2002 yılında Tuzla'da ilk lüferimi yakaladığım günden bugüne kadar imkanlarım ve tecrübem dahilinde her sezon lüfer yakalama şansı buldum. Bazı seneler lüfer bol, bazı seneler seyrekti. Bazı seneler imkanlarım kısıtlı olduğundan çok fazla balığa gidemedim, bazı senelerse sezon boyu lüfer peşinde koşturdum. Şimdiye kadar lüfer avında ağırlıklı olarak kıyıdan at-çek yöntemini uyguladım. At-çek yönteminin yanında bazı dönemler canlı yem ile hırsızlı takım, yaprak yem ile zoka ve çok nadiren mantarlı dip takımı kullandığım da oldu. Ama bu seneye kadar lüfer deyince belki de ilk akla gelen takım olan uzun oltayı tecrübe etme fırsatım olmamıştı.
Son yıllarda cinsel olgunluğa ulaşıp üreme şansı bulamadan özellikle boğazlar çevresinde aşırı miktarda avlanan lüfer neslinin hızla azalması sonucunda lüferin hala kısmen av verdiği yerler dışında geleneksel uzun olta avcılığı da unutulmaya yüz tutmuştur. Yıllar önce uzun olta ile avcılık yapan yaşlı balıkçılar artık bu yöntemi uygulamaz olmuş, benim de içine dahil olduğum yeni nesil balıkçıların büyük bir kısmı ise uzun olta yöntemini tecrübe etme şansı bile bulamamıştır. Şükürler olsun ki son birkaç yıl içinde denizlerimizdeki lüfer nesli açısından sevindirici gelişmeler yaşandı. Eskiden sadece boğazdan geçişi esnasında ve ticari balıkçılığın yasak olduğu korunaklı sahalarda av veren lüferi artık Marmara ve Karadeniz kıyı şeridi boyunca bir çok yerde yakalamak mümkün. Son 3 senedir yaşadığım Samsun'da her sezon bir önceki sezondan daha fazla sayıda lüfer yakalama şansı buldum. Denizlerimizdeki lüfer artışıyla birlikte, lüfer peşinde koşan amatör balıkçıların sayısı da arttı. Bir kaç yıl öncesine kadar lüfer yakalayabilmek çok büyük bir olayken, artık bu hobiye yeni başlayan amatör balıkçılar bile biraz emek harcayıp sabırlı olduğu taktirde lüfer yakalar hale geldi.
Kıyıdan lüfer avında kullanılan yöntemlerin başında, çeşitli kaşıklar ve maket balıklarla yapılan at-çek yöntemi gelir. Özellikle lüfer sürülerinin avlamak için toplu olarak kıyıya indiği saatlerde at-çek yöntemi ile bereketli avlar yapılabilir. Tekneden lüfer avı denilince ise akla ilk olarak uzun olta gelir. Lüferin yoğun olduğu bir merada uzun olta ile dolaşıldığı taktirde gün boyu güzel balıklar alınabilir. Hele de yem olarak canlı zargana kullanılırsa avın verimi katlanmış olur. Samsun'un eski üstadlarından olan Özkan Gadiş abim de son 2 senedir uzun oltayla çok bereketli avlar yapıyor. Sağ olsun sezon başında beni de teknesiyle balığa çıkmaya davet etti. Eylül başında Özkan abiyle birlikte hayatımda ilk defa uzun olta yöntemini tecrübe etme fırsatı buldum. Zaman sıkıntısından dolayı kısa kesmek zorunda kaldığımız avda yakaladığım 1.4 kg'lik bir levrek ve orta boy bir lüfer ile uzun oltadaki ilk siftahlarımı da yapmış oldum.
İlk uzun olta tecrübemden sonra yoğun iş temposu, hava muhalefeti derken uzun bir süre tekneyle balığa çıkma şansı bulamadım. Ekim başından itibaren kıyı avlarımda yakaladığım lüferler de kaybolunca lüfer sezonun kapanmak üzere olduğunu düşündüğüm için uzun oltadan ümidimi kesmiştim. Ta ki 11 Ekim akşamı Özkan abi arayıp heyecanlı bir şekilde anlatmaya başlayana kadar: "Savaş, bugün denizde öyle bir kofana sürüsü gördüm ki aklın hayalin durur. Balıklar teknenin altından bulut gibi akıyordu. Senin verdiğin jig ile deneyecektim ama uzun oltayla aldığım kofanalardan biri kamışın ucundan denize sarkan jigin bağlı olduğu misinayı ısırıp kopardı. Güzelim jig denize gitti. Uzun oltanın kurşununu suya salmama bile fırsat kalmadan yapıştı balıklar. Yakaladığım balığın arkasından adeta ordu geliyordu. Akşam üzeri çıktığım halde 13 tane kofana aldım. Yemim olsa daha çok alırdım." Özkan abi o kadar hızlı ve heyecanlı bir şekilde anlattı ki kafam yine allak bullak oldu. Teknenin altında dolaşan, misinaları ısırıp jigleri denize düşüren kofana orduları... Böyle ilginçlikler hep Özkan abiyi buluyor. Söyleyecek pek bir söz bulamadım. Ertesi sabah 07:00'da kahvaltıyı birlikte yaptıktan sonra denize açılmak üzere sözleştik.
Balıkla alakalı konuşulacak o kadar çok şey vardı ki sabahı bekleyemedik. O akşam Özkan abinin daveti üzerine takım hazırlamak ve muhabbet etmek üzere eşimle birlikte Özkan abinin evine konuk olduk. Bu vesileyle eşlerimiz de yüz yüze tanışmış oldu. Hoş bir muhabbet eşliğinde ertesi gün kullanacağımız takımları hazırlamaya koyulduk. Sanat eseriyle uğraşır gibi en küçük ayrıntısına kadar özenerek uzun olta takımlarını hazırlayan Özkan abiyi seyrettim. İki kancayı palalarından sımsıkı sararak birleştirdi. Kancaların birbirinden ayrılmaması için üst üste iki piyan attıktan sonra üzerine parlatıcı sürerek yapıştırdı. Çift uçlu bu kanca ile takımın ilk kancasını oluşturdu. "Bu kancayı ısıran balığın kurtulma ihtimali çok düşük. Alt ve üst çeneden girdiği zaman balık ağzını bile açamıyor." diyordu. Çelik telin üzerine çift uçlu kancanın peşi sıra sabit iki kanca daha yerleştirdikten sonra en üste de hareketli gaga kancasını bağladı. Gaga kancasının hareketli olması için piyan bağını çok sıkı yapmamak ve parlatıcı sürmemek gerektiğini öğrendim. Özkan abiyi dikkatle izledikten sonra birkaç takım da ben hazırladım. Özkan abinin hazırladıkları kadar güzel olmasa da ilk sefer için fena sayılmazdım.
12 Ekim sabahı alelacele kahvaltımızı edip denize açıldık. Uzun olta çekeceğimiz meraya geçmeden önce en önemli görevimiz zargana yakalamaktı. Liman mendireği boyunca kıyı yollu ipek çektik. Yüzeyden çektiğimiz ipekli takımla takip aldığımız halde balık yakalayamayınca motoru stop edip zargana topu ve yem ile denemeye karar verdik. Bu şekilde 1 saat içinde 5 adet zargana yakaladıktan sonra benim ısrarlarım üzerine zargana yakalamayı bırakıp uzun olta çekeceğimiz meraya geçtik. Meraya vardığımızda ikimizde heyecanlı bir şekilde takımlarımızı canlı zargana ile yemleyip suya saldık. Ortasında fırdöndü bulunan 8 kulaç boyundaki 0.28 mm'lik köstek denize aktıktan sonra üçlü fırdöndüye bağlı olan 150 g'lık kurşunumu dibe indirip 1 kulaç geri topladım. Oltalarımızın ucundaki zarganalar deniz tabanının biraz üzerinde yüzerken biz de bütün dikkatimizi elimizdeki oltalara vermiş balığın vurmasını bekliyorduk.
Yemleri suya indirmemizin üzerinden 2 dakika bile geçmeden Özkan abi ilk vuruşu aldı. Gelen yarım kilolun üzerinde bir kaba lüferdi. Balığı çabucak kancadan çıkarıp kovaya attıktan sonra takımını canlı zarganayla yemleyip tekrar suya saldı. Balığı aldığımız bölgede 5 dk kadar dolaştıktan sonra Özkan abi bir lüfer daha aldı. "Savaş, aşağısı yine balık kaynıyor. Çok güzel bir sürü var." dediği halde bende tık yoktu. Her an balık vuracakmış gibi bütün sinirlerim gerilmiş halde beklerken elimdeki misinanın üzerine aniden bir yük bindi. İçimden derin bir "oh" çekip çekmeye başladım. Kurşunu içeri aldıktan sonra oltanın ucundaki balığın kafa darbeleri daha iyi hissedilmeye başladı. Suyun içinde zigzaglar çizen misinayı boşluk vermeden toplayıp botun yanına getirdiğim balığı seri bir hareketle içeri aldım. Yakaladığım balık yaklaşık 800 g'lık muhteşem bir kofana adayıydı. Balığı kancadan çıkarmaya çalışırken alt ve üst çenesinin uzun olta takımının ucundaki çift uçlu kancaya geçtiğini fark ettim. Özkan abinin dediği gibi bu şekilde yakalanan bir balığın havada taklalar atsa bile kurtulma ihtimali çok düşük. Balığı kovaya attıktan sonra takımı tekrar yemleyip denize koyverdim. İkimizin oltasının ucunda da son canlı zarganalar takılıydı. Dümeni hafifçe balıkları aldığımız kerterize doğru kırdık. Özkan abi " Dönüş yaparken dikkat et. Aşağısı çok kayalık, kurşun dibe takılabilir." diye uyardı. Takımı bir miktar yukarı kaldırmak için toplamaya başlamıştım ki elimde tuttuğum misina ağırlaştı. Dibe mi takıldı diye düşündüysem de gelen balıktı. Ben balığı çekerken bir vuruş da Özkan abi aldı. Sakin bir şekilde çekip balığı botun içine almayı başardım. Özkan abinin balığı ise yarı yolda oltadan kurtuldu.
Yakalamak için 1 saat uğraştığımız 5 zarganayla 15 dakika içinde 5 vuruş alıp, kovamıza 4 iri lüfer atmıştık. Merada çok güzel lüfer olduğu halde zargana yakalamak sıkıntıydı. Zargana yakalamak için vakit kaybetmek yerine Özkan abinin evden getirdiği donmuş zarganalarla denemeye karar verdik. İş yapacağından şüpheli bir şekilde bütün olarak taktığımız ölü zarganalarla dolaşmaya başladık. Geçen her dakika ölü zarganaların iş yapacağı yönündeki şüphelerimiz de kuvvetleniyordu. Tereddütlerle geçen 10 dakikadan sonra nihayet Özkan abi balığı aldı. Demek ölü zargana da iş yapıyordu. Şimdi balık alma sırası bana gelmişti. Ölü zarganayla bir balık da ben yakalarsam tamamen ikna olacaktım ama Özkan abi sırayı bozdu. Ölü zarganayla yakaladığı ilk balığın peşinden bir balık daha aldı. Bana niye vurmuyor diye dertlenmeye başladığım sırada oltanın ucunda anlık bir ağırlaşma hissettim. Özkan abinin tavsiyesi üzerine yemi kontrol ettiğimde zargananın ortadan kesilmiş olduğunu fark ettim. Yemimi yenileyip ava devam ettim. Çok geçmeden Özkan abi bir balık daha aldığı halde ben yine yem kestirdim. Üzerimde bir şanssızlık vardı. Bir şeyleri yanlış mı yapıyorum diye düşünmeye başlamışken nihayet bir balık da ben aldım. İçim biraz rahatlamıştı. Şanssızlığımı üzerimden atmış olmayı ümit ederek devam ettim. Makus talihimin devam ettiğini anlamam çok uzun sürmedi. Bu defa da uzun olta takımını dibe taktırıp üçlü fırdöndünün olduğu yerden koparttım. Kopan takımımın yenisini hazırlamakla uğraşırken Özkan abi lüferleri peş peşe kovaya atmaya devam etti. Hazırladığım yeni takımı yemleyip denize indirdiğimde lüfer puan durumu 9'a 3'tü.
Sonra ne olduysa Özkan abiyle rolleri değiştik. Artık ben vuran her balığı alıyor, Özkan abinin oltasına vuran balıklarsa ya yemi kesiyor ya da yarı yolda kaçıyordu. Sonunda şansım dönmüştü. Uzun bir süre neredeyse hiç balık kaçırmadan peş peşe balık yakaladım. Çok ilginçtir ki benim üzerimdeki kötü şans bu defa da Özkan abiye geçmişti. O da benim gibi takımını dibe taktırıp kopartana kadar hiç balık yakalayamadı. Takımını yenilediğinde ise lüferleri art arda çekmeye kaldığı yerden devam etti. Efsane geri döndüğünde Özkan abiyle aramızdaki farkı kapatıp bir kaç balık önüne geçmiştim. Balık hala hız kesmeden devam ediyordu. Üstelik balıkların tamamı kaba lüfer ve kofana boyutundaydı. 35 cm'in altında tek bir balık bile yoktu kovamızda.
Öğlene doğru Özkan abinin buzluktan çıkarttığı zarganalar bitmeye yüz tutunca kıyıdaki bir arkadaşımıza rica edip balıkçıdan 2 kilo zargana aldırdık. Tembihlediğimiz gibi en incelerinden seçilmiş tazecik zarganalarımız gelince kıyıya dönüp balıkları aldıktan sonra ava kaldığımız yerden devam ettik. Özkan abi merayı ve suları iyi tanıdığından bota ve oltalara çok iyi kumanda ediyordu. Dalga ve akıntı durumuna göre motor devrini ayarlıyor, sığlıklardan geçerken oltayı biraz toplamamı tembihliyor ve botu sürekli balığın vurduğu dökmeliklerin üzerinde gezdiriyordu. Kofanaları, kaba lüferleri bir Özkan abi attı botun içine, bir ben. Talihsizlikler ve moral bozukluğuyla başladığım av 17 parça balık yakaladığım hayatımın en keyifli lüfer avlarından birine dönüştü. Sonunda balık tutmaktan yorulduk. Sabah erken saatlerde başladığımız avı, balık vurmaya devam ettiği halde akşam 16:00 gibi sonlandırdık.
Ertesi gün de Özkan abiyle aynı merada uzun olta çektik. Vaktimizin kısıtlı olduğu bu avda da toplam 17 parça lüferi kovaya atmayı başardık. Sonraki günlerde hem işlerimiz hem de hava durumu çok fazla denize açılmamıza müsaade etmedi. Kısa süreli de olsa denize çıkma fırsatı bulduğumuz günlerde ise lüfer nazlıydı. Canlı zarganaya hala çok güzel lüfer vurduğu halde ölü yemi beğendiremez olduk. Yine de canlı zargana yakalayabildiğimiz günlerde keyifli avlar yapmaya devam ettik. Bu yazıyı kaleme aldığım 29 Ekim Cumhuriyet Bayramında bile lüfer sürüleri Samsun kıyılarında, dolayısıyla da beynimizin içinde dolaşmaya devam ediyor. İsterlerse bu kış Karadeniz'de yatıya da kalabilirler. Bizce mahsuru yok...
FOTOGRAFLAR SUPERRRR !
YanıtlaSil