmemişti. Nadiren yemlerimi takip edip çok daha nadiren hamle yapmışlardı. 23 eylül gecesi ise işler biraz değişti. Yağmur ve fırtına şiddetinde esen rüzgarla karışan deniz, baraküdaları biraz iştahlandırmış gibiydi. Ava başladığım 10 cm/10 gramlık beyaz simli, kurşun kafalı silikon balıkla peş peşe takipler alınca aynı yemle denemeye devam ettim. Nihayet ava başladıktan yarım saat sonra dipten düz, hızlı sarımla çektiğim yemim rıhtım duvarına 2-3 metre kala mıhlanıp kaldı. Hiç beklemediğim bir anda gelen vuruşla dalgın halimden kurtulup balığın büyüklüğünü kestirmeye çalıştım. Balığın çok büyük olmadığını anlayınca da temkinli bir şekilde yüzeye getirip tek hamlede dışarı aldım. Gelen 55 cm civarında bir baraküdaydı. Balığı kovaya attıktan sonra yemin durumunu ve misinayı kontrol ettim. Birkaç diş kesiği dışında yemin sağlam olduğunu ve misinaya diş değmediğini görünce kaldığım yerden ava devam ettim.
Av güzel başlamıştı. İlk balıktan sonra da aralıklarla baraküda takipleri almaya devam ettim. Balıklar bazen 1-2 metre geriden bazen de yemin hemen dibinden takip edip son anda geri dönüyorlardı. Takiplerin sıklaştığı bir ara baraküdalardan biri yemin arkasından fişek gibi fırlayıp yapışsa da kurtulmayı başardı. Ara vermeden atıp çekmeye devam ettim. Birkaç takip ve boşa giden hamleden sonra oltam yine olduğu yerde mıhlanıp kaldı. İlkiyle aynı boydaki bu balığı da seri bir hareketle kaldırıp dışarı attım. Bu defa yem sağlam kaldığı halde yemin bağlı olduğu şok misinamın 2-3 cm'lik kısmı balığın dişlerinden zarar görmüştü. Zedelenen kısmı kesip yemi tekrar bağladıktan sonra atıp çekmeye devam ettim. Balıkların takip ve hamlelerine bakarak aksiyon vermeden düz hızlı sarımla ve yüzeyin 1-2 m altından çektiğim yemlere daha çok rağbet ettiklerini anladım. Gece yarısından sonra yağmur şiddetini arttırsa da avı bırakmadan gün ağarana kadar devam ettim. Takipler, yemi ısırıp bırakanlar, yarı yolda kurtulanlar ve tek üzüntü duyduğum yemi komple yuttuğu için misinayı kesip ağzında yemle kaçan iri bir baraküdayla çok keyifli ve heyecanlı bir av geçirdim. Uzun gecenin ardından avı bıraktığımda kovamda 5 yakışıklı baraküda yatıyordu.
Hayal ettiğim boyda baraküdalar yakalayamasam da daha önümde uzun bir kış var. Havalar bozup deniz patladığında, dev dalgaların çarpıp köpük köpük karıştırdığı kayalık kıyılarda baştan aşağı ıslanmak pahasına olta atıp o koca ağızlı canavar baraküdalarla mücadele etmek için can atıyorum. Kim bilir, belki birkaç yazı sonra o canavar baraküdanın hikayesini okuyabilirsiniz...
1 hafta içinde aralıklarla gerçekleştirdiğim 3 gece avında, 50-65 cm arası birer baraküda kandırdıktan sonra 23 eylül gecesi daha uzun süreli bir at-çek avı gerçekleştirmeye karar verdim. Önceki gecelerde bir çok farklı sahte yemle denediğim halde su sathındaki sardalya sürüsüne odaklanan baraküdalar benim yemlerimle çok ilgilenmemişti. Nadiren yemlerimi takip edip çok daha nadiren hamle yapmışlardı. 23 eylül gecesi ise işler biraz değişti. Yağmur ve fırtına şiddetinde esen rüzgarla karışan deniz, baraküdaları biraz iştahlandırmış gibiydi. Ava başladığım 10 cm/10 gramlık beyaz simli, kurşun kafalı silikon balıkla peş peşe takipler alınca aynı yemle denemeye devam ettim. Nihayet ava başladıktan yarım saat sonra dipten düz, hızlı sarımla çektiğim yemim rıhtım duvarına 2-3 metre kala mıhlanıp kaldı. Hiç beklemediğim bir anda gelen vuruşla dalgın halimden kurtulup balığın büyüklüğünü kestirmeye çalıştım. Balığın çok büyük olmadığını anlayınca da temkinli bir şekilde yüzeye getirip tek hamlede dışarı aldım. Gelen 55 cm civarında bir baraküdaydı. Balığı kovaya attıktan sonra yemin durumunu ve misinayı kontrol ettim. Birkaç diş kesiği dışında yemin sağlam olduğunu ve misinaya diş değmediğini görünce kaldığım yerden ava devam ettim.
Av güzel başlamıştı. İlk balıktan sonra da aralıklarla baraküda takipleri almaya devam ettim. Balıklar bazen 1-2 metre geriden bazen de yemin hemen dibinden takip edip son anda geri dönüyorlardı. Takiplerin sıklaştığı bir ara baraküdalardan biri yemin arkasından fişek gibi fırlayıp yapışsa da kurtulmayı başardı. Ara vermeden atıp çekmeye devam ettim. Birkaç takip ve boşa giden hamleden sonra oltam yine olduğu yerde mıhlanıp kaldı. İlkiyle aynı boydaki bu balığı da seri bir hareketle kaldırıp dışarı attım. Bu defa yem sağlam kaldığı halde yemin bağlı olduğu şok misinamın 2-3 cm'lik kısmı balığın dişlerinden zarar görmüştü. Zedelenen kısmı kesip yemi tekrar bağladıktan sonra atıp çekmeye devam ettim. Balıkların takip ve hamlelerine bakarak aksiyon vermeden düz hızlı sarımla ve yüzeyin 1-2 m altından çektiğim yemlere daha çok rağbet ettiklerini anladım. Gece yarısından sonra yağmur şiddetini arttırsa da avı bırakmadan gün ağarana kadar devam ettim. Takipler, yemi ısırıp bırakanlar, yarı yolda kurtulanlar ve tek üzüntü duyduğum yemi komple yuttuğu için misinayı kesip ağzında yemle kaçan iri bir baraküdayla çok keyifli ve heyecanlı bir av geçirdim. Uzun gecenin ardından avı bıraktığımda kovamda 5 yakışıklı baraküda yatıyordu.
Hayal ettiğim boyda baraküdalar yakalayamasam da daha önümde uzun bir kış var. Havalar bozup deniz patladığında, dev dalgaların çarpıp köpük köpük karıştırdığı kayalık kıyılarda baştan aşağı ıslanmak pahasına olta atıp o koca ağızlı canavar baraküdalarla mücadele etmek için can atıyorum. Kim bilir, belki birkaç yazı sonra o canavar baraküdanın hikayesini okuyabilirsiniz...
1 Kasım 2015 Pazar
Güney Ege'de Vertical Jigging Bereketi
Eylül başına denk gelen 2 haftalık Marmaris serüvenimin ilk haftasında LRF takımlarıyla hatrı sayılır boyda sargozlar yakaladıktan sonra ikinci haftanın başında yakaladığım hayallerimin lambukası ve yakışıklı kum gridasıyla beklentilerimin üzerinde avlar gerçekleştirme fırsatı buldum. Yakaladığım balıkların yanında burada kısa sürede çok güzel arkadaşlıklar da edindim. Olta atarken tanıştığım Muharrem abim de bunlardan biri. Kısa bir süre önce 3 arkadaşıyla ortak tekne alan Muharrem abim yeni başladığı balıkçılık işine iyicene merak sarmış. Şimdiye kadar tekneden yemli takımlarla yakaladığı mercan, barbun vs. gibi küçük balıklar ve tekne arkasından silikon balık çekerek kandırdığı yarımşar kiloluk lambukalar dışında pek tecrübesi olmasa da ilk defa benden duyduğu teknikleri öğrenmek için can atıyordu. Birkaç gün sonra Marmaris'ten ayrılacağımı öğrenince ilk fırsatta teknesiyle balığa çıkmak için teklifte bulundu. Başına talih kuşu konmuş gibi sevinen ben teklifi tereddütsüz kabul edip, lambukayı yakaladığımın ertesi günü, 9 eylül sabahı, mesai öncesi kısa bir kaçamak yapmak için gün ağarırken denize açılmak üzere sözleştik.
Ertesi sabah gün ağarmadan kayıkhaneye vardığımda teknenin diğer ortakları Cihan ve Alper abilerle de tanışıp, 4 kişi "vira bismillah" denize açıldık. Öncelikli hedefimiz benim ricam üzerine sırtı çekerek lambukaya denemek oldu. Teknenin kıçından oltalarımızı salmadan önce Muharrem abinin elindeki takımı incelediğimde çok şaşırdım. Kullandıkları takım çok ince ve silikon yemin iğnesi çok zayıftı. Böyle bir takımla iri bir lambuka çıkarmalarının imkansız olduğunu söyleyip bazı tavsiyelerde bulunduktan sonra rölanti hızda giden teknenin arkasından oltalarımızı koyverdik. Yarım saat kadar, daha önce lambuka yakaladıkları meralarda dolaştığımız halde vuruş alamayınca tekneyi uygun bir yerde durdurup klasik dip takımlarıyla mercana denemeye karar verdiler. Onlar yemli takımlarını dibe indirip küçük mercan balıklarının vurmasını beklerken benim aklımda vertical jigging takımlarıyla daha büyük balıklara denemek vardı. Bereket versin uzun bir süre mercan vurmayınca fırsattan istifade yakınlarda derin kayalık meralar olup olmadığını sordum. Sağ olsunlar beni kırmayıp yaklaşık 1 mil mesafede bulunan 45 m derinlikteki büyük bir taşa götürdüler.
Meraya vardığımızda 175 cm, 150-250 g aksiyonlu kamış, 10,000 kalibrelik makine, 0.40 mm örgü misina ve 5 m boyunda 0.70 mm florokarbon şok misinasından oluşan vertical jigging takımımın ucuna 160 g ağırlığında kalamar takliti bir jig takıp dibe indirdim. Birkaç sefer kısa, sert vurdurma aksiyonlarıyla jigi dipten 10 m kadar yukarı çekip tekrar dipleterek denedikten sonra takımı Alper abiye devrettim. O, ağır takımla ilk vertical jigging denemesini yaparken ben de shore jigging takımım ve daha hafif jiglerle denemek niyetindeydim. Oltayı devretmemin üzerinden birkaç saniye ancak geçmişti ki oltasına binen ağırlık karşısında çaresiz kalan Alper abinin yardım çığlıkları yükseldi. Daha önce hiç büyük balık tecrübesi olmayan Alper abi oltayı bana vermek isteyince hemen mücadeleyi devraldım. İlk birkaç saniye dipteki balığın sert kafa darbeleri ve fişeklemelerle enerjisini boşaltmasını bekledikten sonra kamışı yukarı kaldırıp aşağı indirirken makarayı sararak balığı dipten yükseltmeye başladım. Balık dipten epey yükseldiği halde sert kafa darbeleri devam ediyordu. Hepimiz pür dikkat gözlerimizi kristal berraklıktaki suyun derinliklerine dikmiş balığı görmeyi bekliyorduk. Yüzeye 10 m kala suyun derinliklerinden yükselen bir parıltı belirdi. Derken oltanın ucundaki parıltıyı hemen hemen aynı boyda bir balığın daha takip ettiğini fark ettik. Balık dipten yükseldikçe daha belirgin bir hal almaya başladı. Nihayet iyice yüzeye yaklaştığında kafamdaki soru işaretleri kayboldu. Oltanın ucundaki oldukça iri bir sinaritti. O kargaşanın arasında balığın ağzındaki yemi görmeye çalıştım. Kancayı sağlam yuttuğunu görünce içim rahatlamış olarak balığı suyun üstüne çıkarıp Muharrem abinin kepçeyi vurması için uygun bir pozisyon oluşturdum. Nihayet balık kepçenin içine girdiğinde teknenin içini büyük bir sevinç ve zafer dalgası sardı.
Daha ilk avımızda, oltamızı suyla buluşturur buluşturmaz her oltacının gönlünde taht kuran sinarit babayı kandırma şansını yakalamış olmak hepimizi şevke getirmişti. Aynı günün akşamı da mesai biter bitmez, saat 05:45 gibi, kayıkhaneden avara edip tam yol sinariti aldığımız taşa geldik. Bu defa ava başlarken ağır takım bende, hafif takımsa Muharrem abideydi. Muharrem abinin takımının ucuna shore jigging avlarında çok verim aldığım jigin 60 gramlık olanını bağlamıştım. Benim kullandığım takımın ucunda ise methini çok duyduğum ve piyasada çok zor bulunan "zebra glow" rengi olarak bilinen fosfor bantlı 130 gramlık bir jig bağlıydı. Akıntıyı hesap ederek teknemizi büyük taş öbeğinin yakınından akacak şekilde stopa çekip, taşları geçtikten sonra tekrar başladığımız noktaya dönüyor, dipten çeşitli aksiyonlarla yukarı çektiğimiz jiglerle avcı balıkları kandırmaya çalışıyorduk. Ava başlayalı en fazla 20 dakika geçmişti ki Muharrem abi heyecanlı bir şekilde bağırmaya başladı. Oltasının ucundaki balık her neyse kamışın ucu maksimum eğilip suya gömülmüştü. Balıkla baş edemeyeceğini anlayınca o da yardım isteyip mücadeleyi bana devretti. Oltayı elime alır almaz balığın gücü karşısında adrenalin seviyem tavan yaptı. İlk başta balığın büyüklüğünü kestirmekte zorlansam da gücü biraz kırılınca oltanın ucundakinin çok büyük bir balık olmadığını anladım. Yine de takım hafif olduğu için mücadele çok heyecanlı geçiyordu. Balık sürekli aşağı, sağa, sola basıyor, bir türlü yorulmak bilmiyordu. Nihayet yüzeye yaklaştığında hızlı manevralarla oltadan kurtulmaya çalışan balığın parıltısı görüldü. Mücadele şeklinden tahmin ettiğim gibi çok büyük olmayan bir kuzuydu ( sarı kuyruk ) oltanın ucundaki. Tekneyi görünce gücünün son kalıntılarıyla birkaç sefer daha aşağı fişekledikten sonra tamamen teslim olan balığı Muharrem abinin yardımıyla kepçenin içine sokmayı başardık.
Av güzel başlamıştı. Vakit kaybetmeden kayalık bölgenin etrafından akış yaparak denemeye devam ettik. Ava başladıktan yaklaşık 1 saat sonra, ümitlerim tükenmek üzereyken dipten büyük zıplatma hareketleriyle yukarı çektiğim jigim muazzam bir kuvvetle aşağı çekildi. Oltam iki büklüm eğilip kalaması epeyce sıkılı olan makinemden ip boşalmaya başladı. Nihayet hayalini kurduğum dev balık oltamın ucundaydı. Balık hiç durmadan kalama alırken birden bire içimi misinanın dipteki kayalara sürtünüp kopma korkusu sardı. Anlık bir kararla kalamayı sıkıp balığı dipten yükseltmek için kamışı yukarı vurdurarak sarmaya başladım. Balığı biraz yükseltmeyi başarıp rahatlamıştım ki oltanın ucundaki ağırlık boşalıverdi. Herşey 10-15 saniye gibi kısa bir süre içinde bitmişti. Oltayı çekip yemi kontrol ettiğimde çok güvendiğim asist kancanın açılmış olduğunu fark ettim. O an yaşadığım hayal kırıklığını tarif etmek çok güç. Görüntüsüne aldandığım kancanın aslında o kadar da sağlam olmadığı acı bir şekilde öğrenmiştim. Sinirimden kendi kendime söylenerek açılan kancayıp düzeltip, jige bir asist kanca daha ilave ettikten sonra ava döndüm.
Kaçırdığım balıktan sonra ara vermeden hırsla denemeye devam ettim. Sonar ekranına göre taşın yakınından geçtiğimiz bir ara oltam yine muazzam bir güç tarafından aşağı basıldı. Bu defa aşırı kuvvet uygulamamaya dikkat ederek balıkla mücadele etmeye başladım. 30 saniye kadar kuvvetli basan balık sonrasında yorulup mücadeleyi bıraktı. Temkinli bir şekilde yukarı çekerken oltanın ucundaki ağırlık sanki balık değil de cansız bir varlıkmış gibi gelmeye başlamıştı. Suyun içinde daireler çizerek yükselen ip bitip florokarbon şok misinası görüldükten sonra nihayet kocaman kapkara bir balık suyun üstüne çıktı. Gerçekten çok heybetli bir kaya gridası, nam-ı diğer şeytandı oltanın ucundaki. Heyecan dolu saniyelerin ardından Muhammer abi teknenin küpeştesine yatıp usta bir hareketle koca balığı ufacık kepçenin içine sokunca derin bir oh çektim. Sonrasında başka vuruş alamayıp hava kararmaya yakın avı sonlandırdık.
Mesai öncesi ve sonrasında yaptığımız kısacık Vertical Jigging denemelerinde oltalarımıza hatrı sayılır boylarda 4 balık vurmuş, bunlardan 3 tanesini teknenin içine almayı başarmıştık. Beklentilerimizin çok üzerinde avlar yapmak bizi hem şaşırtmış hem de sonraki günlerde yapacağımız avlar için heyecanlandırmıştı. Ertesi sabah gün ağarırken bu defa Muharrem abiyle ikimiz buluşup rotayı balıkları yakaladığımız taşa çevirdik. Meraya varır varmaz heyecanla aksiyona başladıysak da ilk 45 dakika vuruş alamayınca yer değiştirmeye karar verdik. Taştan sonraki ilk durağımız yakınlardaki gemi şamandıralarından biri oldu. Dikkatlice şamandıraya yaklaşıp 3 kollu şamandıra zincirinin ortasından yemimi aşağıya gönderdim. Yem dibe inince birkaç büyük aksiyon yaptırdıktan sonra kısa ve çok seri aksiyonlarla jigi 20 m kadar yukarı çekip tekrar diplettim. Aynı hareketi tekrarlayıp jigi kısa, seri aksiyonlarla dipten 15 m kadar yükseltmiştim ki vuruş geldi. Yine kalp atışlarım hızlanıp adrenalin seviyem tavan yaptı. Dipten bu kadar yukarıda vurduğuna göre balık büyük ihtimalle kuzuydu. Birkaç saniye balığın gücünü test edip çok büyük olmadığını anlayınca temkinli bir şekilde çekmeye başladım. Balığı yüzeye getirene kadar ara ara duraklayıp balığın sakinleşmesini beklemek zorunda kaldım. Yüzeye çıktığında tamamen yorulmuş olan balığı kolayca kepçeledik. Geç gelen günün ilk balığından sonra moral bulmuş olarak ava devam ettik. Aynı şamandıra altında birkaç sefer daha deneyip vuruş alamayınca yer değiştirip yakınlardaki başka bir şamandıranın altından aynı aksiyonla aynı boyda bir kuzu daha kandırdıktan sonra avı sonlandırdık.
Tahmin edebileceğiniz gibi aynı gün akşam suyunda da denizdeydik. 3 saat boyunca yer değiştirerek azimle denediğimiz halde kayda balıklar kandırmayı başaramadık. Birbirinden güzel anılar ve avlarla geçen Marmaris seyahatimin sonuna geldiğimde doğa harikası bu yerden ayrılmayı hiç istemiyordum. İleride, hayranı olduğum Marmaris'e yerleşme imkanı bulabilir miyim bilmiyorum ama bundan sonraki dönemlerde hem dostlarımı görmek hem de balık meralarını yoklamak için burayı sık sık ziyaret edeceğim kesin...
Ertesi sabah gün ağarmadan kayıkhaneye vardığımda teknenin diğer ortakları Cihan ve Alper abilerle de tanışıp, 4 kişi "vira bismillah" denize açıldık. Öncelikli hedefimiz benim ricam üzerine sırtı çekerek lambukaya denemek oldu. Teknenin kıçından oltalarımızı salmadan önce Muharrem abinin elindeki takımı incelediğimde çok şaşırdım. Kullandıkları takım çok ince ve silikon yemin iğnesi çok zayıftı. Böyle bir takımla iri bir lambuka çıkarmalarının imkansız olduğunu söyleyip bazı tavsiyelerde bulunduktan sonra rölanti hızda giden teknenin arkasından oltalarımızı koyverdik. Yarım saat kadar, daha önce lambuka yakaladıkları meralarda dolaştığımız halde vuruş alamayınca tekneyi uygun bir yerde durdurup klasik dip takımlarıyla mercana denemeye karar verdiler. Onlar yemli takımlarını dibe indirip küçük mercan balıklarının vurmasını beklerken benim aklımda vertical jigging takımlarıyla daha büyük balıklara denemek vardı. Bereket versin uzun bir süre mercan vurmayınca fırsattan istifade yakınlarda derin kayalık meralar olup olmadığını sordum. Sağ olsunlar beni kırmayıp yaklaşık 1 mil mesafede bulunan 45 m derinlikteki büyük bir taşa götürdüler.
Meraya vardığımızda 175 cm, 150-250 g aksiyonlu kamış, 10,000 kalibrelik makine, 0.40 mm örgü misina ve 5 m boyunda 0.70 mm florokarbon şok misinasından oluşan vertical jigging takımımın ucuna 160 g ağırlığında kalamar takliti bir jig takıp dibe indirdim. Birkaç sefer kısa, sert vurdurma aksiyonlarıyla jigi dipten 10 m kadar yukarı çekip tekrar dipleterek denedikten sonra takımı Alper abiye devrettim. O, ağır takımla ilk vertical jigging denemesini yaparken ben de shore jigging takımım ve daha hafif jiglerle denemek niyetindeydim. Oltayı devretmemin üzerinden birkaç saniye ancak geçmişti ki oltasına binen ağırlık karşısında çaresiz kalan Alper abinin yardım çığlıkları yükseldi. Daha önce hiç büyük balık tecrübesi olmayan Alper abi oltayı bana vermek isteyince hemen mücadeleyi devraldım. İlk birkaç saniye dipteki balığın sert kafa darbeleri ve fişeklemelerle enerjisini boşaltmasını bekledikten sonra kamışı yukarı kaldırıp aşağı indirirken makarayı sararak balığı dipten yükseltmeye başladım. Balık dipten epey yükseldiği halde sert kafa darbeleri devam ediyordu. Hepimiz pür dikkat gözlerimizi kristal berraklıktaki suyun derinliklerine dikmiş balığı görmeyi bekliyorduk. Yüzeye 10 m kala suyun derinliklerinden yükselen bir parıltı belirdi. Derken oltanın ucundaki parıltıyı hemen hemen aynı boyda bir balığın daha takip ettiğini fark ettik. Balık dipten yükseldikçe daha belirgin bir hal almaya başladı. Nihayet iyice yüzeye yaklaştığında kafamdaki soru işaretleri kayboldu. Oltanın ucundaki oldukça iri bir sinaritti. O kargaşanın arasında balığın ağzındaki yemi görmeye çalıştım. Kancayı sağlam yuttuğunu görünce içim rahatlamış olarak balığı suyun üstüne çıkarıp Muharrem abinin kepçeyi vurması için uygun bir pozisyon oluşturdum. Nihayet balık kepçenin içine girdiğinde teknenin içini büyük bir sevinç ve zafer dalgası sardı.
Daha ilk avımızda, oltamızı suyla buluşturur buluşturmaz her oltacının gönlünde taht kuran sinarit babayı kandırma şansını yakalamış olmak hepimizi şevke getirmişti. Aynı günün akşamı da mesai biter bitmez, saat 05:45 gibi, kayıkhaneden avara edip tam yol sinariti aldığımız taşa geldik. Bu defa ava başlarken ağır takım bende, hafif takımsa Muharrem abideydi. Muharrem abinin takımının ucuna shore jigging avlarında çok verim aldığım jigin 60 gramlık olanını bağlamıştım. Benim kullandığım takımın ucunda ise methini çok duyduğum ve piyasada çok zor bulunan "zebra glow" rengi olarak bilinen fosfor bantlı 130 gramlık bir jig bağlıydı. Akıntıyı hesap ederek teknemizi büyük taş öbeğinin yakınından akacak şekilde stopa çekip, taşları geçtikten sonra tekrar başladığımız noktaya dönüyor, dipten çeşitli aksiyonlarla yukarı çektiğimiz jiglerle avcı balıkları kandırmaya çalışıyorduk. Ava başlayalı en fazla 20 dakika geçmişti ki Muharrem abi heyecanlı bir şekilde bağırmaya başladı. Oltasının ucundaki balık her neyse kamışın ucu maksimum eğilip suya gömülmüştü. Balıkla baş edemeyeceğini anlayınca o da yardım isteyip mücadeleyi bana devretti. Oltayı elime alır almaz balığın gücü karşısında adrenalin seviyem tavan yaptı. İlk başta balığın büyüklüğünü kestirmekte zorlansam da gücü biraz kırılınca oltanın ucundakinin çok büyük bir balık olmadığını anladım. Yine de takım hafif olduğu için mücadele çok heyecanlı geçiyordu. Balık sürekli aşağı, sağa, sola basıyor, bir türlü yorulmak bilmiyordu. Nihayet yüzeye yaklaştığında hızlı manevralarla oltadan kurtulmaya çalışan balığın parıltısı görüldü. Mücadele şeklinden tahmin ettiğim gibi çok büyük olmayan bir kuzuydu ( sarı kuyruk ) oltanın ucundaki. Tekneyi görünce gücünün son kalıntılarıyla birkaç sefer daha aşağı fişekledikten sonra tamamen teslim olan balığı Muharrem abinin yardımıyla kepçenin içine sokmayı başardık.
Av güzel başlamıştı. Vakit kaybetmeden kayalık bölgenin etrafından akış yaparak denemeye devam ettik. Ava başladıktan yaklaşık 1 saat sonra, ümitlerim tükenmek üzereyken dipten büyük zıplatma hareketleriyle yukarı çektiğim jigim muazzam bir kuvvetle aşağı çekildi. Oltam iki büklüm eğilip kalaması epeyce sıkılı olan makinemden ip boşalmaya başladı. Nihayet hayalini kurduğum dev balık oltamın ucundaydı. Balık hiç durmadan kalama alırken birden bire içimi misinanın dipteki kayalara sürtünüp kopma korkusu sardı. Anlık bir kararla kalamayı sıkıp balığı dipten yükseltmek için kamışı yukarı vurdurarak sarmaya başladım. Balığı biraz yükseltmeyi başarıp rahatlamıştım ki oltanın ucundaki ağırlık boşalıverdi. Herşey 10-15 saniye gibi kısa bir süre içinde bitmişti. Oltayı çekip yemi kontrol ettiğimde çok güvendiğim asist kancanın açılmış olduğunu fark ettim. O an yaşadığım hayal kırıklığını tarif etmek çok güç. Görüntüsüne aldandığım kancanın aslında o kadar da sağlam olmadığı acı bir şekilde öğrenmiştim. Sinirimden kendi kendime söylenerek açılan kancayıp düzeltip, jige bir asist kanca daha ilave ettikten sonra ava döndüm.
Kaçırdığım balıktan sonra ara vermeden hırsla denemeye devam ettim. Sonar ekranına göre taşın yakınından geçtiğimiz bir ara oltam yine muazzam bir güç tarafından aşağı basıldı. Bu defa aşırı kuvvet uygulamamaya dikkat ederek balıkla mücadele etmeye başladım. 30 saniye kadar kuvvetli basan balık sonrasında yorulup mücadeleyi bıraktı. Temkinli bir şekilde yukarı çekerken oltanın ucundaki ağırlık sanki balık değil de cansız bir varlıkmış gibi gelmeye başlamıştı. Suyun içinde daireler çizerek yükselen ip bitip florokarbon şok misinası görüldükten sonra nihayet kocaman kapkara bir balık suyun üstüne çıktı. Gerçekten çok heybetli bir kaya gridası, nam-ı diğer şeytandı oltanın ucundaki. Heyecan dolu saniyelerin ardından Muhammer abi teknenin küpeştesine yatıp usta bir hareketle koca balığı ufacık kepçenin içine sokunca derin bir oh çektim. Sonrasında başka vuruş alamayıp hava kararmaya yakın avı sonlandırdık.
Mesai öncesi ve sonrasında yaptığımız kısacık Vertical Jigging denemelerinde oltalarımıza hatrı sayılır boylarda 4 balık vurmuş, bunlardan 3 tanesini teknenin içine almayı başarmıştık. Beklentilerimizin çok üzerinde avlar yapmak bizi hem şaşırtmış hem de sonraki günlerde yapacağımız avlar için heyecanlandırmıştı. Ertesi sabah gün ağarırken bu defa Muharrem abiyle ikimiz buluşup rotayı balıkları yakaladığımız taşa çevirdik. Meraya varır varmaz heyecanla aksiyona başladıysak da ilk 45 dakika vuruş alamayınca yer değiştirmeye karar verdik. Taştan sonraki ilk durağımız yakınlardaki gemi şamandıralarından biri oldu. Dikkatlice şamandıraya yaklaşıp 3 kollu şamandıra zincirinin ortasından yemimi aşağıya gönderdim. Yem dibe inince birkaç büyük aksiyon yaptırdıktan sonra kısa ve çok seri aksiyonlarla jigi 20 m kadar yukarı çekip tekrar diplettim. Aynı hareketi tekrarlayıp jigi kısa, seri aksiyonlarla dipten 15 m kadar yükseltmiştim ki vuruş geldi. Yine kalp atışlarım hızlanıp adrenalin seviyem tavan yaptı. Dipten bu kadar yukarıda vurduğuna göre balık büyük ihtimalle kuzuydu. Birkaç saniye balığın gücünü test edip çok büyük olmadığını anlayınca temkinli bir şekilde çekmeye başladım. Balığı yüzeye getirene kadar ara ara duraklayıp balığın sakinleşmesini beklemek zorunda kaldım. Yüzeye çıktığında tamamen yorulmuş olan balığı kolayca kepçeledik. Geç gelen günün ilk balığından sonra moral bulmuş olarak ava devam ettik. Aynı şamandıra altında birkaç sefer daha deneyip vuruş alamayınca yer değiştirip yakınlardaki başka bir şamandıranın altından aynı aksiyonla aynı boyda bir kuzu daha kandırdıktan sonra avı sonlandırdık.
Tahmin edebileceğiniz gibi aynı gün akşam suyunda da denizdeydik. 3 saat boyunca yer değiştirerek azimle denediğimiz halde kayda balıklar kandırmayı başaramadık. Birbirinden güzel anılar ve avlarla geçen Marmaris seyahatimin sonuna geldiğimde doğa harikası bu yerden ayrılmayı hiç istemiyordum. İleride, hayranı olduğum Marmaris'e yerleşme imkanı bulabilir miyim bilmiyorum ama bundan sonraki dönemlerde hem dostlarımı görmek hem de balık meralarını yoklamak için burayı sık sık ziyaret edeceğim kesin...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)