8 Ekim 2013 Salı

Sabrın Sonu Selamet

Her mesleğin normalden daha yoğun ve tempolu olduğu dönemler vardır. Bu dönemler bizim için hem fiziksel hem de zihinsel açıdan yorucu geçebilir. Yoğun dönemin başında aşırı yorgunluk hisseden bedenimiz zamanla bu tempoya alışır ve nihayet yoğunluk bittiğinde hem zihnimiz hem de bedenimiz dinlenmeye geçer. Sıradan insanlar için durum böyledir. Ama bu dönem lüfer mevsimiyle çakışırsa, lüfer aşığı bir balık tutkunu için tam bir işkenceye dönüşebilir. İşte ben de böyle bir dönemden geçtim. 30 ağustos akşamı Samsun'da yakaladığım sezonun ilk lüferlerinden sonra meslek hayatımda 2 eylülden 20 eylüle kadar sürecek olan çok yoğun ve yorucu bir döneme girdim. 3 hafta boyunca tek bir gün bile izin yapmadan uzun ve yorucu mesailer geçirdim. Bu süre zarfında olta atmak için ne sabah suyuna enerji ne de akşam suyuna vakit bulabildim.

Orta Karadeniz'de lüfer sezonunun en bereketli geçtiği günlerde olta atamamak ister istemez kafamı meşgul etse de bu durumun benim için işkenceye dönüşmesine izin vermedim. Sonuçta balık tutmak keyif işidir. Ne zaman ki bir tutku keyif olmaktan çıkıp kişiye zarar vermeye başlarsa, o zaman onun adına tutku değil, takıntı ya da hastalık denir. Balık tutma sevdasına işini gücünü aksatan, ailesini ihmal eden, sağlığını riske atan biri için bu tutku hastalığa dönüşmüş demektir. İçimizdeki balık tutma arzusu hiç bir zaman sönmeyecek olsa da en azından bazı dönemlerde bu arzuyu dizginleyebilmek gerekir. Benim de öğrencilik yıllarımda dönem dönem balık tutma sevdasına derslerimi ihmal ettiğim olmuştu. Rahmetli babam hep durumu zamanında fark edip müdahale etmiş, hatta bazı dönemler balık tutmamı tamamen yasaklamıştı. O zamanlar içimden babama kızardım. Sonradan farkına vardım ki, bugün gönlümce balık tutabiliyor olmamı babama borçluyum. Demek istediğim şu ki; hiç bir balığı gözümüzde fazla büyütüp takıntı haline dönüştürmemeliyiz. Bugün olmazsa yarın olur, yarın olmazsa gelecek sezon olur, lüfer olmazsa başka balık olur...

2 Eylülden sonra işime konsantre olup, denizde cirit atan lüferleri çok fazla düşünmemeye çalıştım. 20 Eylüle kadar geçen süre zarfında nadiren bulabildiğim fırsatlarda yakaladığım 9 lüfer ve 1 levrek tesellim oldu. Nihayet 20 Eylül cuma günü yoğun iş tempomun sona ermesiyle birlikte hafta sonunu lüfer peşinde koşarak geçirmeye karar verdim.






21 Eylül cumartesi sabahı 05:00'da çalan telefonumun alarmıyla uyanıp pencereden dışarı baktım. Akşam başlayan yağmur hala devam ediyordu. Hem yağmur hem de yoğun geçen haftanın vermiş olduğu yorgunluk tercihimi yataktan yana kullanmama sebep oldu. Sıcacık yatağıma girip uykuma kaldığım yerden devam ettim. Saat 09:30 gibi uyandığımda yağmur etkisini azaltmıştı. Uykumu da almış olmanın rahatlığıyla balık tutma isteğim yeniden canlandı. İçimde gün boyu yorulmadan at-çek yapabilecek bir enerji hissediyordum. Kahvaltımı yaptıktan sonra kendimi ancak öğlene kadar oyalayabildim. Sonunda dayanamayarak soluğu deniz kenarında aldım.

Saat 13:00'da meraya vardığımda yağmur çiselemeye devam ediyordu. Yağmurluğumu giyip takımlarımı hazırlamaya başladım. Genelde kıyıdan at-çek ile lüfer avının bereketli olduğu saatler sabah ve akşam saatleri olmasına rağmen bazen gün boyu güzel balık alındığı olur. Öyle bir güne denk gelmiş olmayı ve atar atmaz lüferin yapışmasını umut ederek 22 g'lık favori kaşığımla at-çek yapmaya başladım. Yarım saat kadar sıkılmadan at-çek yaptıktan sonra nihayet güzel bir balık yapıştı. Çinakop olamayacak kadar kuvvetli basıyordu. Çok uzakta vuran balığı boşluk vermeden çekip dışarı atmayı başardım. Tahmin ettiğim gibi güzel bir lüferdi. Öğlen saatleri olmasına rağmen yakaladığım lüferle ümitlenip vakit kaybetmeden at-çek yapmaya devam ettim. Uzun süre tek bir vuruş bile alamadan aralıklarla at-çek yaptım. Umudum akşam suyuna kalmıştı. Nihayet saat 17:30 gibi bir lüfer daha yapıştı. Günün ikinci lüferini de kovaya atmayı başardım. O dakikadan sonra kıyıya güzel bir sürü inmiş olacak ki peş peşe vuruşlar aldım. Uzun süredir güzel bir lüfer avının hayalini kurduğumdan yakaladığım balıklardan sonra zaman kaybetmemeye çalışarak atıp çekmeye devam ettim. 1 saatin sonunda kovamda 5 tane lüfer olmuştu. Kaçırdığım bir kaç lüfer ve saldığım çinakopları da düşürsek çok hareketli ve keyifli bir av geçirdim. Yoğun iş temposunun, olta atmadan geçen günlerin ve tüm sıkıntıların ardından benim için ilaç gibi av oldu.


22 Eylül sabahı uyanır uyanmaz pencereden sokak lambasının aydınlattığı caddeye baktım. Yerler kuru, ağaçların yaprakları kıpırtısızdı. Şehir sakin bir sonbahar sabahına hazırlanıyordu. İnsanların uyanıp hayatın temposuna karışmasından saatler önce uyanmamın tek bir sebebi vardı. Balık sevdası... İşte bu sevda yüzünden sıcacık yatağıma geri dönmek yerine çabucak elbiselerimi giyip çantamı hazırladığım gibi deniz kenarına koştum. Meraya vardığımda havada hiç bir aydınlanma emaresi yoktu. Gecenin karanlığında oltamın ucunda hazır bulunan klipsin ucuna taktığım beyaz renkli bir sahteyle at-çek yapmaya koyuldum. Havanın yavaş yavaş ağarmasıyla birlikte kıyının hemen dibinde oynaklar belirmeye başladı. Oynakların olduğu tarafa doğru kıyıya paralel salladığım sahte yemi kah düz çekerek kah yaralı balık aksiyonu yaptırarak avcı balıkları kandırmaya çalıştım. Bir kaç başarısız denemeden sonra tam sahte balığı sudan çıkaracağım sırada sağlam bir vuruş aldım. Hemen önümde ve tamamen yüzeyde vuran balığı makine kullanmaya bile gerek duymadan tek hamlede kaldırıp arkama attım. Sahte balığın bir kancası ağzına bir kancası da solungaç kapağına saplanan balığı çabucak kancalardan kurtarıp at-çek yapmaya devam ettim.

Yüzeyindeki hareketlilik yaklaşık 5 dakika sürdükten sonra deniz yine eski sakin ve hareketsiz haline büründü. Hava aydınlanıp berrak ve sığ suyun dibi görünür olmaya başlayınca oltamın ucundaki sahte balığı atış mesafesi bakımından daha üstün olan kaşıkla değiştirdim. Yaklaşık 70-80 metrelere gönderdiğim kaşığımla bir kaç atış sonra sağlam bir vuruş aldım. Çok uzakta vuran balığın suyun dışına vurmaması için kamışın ucunu olabildiğince suya sokup boşluk vermeden sarmaya başladım. Yarı yolda kıyıya doğru yüzmeye başlayan balık kıyıya 5 m kala yön değiştirip tekrar basmaya başladı. O esnada suyun dışına vurup müthiş bir hızla vücudunu silkeledi. Kancayı ağzından atacak diye yüreğim ağzıma gelse de lüferin en etkili kurtulma taktiği işe yaramamıştı. Balık hala kancanın ucundaydı. Makineyi bir kaç tur daha sarıp balığı arkama fırlattım. İkinci balıktan sonra yarım saat içinde 4 balık daha aldım. Her vuruşta lüfer diye sevindiysem de gelenlerin hepsi çinakoptu. Kaşığın üçlü kancasının tamamını yuttuğu için ölümcül yara alan bir tanesi hariç diğer çinakopları geri saldım. Son balıktan sonra bir süre daha olta sallayıp başka vuruş alamayınca avı sonlandırdım.


Saat 07:30 gibi döndüğüm sabah suyundan sonra evimde istirahate çekilip akşam suyu vaktinin gelmesini bekledim. Bir akşam önce yakaladığım 5 lüferden sonra akşam suyunda güzel balık yapacağına olan inancım artmıştı. Saat 16:30 gibi meraya vardığımda bir önceki akşam balıkların tamamını aldığım kaşıkla denemeye başladım. Her an balık vuracakmış gibi bütün dikkatimi oltaya vererek atıp çektim. Durduğum kayanın üzerinden farklı sektörlere doğru çok uzun atışlar gerçekleştirdim. Saat 17:30'a doğru heyecanım daha da arttı. "Ha vurdu, ha vuracak" diyerek atıp çekmeye devam ettim. 2 saat boyunca aralıksız atıp çektiğim halde tek bir vuruş bile alamadım.

Zaman ilerleyip havanın kararmaya başlamasıyla birlikte ümidim iyice azaldı. Saat 18:30 gibi avı sonlandırmadan önceki son atışlarımı yaparken kıyıya 3 m kala sağlam bir vuruş aldım. Bu vuruş diğerlerinden farklı bir vuruştu. At-çek yaparken lüfer vurduğunda olta ağırlaşır, levrek vurduğunda ise olta bir şeye takılmış gibi olduğu yerde mıhlanıp kalır. Bu sefer de kaşığı ısıran şey bir anlık makinemin kolunu durdurmuştu. Levrek olduğuna hiç şüphe yoktu. Lüfer olsa balığı tereddütsüz kaldırıp arkama atacağım halde bu defa sakin bir şekilde ağır ağır çekmeye başladım. Balık suyun yüzeyine çıkıp bir anlık kendisini gösterdikten sonra fişekleyip bir miktar kaloma aldı. Tahmin ettiğim kadar büyük bir balık olmasa da dikkatsiz davrandığım taktirde misinayı kayalara kestirip koparabileceğini biliyordum. Bir kaç kez fişekledikten sonra yorulan balığı gözüme kestirdiğim uygun bir yere yaklaştırıp elimle solunaçlarından kavrayarak dışarı aldım. Balık yakalayabileceğime dair ümitlerim tamamen tükenmişken gelen bu levrek avın kurtarıcısı oldu. Çocukluk yıllarımda yaşlı bir üstaddan duyduğum sözü hatırladım. "Denizle pazarlık olmaz"...



3 keyifli at-çek avı geçirdikten sonra haftasonu tatilimin sonuna geldim. Çoğu kişinin aksine benim pazartesi sendromum yoktur. Meslek aşkım ve mesleğimle doğrudan alakalı olan tutkum sayesinde her zaman işimden zevk almasını bildim. Haftasonu yeterince dinlenmiş olmanın verdiği rahatlıkla 23 Eylül pazartesi günü sabah suyunda da olta atacak enerjiyi kendimde buldum. 05:30 gibi hava henüz aydınlanmadan vardığım merada ilk olarak beyaz uzun yapılı bir sahteyle denemeye başladım. İlk 15 dakika kıpırtısız olan deniz yüzeyi havanın aydınlanmaya başlamasıyla birlikte karışmaya, sağımda, solumda, önümde, her tarafta küme küme oynaklar belirmeye başladı. Vücuduma yayılan adrenalinin etkisiyle kalp atışlarım hızlandı. Her yerde kaçışan küçük balıklar olduğundan sahte balığı rast gele sallayıp panik yapmış bir balık balık gibi aksiyon yaptırarak çekmeye başladım. Sahtem iki sefer oynakların arasından boş geçtikten sonra üçüncü atışta vuruş geldi. Çok yakında vuran lüferi zorlanmadan çekip kovaya attıktan sonra oltayı vakit kaybetmeden tekrar salladım. İlk balığı aldıktan bir kaç dakika sonra bir lüfer daha aldım. İkinci balıktan sonra oynaklar kayboldu. Sahte balıkla bir kaç boş atış gerçekleştirdikten sonra kaşığa dönme vaktimin geldiğini anladım. Sabahın ilk ışıklarıyla kıyıya baskın düzenleyen lüfer sürüsü belli ki açığa çekilmişti. 22 g'lık kaşığımı takınca atış mesafem 2 katına çıktı. 15 dk içinde 50 m'den daha uzak mesafelerde 5 vuruş daha aldım. Kaşıkla aldığım vuruşlardan yarı yolda kurtulan bir tanesi hariç 4 tanesini kovaya atmayı başardım. Avın sonunda kovamda 6 yakışıklı lüfer yatıyordu. Saat 7 gibi avı sonlandırıp temizlik ve mesai hazırlıklarımı yapmak üzere evimin yolunu tuttum.




Haftalar süren yoğun ve yorucu iş temposuyla boğuşurken çok nadir olta atabilmiş, başkalarının yaptığı avları sosyal paylaşım sitelerinden seyretmekle yetinmiştim. Bir gün olsun yaptığım işe isyan edip, başkalarının tutmuş olduğu balıkları kıskanmadım. Çünkü biliyordum ki herkesin içinde bulunduğu imkan ve şartlar farklı. O bugün tutar, sen yarın tutarsın. Ya da o sinarit tutar, sen lüfer tutarsın. Sabırla bekleyip sonunda mükafatımı aldım. Benden çok daha bereketli avlar yapanlar oldu. Olsun. Benim yaşadığım heyecan bana yeter. Ekim ayının başından itibaren lüfer yavaş yavaş batı Karadeniz'e sonra da boğaza kaymaya başlayacak. Bugün bizim tuttuğumuz lüferleri seyredenler yarın kendileri avlayacak. Lüfer Orta Karadeniz'den tamamen göçtüğünde ben de başka balıklara yöneleceğim. Şimdilik aklımda bir şeyler var. Bekleyip görelim...

6 yorum:

  1. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  2. Eline, yüreğine sağlık. Uzun zamandır okumak için sabırsızlandığım rapor için teşekkürler. Misinanın sağlam, avların bereketli olması dileğiyle.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim Serkan Bey. Sizin de avlarınız bereketli olsun...

      Sil
  3. öylesi nefis bir anlatımki okurken yaşadım edeta,tebrikler,güzel avlar diliyorum

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim okuyup yorum yaptığınız için. Daha güzelleri sizin olsun...

      Sil
  4. Kardesim aldin goturdun yine beni akici bir anlatim ve birnirinden guzel fotgraflar harikasin bu senin tarzin ve muthissin. Her insanin hayatinda zorlu gunler vardir sen onu atlattin ve artik hayalindeki av partilerini bulmaya basladin. Ellerine saglik...

    YanıtlaSil