Yaklaşık 1.5 ay boyunca hatrı sayılır bir balık tutamadan geçen şanssız avlarımın ardından 27 mayıs sabahı yakaladığım 2 güzel kum gridasıyla moral bulmuştum. Bu av belki de benim için bir dönüm noktasıydı. Geçtiğimiz sene Antalya'da onca güzel av yaptığım nisan-mayıs dönemini verimsiz geçirdikten sonra belki de şansım açılacak ve yaz sezonunda hayal ettiğim trofelere kavuşacaktım. Tek yapmam gereken hayallerimden vaz geçmemek, sabırla denemeye devam etmek ve o an geldiğinde gerek takım, gerek teknik, gerekse mental olarak hazır bulunmaktı.
İşim gereği mayıs ayının son haftasonunu açık denizde geçirdim. Açık denizden kastım kıyıdan en az 100 mil mesafeyi yani Akdeniz'in tam ortalarını düşünün. Telefonun çekmediği, dört bir yanınızda denizden başka bir şey göremediğiniz bir ortamda 46 saat geçirmek kulağa romantik gelebilir ama sakin bir havada gezi teknesinde değil de fırtına şiddetinde esen rüzgar ve 4 metrelik dalgara rağmen seyir yapmak zorunda olduğunuzda durum hiç de hoş olmuyor. Hayatımda ilk defa bu seyirde 26 saat boyunca iki bardak su dışında hiç bir şey yeyip içmeden azıcık uykuyla vardiya tuttum. Nihayet görevimizi başarıyla tamamlayıp sabaha karşı 3 gibi limana bağladığımızda karayı öpmek ve bir an önce evimdeki yatağıma kavuşup uyumak istiyordum. Gemideki işlerimi halledip eve varmam saat 08:00'ı bulsa da eve varır varmaz perdeleri kapatıp yatağımda derin bir uykuya daldım.
Uykunun en ağır yerinde telefonun sesine uyandım. Arayan iş arkadaşlarımdan İsmail idi. O kadar yorgun ve uykuluydum ki işle alakalı acil bir durum ihtimalini düşünmesem telefona asla cevap vermezdim. Uyku sersemi bir halde telefonu açıp "Alo" dedim. Telefonun diğer ucundaki İsmail limanın içinde gezen yeşil renkli 3 dev balıktan bahsediyordu. Söylediğine göre balıklar liman rıhtımı boyunca gidip geliyor ve aynı hattın dışına çıkmıyormuş. Beni aramasının sebebi de o balıkları nasıl tutacağını sormakmış. Nicedir hayalini kurduğum dev lambukaları duyunca uykum açılıverdi. Çatallaşmış sesimle "Hemen geliyorum sakın balıkları ürkütmeyin" deyip telefonu kapattım. Alelacele giyinip evden çıkmak için yataktan kalktığımda ayakta durmakta dahi zorlansam da telefonu kapattıktan sonra limana varmam en fazla 10 dk sürdü.
Arabamdan inip koşar adımlarla denize bakan İsmail'in yanına yürüdüğümde her biri 1 m civarı olan 3 lambukayı gördüm. Balıklar sakin bir şekilde liman rıhtımına parelel yüzüyor, arada biraz açılıp sonra tekrar duvar dibine yaklaşıyordu. Balıkları görünce heyecanım daha da katlanmıştı. Bir an önce oltamı atıp o güzel balıklardan birini yakalamak istiyordum ama acaba hangi yemi kullanmalıydım. Lambukaların su yüzeyinde su sıçratan, çok sesli yemleri sevdiğini bildiğim için tercihimi popper yemlerden yana kullanıp lambukaların en sevdiği renkler olan yeşil, turuncu tonlarda 135 mm'lik bir popper seçtim. İşimi garantiye almak için, seçtiğim yemi makinesinde 0.30 mm örgü ip ve 1 kulaç uzunluğunda 0.60 mm öncü misinası sarılı olan ağır at-çek takımımın ucuna bağlayıp heyecanlı bir şekilde balıkların olduğu yere gittim.
İlk atışımı sürünün ilerlediği istikametin 5 m önüne yapıp sert aksiyonlarla maksimum su ve ses çıkartmaya çalışarak çekmeye başladım. Yem balıkların 2-3 m önünden geçtiği halde yemle ilgilenen olmadı. İkinci atışımda yemi balıkların daha yakınından geçirmeye çalıştım. Bu defa lambukalardan biri yeme yönelip kalp atışlarımın hızlanmasına sebep olsa da vurmadan geri döndü. Sonraki atışta yemi balıkların önünden daha hızlı ve kısa aksiyonlarla geçirince balıklardan biri yine yemin peşine takıldı. Yem rıhtım duvarının dibine gelene kadar neredeyse burnu yeme değecek şekilde takip eden balık yine ısırmamıştı. Yemi sudan kestikten sonra vakit kaybetmeden 5 m ileri atıp hızlı ve kısa aksiyonlarla aynı balığın önünden geçirince bu sefer daha seri hareketlerle takip edip duvar dibinde saldırdı. O an yaşadığım mutluluğu tarif etmek çok güç. Yıllardır hayalini kurduğum o muhteşem balık nihayet oltamın ucundaydı. Balık açığa doğru fişekleyip çılgınlar gibi kalama alırken tek düşündüğüm şey balığı kaçırmadan dışarı çıkararak zafere ulaşmaktı. Takımımın sağlamlığına çok güveniyordum ama balık iğneden kurtulacak diye ödüm kopuyordu. 25 m kadar kalama boşaltan balık art arda 2 kere suyun dışına fırlayıp vücudunu silkeleyerek oltadan kurtulmaya çalıştıysa da başaramadı. 2 dk gibi kısa bir sürede yorulan balığı kıyıya getirip İsmail'in yardımıyla kakıçlamayı başardık. Karada çılgınlar gibi debelenen balık ağzındaki yemin boşta kalan iğnesini yeni aldığım spor ayakkabıma takıp yırtsa hiç önemsemedim. O an hayallerimin balığıyla birbirinden güzel fotoğraflar çekmekten başka hiç bir şey düşünemiyordum.
Liman mendireğinin kayalık kısmında hayallerimin lambukasıyla içime sinen birkaç fotoğraf çektirdikten sonra liman içine geri döndüğümde 2 lambuka hala aynı bölgede dolanmaya devam ediyordu. Geriye kalan 2 lambukadan biri benim yakaladığımla aynı boy diğeri ise biraz daha büyük ve alnı daha düzdü. Tahminime göre büyük olan balık erkek ve sürünün lideriydi. Oltamın ucunda takılı olan popper yemle bir balık daha kandırabilmek umuduyla tekrar atıp çekmeye başladım. Balıklar yine ya yemle hiç ilgilenmiyor ya da yemi takip edip geri dönüyordu. 20 dakika kadar balıklarla beraber liman rıhtımı boyunca volta atıp yem değiştirerek denedikten sonra nihayet ilk balığı aldığım yemle sürü liderinin ilgisini çekip vurmasını sağladım. Bu seferki balık ilkinden çok daha kuvvetli basıyordu. Makinemden muazzam bir hızla ip boşalırken ilk balığın aksine sakin bir şekilde mücadelenin keyfini çıkarıyordum. Yaklaşık 50 m ip boşaltan balık yorulma emareleri göstermeye başlayınca mücadele sırası bana geçti. Kah kontrollü bir şekilde çekip kah fişekleyen balığın kalama almasına müsaade ederek balığı önüme kadar getirmeyi başardım. Suyun içinde mücadele verirken yaldızlı yeşil rengiyle hepimize göz ziyafeti yaşatan balığı kakıçlama işini kendim yapmak için kamışı İsmail'e verip birkaç başarısız denemeden sonra günün ikinci lambukasını da kakıçlayıp dışarı aldım.
İkinci balığın yerde debelenip renklerinin bozulmasına izin vermeden, çabucak en güzel renkleriyle fotoğraflama işine koyuldum. Sonuç olarak ortaya albümümün en güzel fotoğrafları arasında yer alacak birbirinden güzel kareler çıktı. Şükürler olsun ki bir hayalim daha gerçek olmuş, başka oltacılardan son zamanlarda kıyılarda dolaştığını duyduğum dev lambukalardan 2 tanesi bana nasip olmuştu. Daha hayallerimi süsleyen, rüyalarıma giren nice balıklar var. Allah izin verirse hedefime ulaşana kadar hayallerimin peşlerinden koşmaya devam edeceğim. Şimdilik hayal etmesi bile güzel...
18 Ağustos 2016 Perşembe
4 Ağustos 2016 Perşembe
Kıymetli İki Misafir
Hiç bu kadar şanssız bir dönem geçirdiğimi hatırlamıyorum. Nazar mı yoksa başka bir şey mi bilmiyorum ama nisan ortasından sonra şanssızlıklar bir türlü yakamı bırakmadı. Önce konuşurken dudağımı ısırdım. Dudağımın iç kısmında öyle büyük bir yara oluştu ki 1 hafta boyunca ne yediğimden ne de içtiğimden bir şey anladım. Tam dudağımdaki yara iyileşti derken sağ kalçamdan aşağı inen bir ağrı peydah oldu. Oturup kalkarken, yatarken, yürürken kısacası her hareketimde acı veren bu ağrıyı ilk başlarda kas ağrısı sanıp fazla önemsemediysem de 1 ay geçmesine rağmen ağrı azalmayınca ciddi bir şey olduğunu anlayıp MR çektirmeye karar verdim. MR sonucunda öğrendim ki belimde, L5-S1 omurları arasında disk kayması, bilindik adıyla fıtık, oluşmuştu. Fıtığım olduğunu öğrendikten sonra bir de sol kulağımda 4-5 gün boyunca ağrı yapıp kulağımın davul gibi şişmesiyle sonuçlanan dış kulak iltihabı sorunu yaşadım. Sağlık problemleriyle uğraştığım bu süre zarfında balık avlarıma ara vermeden devam ettiğim halde 1 aydan uzun bir süre boyunca LRF takımlarıyla kandırdığım birkaç tral ve melanur dışında hatrı sayılır bir balık yakalayamadım. Üzerimdeki şanssızlığı atabilmeyi umarak neredeyse her sabah ve akşam suyunda sabırla denemeye devam ettim.
Bir önceki seneye göre çok verimsiz geçen mayıs ayının son günlerinde, 27 mayıs sabahı şansımı liman içinde denemeye karar verdim. Hedefim hafif spin takımım ve 10 cm/10 g'lık kurşun kafalı silikon balıkla deneyerek sinarit, sarı kuyruk, granyoz, lahoz ya da başka sürpriz balıklar kandırmaya çalışmaktı. Gün ağarırken vardığım merada, 251 cm, 7-23 g atarlı kamış, 25 kalibre makine, 0.125 mm örgü ip ve 1 kulaç uzunluğunda 0.25 mm monoflament öncü misinasından oluşan hafif siklet spin takımımın ucuna favori silikonumun glow ( fosforlu sarı ) rengini takıp atıp çekmeye başladım. Meranın ortalama derinliği 8-10 m olduğu için yaklaşık 40 m mesafeye düşürdüğüm yemi diplettikten sonra orta hızda aksiyonsuz çekiyor, arada yatay ve dikey doğrultuda zıplatma aksiyonları yaptırıyor ve yaklaşık her 10 m çekişten sonra dipten yükselen yemi tekrar dipletiyordum. Bu şekilde yer değiştirerek 45 dk kadar denediğim halde vuruş alamadım.
Umudum azalmış, bir avdan daha boş döneceğimi düşünmeye başlamıştım. Avı sonlandırmadan önce yemimi biraz da rıhtım duvarının dibinde gezdirmeye karar verip rıhtım duvarının 2-3 m açığına paralel bir atış gerçekleştirdim. Dipten kah aksiyonsuz, kah yukarı aşağı zıplatma aksiyonlarıyla çektiğim ilk atışta vuran olmadı. Aynı yöne doğru gerçekleştirdiğim ikinci atışta yemi 5 m kadar solumda rıhtım duvarının dibinde zıplatırken uzun süredir beklediğim o kuvvetli vuruş geldi. Hedefimde lahoz olduğu için kalamam neredeyse tamamen sıkılmış halde yukarı doğru asılarak balığı dipten yükseltmeye çalıştım. Balığın kuvveti karşısında kamışım iki büklüm eğildiği halde takımım kopmadan dayanmayı başarmış ve balığın mağaraya girmesine müsaade etmemiştim. Gücü kırılan balığın aşağı basması zayıflayınca dikkatli bir şekilde dipten yükseltip yüzeye çıkarmayı başardım. Tahmin ettiğim gibi oltanın ucundaki balık 40 cm üzeri çok yakışıklı bir kum gridasıydı ( ak lahoz ). Balığı kepçeleyip hızlı bir şekilde nicedir hasret kaldığım fotoğraf çekme işine koyuldum. Birbirinden güzel fotoğraflar çektikten sonra 45 cm'lik yasal limitin sınırında olan balığı incitmeden ait olduğu yere iade ettim.
Duvar dibine doğru gerçekleştirdiğim ikinci atışımda hatrı sayılır bir grida alınca bütün sıkıntım uçuverdi. Daha da şevklenmiş şekilde duvara paralel atşlar yapmaya devam ettim. Vuruş alamadan 4-5 atış gerçekleştirdikten sonra rıhtım boyunca yürüyerek yemime dikey aksiyon yaptırmaya karar verdim. İlk balığı saldıktan yaklaşık 15 dakika sonra duvar dininde düzensiz hareketlerle zıplattığım yemime sağlam bir vuruş daha geldi. Balığın tam altında vurması mağaraya girmesine müsaade etmeden dipten yükletmek için avantajdı ama bu balık ilkinden daha kuvvetli basıyordu. Takımım ince olduğu için aşırı güç uygulamaktan korkarak bütün gücüyle basan balığı dipten yükseltmeye çalıştıysam da ne o aşağı yüzebildi ne de ben yukarı çekebildim. Kısa bir süre sonra balığın gücü tükenince kamışımı kısa kısa vurdurarak balığı dipten yükseltmeye başladım. Nihayet yüzeye çıkardığım ilkinden daha büyük olan ikinci kum gridasını da kepçeleyip dışarı dışarı almayı başardım.
Şükürler olsun ki uzun süredir devam eden şanssızlığımı yenmiş, Akdeniz'in en kıymetli balıklarından olan 2 güzel kum gridası kandırmayı başarmıştım. 46 cm'lik ikinci balık yasal limitin üzerinde olduğu halde onu da kısa bir fotoğraf faslından sonra denize iade ettim. Bir kez daha avdan ellerim boş dönüyordum ama bu sefer mutluydum. Gridalar özgürce mağaraların etrafında gezinmeye devam etsin, bana fotoğraf makinemle ölümsüzleştirdiğim kareler yeter...
Bir önceki seneye göre çok verimsiz geçen mayıs ayının son günlerinde, 27 mayıs sabahı şansımı liman içinde denemeye karar verdim. Hedefim hafif spin takımım ve 10 cm/10 g'lık kurşun kafalı silikon balıkla deneyerek sinarit, sarı kuyruk, granyoz, lahoz ya da başka sürpriz balıklar kandırmaya çalışmaktı. Gün ağarırken vardığım merada, 251 cm, 7-23 g atarlı kamış, 25 kalibre makine, 0.125 mm örgü ip ve 1 kulaç uzunluğunda 0.25 mm monoflament öncü misinasından oluşan hafif siklet spin takımımın ucuna favori silikonumun glow ( fosforlu sarı ) rengini takıp atıp çekmeye başladım. Meranın ortalama derinliği 8-10 m olduğu için yaklaşık 40 m mesafeye düşürdüğüm yemi diplettikten sonra orta hızda aksiyonsuz çekiyor, arada yatay ve dikey doğrultuda zıplatma aksiyonları yaptırıyor ve yaklaşık her 10 m çekişten sonra dipten yükselen yemi tekrar dipletiyordum. Bu şekilde yer değiştirerek 45 dk kadar denediğim halde vuruş alamadım.
Umudum azalmış, bir avdan daha boş döneceğimi düşünmeye başlamıştım. Avı sonlandırmadan önce yemimi biraz da rıhtım duvarının dibinde gezdirmeye karar verip rıhtım duvarının 2-3 m açığına paralel bir atış gerçekleştirdim. Dipten kah aksiyonsuz, kah yukarı aşağı zıplatma aksiyonlarıyla çektiğim ilk atışta vuran olmadı. Aynı yöne doğru gerçekleştirdiğim ikinci atışta yemi 5 m kadar solumda rıhtım duvarının dibinde zıplatırken uzun süredir beklediğim o kuvvetli vuruş geldi. Hedefimde lahoz olduğu için kalamam neredeyse tamamen sıkılmış halde yukarı doğru asılarak balığı dipten yükseltmeye çalıştım. Balığın kuvveti karşısında kamışım iki büklüm eğildiği halde takımım kopmadan dayanmayı başarmış ve balığın mağaraya girmesine müsaade etmemiştim. Gücü kırılan balığın aşağı basması zayıflayınca dikkatli bir şekilde dipten yükseltip yüzeye çıkarmayı başardım. Tahmin ettiğim gibi oltanın ucundaki balık 40 cm üzeri çok yakışıklı bir kum gridasıydı ( ak lahoz ). Balığı kepçeleyip hızlı bir şekilde nicedir hasret kaldığım fotoğraf çekme işine koyuldum. Birbirinden güzel fotoğraflar çektikten sonra 45 cm'lik yasal limitin sınırında olan balığı incitmeden ait olduğu yere iade ettim.
Duvar dibine doğru gerçekleştirdiğim ikinci atışımda hatrı sayılır bir grida alınca bütün sıkıntım uçuverdi. Daha da şevklenmiş şekilde duvara paralel atşlar yapmaya devam ettim. Vuruş alamadan 4-5 atış gerçekleştirdikten sonra rıhtım boyunca yürüyerek yemime dikey aksiyon yaptırmaya karar verdim. İlk balığı saldıktan yaklaşık 15 dakika sonra duvar dininde düzensiz hareketlerle zıplattığım yemime sağlam bir vuruş daha geldi. Balığın tam altında vurması mağaraya girmesine müsaade etmeden dipten yükletmek için avantajdı ama bu balık ilkinden daha kuvvetli basıyordu. Takımım ince olduğu için aşırı güç uygulamaktan korkarak bütün gücüyle basan balığı dipten yükseltmeye çalıştıysam da ne o aşağı yüzebildi ne de ben yukarı çekebildim. Kısa bir süre sonra balığın gücü tükenince kamışımı kısa kısa vurdurarak balığı dipten yükseltmeye başladım. Nihayet yüzeye çıkardığım ilkinden daha büyük olan ikinci kum gridasını da kepçeleyip dışarı dışarı almayı başardım.
Şükürler olsun ki uzun süredir devam eden şanssızlığımı yenmiş, Akdeniz'in en kıymetli balıklarından olan 2 güzel kum gridası kandırmayı başarmıştım. 46 cm'lik ikinci balık yasal limitin üzerinde olduğu halde onu da kısa bir fotoğraf faslından sonra denize iade ettim. Bir kez daha avdan ellerim boş dönüyordum ama bu sefer mutluydum. Gridalar özgürce mağaraların etrafında gezinmeye devam etsin, bana fotoğraf makinemle ölümsüzleştirdiğim kareler yeter...
22 Temmuz 2016 Cuma
İzmit Turnaları
Nisan başında, İzmit'te 4 gün boyunca arkadaşlarımla beraber gerçekleştirdiğim tatlı su levreği ve turna avları bu balıklara olan hasretimi büyük ölçüde dindirmişti. Artık en az 1 sene bu balıkların peşine düşemesem de aldığım keyifle idare ederim diye düşünüyordum. Zaten en yakın tatlı su levreği ve turna merasına yüzlerce kilometre mesafedeki Antalya'dan bir daha ne zaman fırsat bulup da oralara gidebilecektim kim bilir. Büyük konuşmamak gerekiyormuş demek ki. Hollanda'da yaşayan Ali Dayımların bu seneki Türkiye tatilini sürpriz bir kararla erkene almaları işleri değiştirdi. Senede 1 sefer görebildiğim dayım, yengem ve hepsi birbirinden tatlı küçük kızlar olan 3 kuzenimi görmemek olmazdı. Uzun lafın kısası 22 nisan cuma akşamı mesaiden sonra çıkıp, pazartesi sabah tekrar mesaide olacak şekilde kısa bir Değirmendere ziyareti yapmak farz oldu. Bu vesileyle kısa bir aradan sonra annemi tekrar görüp belki küçük av kaçamakları da yapabilecek olmak benim gibi otobüs yolculuklarından büyük keyif alan biri için bulunmaz bir nimetti.
İlk av kaçamağımızı cumartesi sabahı Ahmet Çoban abimle birlikte gerçekleştirdik. Gün ağarırken deniz bisikletine atlayıp 10 dakikalık bir pedal çevirmeden sonra sazlık alanın önüne vardık. Suların ısınmasıyla birlikte doğa iyiden iyiye canlanmış kıyıları kızılkanat, tatlı su sardalyası ve güneş levreği sürüleri basmıştı. Bu seferki avımızda kurbağaların senfonisi de daha yüksek sesli ve kesintisiz bir hal almıştı. Her zamanki gibi öncelikle at-çek yaparak sazların önündeki sahanlığı yokladık. Burada vuruş alamayınca biraz da şansımızı sazlıkların arasındaki dar su koridorlarında denemeye karar verdik. Balıkları ürkütmemek için çok ağır ve sessiz hareket etmeye çalışarak ilk koridorun başlangıcında durup kordidor boyunca atıp çekmeye başladık. 9.5 cm'lik karpuz diye tabir ettiğimiz yeşil/çizgili renkli bir maket balıkla koridorun duvarlarını oluşturan sazların yarım metre önünden gerçekleştirdiğim ikinci çekişte sağlam bir vuruş geldi. Çok zorlanmadan yüzeye çıkardığım balık 60-65 cm arası orta boy bir turnaydı. Nazikçe kepçeleyip dışarı aldığımız balık koyu yeşil desenleriyle bize birbirinden güzel birkaç fotoğraf karesi hediye edip ait olduğu yere geri döndü. Kısa tutmayı planladığımız sabah avında ilk balıktan sonra yarım saat kadar daha deneyip başka vuruş alamadan avı sonlandırdık.
2 saatlik sabah suyu avından sonra günün geri kalanını Değirmendere'de ailemle birlikte geçirdim. Akşam üzeri bulduğum küçük bir boşluktaysa günün tek yakışıklı turnasıyla çektiğim fotoğrafları düzenleyip içime sinen en güzel 2 fotoğraf karesini facebook'ta paylaştım. Fotoğrafları düzenlerken dikkatimi çeken bir detay beni rahatsız etmişti. Balığın jilet keskinliğindeki dişlerinden korunmak için kullandığım balık tutucunun ( lip grip ) balığın alt çenesini delmesi hiç hoş bir görüntü oluşturmuyordu. Ölümcül olmadığını bilsem de bu küçük yaranın balığın geri kalan hayatını nasıl etkileyeceğini düşünmeden edemiyordum. İlk fırsatta bu konuyu araştırmayı düşünürken cevap kendiliğinden geldi. Paylaştığım fotoğrafları gören Avrupalı arkadaşlarımın, yakala&bırak avlarında balık tutucu kullanımının Avrupa'da kesinlikle kabul görmediğini, balığın alt çenesinde oluşan deliğin avlanma esnasında patlak bir hortum gibi balığın vakum gücünü zayıflatarak avlanmasına engel olabileceğini, balık tutucu ile çenesinden tutulan balığın çırpındığı zaman çenesinin parçalanarak daha büyük yaralar oluşabileceğini söyleyerek beni eleştiri yağmuruna tutması üzerine yaptığım yanlışın farkına vardım. Tatlı su balıkçılığı konusunda bizden fersah fersah ileride olan Avrupalı arkadaşlarımın yapıcı eleştirilerini dikkate almalı, artık doğrusu neyse o şekilde yapmalıydım. Kısa bir araştırmadan sonra turna ve sudak balığı için dünya genelinde en fazla kabul gören tutuş şeklinin, solungaç kapağı ile solungaç yarıkları arasındaki boşluktan tutmak olduğunu ( Gill Plate Grip ) ve çok iri balıklarda balığın bütün ağırlığını çeneye yüklememek adına mutlaka diğer elle karnının altından da desteklemek gerektiğini öğrendim.
Ertesi gün öğleden sonraya kadar da ailemle birlikte zaman geçirip saat 15:00 gibi İstanbul anadolu yakasından gelen Selçuk Ataç abimle İzmit'teki meramızda buluştuk. Niyetimiz yine deniz bisikletleriyle gölün sonundaki sazlık alanın çevresinde avlanmaktı. Makinelerimizde sarılı olan iplerin ucuna lider bağlamadan 20 cm'lik çelik kösteklerimizi bağlayıp hazır hale getirdikten sonra sazlıklara doğru pedal çevirmeye başladık. Selçuk abinin daha önce hiç turna avı tecrübesi olmamıştı. Bu yüzden yol boyunca turna balığının genel karakteri ve avcılığı üzerine konuştuk. Nihayet sazlık alana varınca ikimizde 10 gramlık jighead ile kombine ettiğimiz 10 cm'lik karpuz renkli silikonlarla atıp çekmeye koyulduk. Meranın derinliği ortalama 1-2 m ve dip tabiatı tamamen otluk olduğu için yemlerimiz suya düşer düşmez kah orta hızda düz sarımla kah kamışın ucuyla yukarı aşağı zıplatma aksiyonları yaptırarak çekmeye başlıyorduk. Avın henüz başında sazların önündeki sahanlıkta ilk vuruş Selçuk abiye geldi. Sakince kepçeleyip dışarı aldığımız balık 45 cm'lik genç bir turnaydı. Selçuk abinin hayatının ilk turnasını birkaç fotoğraf karesiyle ölümsüzleştirip ait olduğu yere iade ettikten sonra ava kaldığımız yerden devam ettik.
Ava başladığımızda hafif şiddette esen rüzgar şiddetini arttırınca deniz bisikletiyle sabit duramaz hale geldik. Bir süre rüzgar bizi sürükledikçe pedal çevirip eski yerimize geri dönmeye çalıştıysak da akıntı bizi çok kısa sürede tekrar sazların üzerine yapıştırıyordu. En sonunda akıntının bizi sürükleyip yasladığı yerden at-çeke devam etmeye karar verdik. Durduğumuz yer sazların ortasındaki koca bir havuzun en dip köşesiydi. Buradan çeşitli sektörlere atışlar yaparak yemi ağaç ve sazlıkların dibine düşürebiliyorduk. İyi bir yerde durmuş olduğumuza inanarak atıp çekmeye devam ederken Selçuk abi bir vuruş daha aldı. Bu defaki yaklaşık 55 cm'lik, kapkalın, hatrı sayılır bir balıktı. Kısa bir süre kepçenin içinde sakinleşmesini beklediğimiz balığı nazikçe solungaç kapağı ve solungaç yarıkları arasındaki geniş boşluktan tutup çabucak fotoğrafladıktan sonra video kaydı eşliğinde suya iade ettik. Avımız güzel başlamıştı. Uzun yoldan gelip ilk turna avı tecrübesini yaşayan Selçuk abinin 2 güzel turna yakalaması bizim için ayrı bir mutluluk olmuştu. 2. balığı salmamızın üzerinden 10 dk ancak geçmişti ki Selçuk abinin oltasına bir balık daha yapıştı. Mücadelesine bakılırsa bu seferki diğerlerinden daha büyük bir balık olmalıydı. Keyifli bir mücadelenin sonunda kepçelediğimiz balık en az 70 cm'lik çok yakışıklı bir turnaydı. Bu balığı da doğru tutuş tekniğiyle zarar vermeden fotoğraflayıp yaşam alanına iade ettikten sonra ava kaldığımız yerden devam ettik.
İkimiz de aynı yemle aynı yere atıyor ve aynı teknikle çekiyorduk ama ne hikmetse Selçuk abi 3 turna kandırdığı halde benim yemime vuran olmamıştı. 1 ay önceki LRF takımlarıyla levrek avımızın aksine bu sefer şans Selçuk abiden yanaydı. Aramızda espiriyle karışık bu tesadüfün muhabbetini yaparken Selçuk abi 70 cm civarı iri bir turna daha kandırmayı başardı. Seçuk abinin oltasına vuran 4. balığı da fotoğraflayıp saldıktan sonra daha hırslı şekilde atıp çekmeye devam ettim. Hava kararmadan güzel bir turna yakalayıp fotoğraflamayı çok istiyordum. Güneşin batmasına yaklaşık 1 saat kalmış, ümitlerim tükenmeye başlamıştı. Artık attığım yöne dikkat etmeden rast gele atıp çekiyordum ki avın başından beri beklediğim o büyülü vuruşla yemim olduğu yerde mıhlanıverdi. Balığın ağırlığına ve gücüne bakılırsa nihayet hayal ettiğim balığı kandırmayı başarmıştım. 2 dakika kadar mücadele edip makinemden bir miktar ip boşaltan balık tamamen yorulunca sakin bir şekilde deniz bisikletinin yanına getirip kepçeledik. Moralim düzelmiş, zayıf ama 70 cm üzeri çok yakışıklı bir balıkla muradıma ermiştim. Çabucak fotoğraflayıp sağlıklı bir şekilde ait olduğu yere iade ettiğimiz bu balıktan sonra ava biraz devam ettik.
Kapanış 60 cm üzeri hatrı sayılır bir turnayla yine Selçuk abiden geldi. Böylece ilk defa tecrübe ettiği turna avında bana fark atarak 1 ay önceki LRF levrek avımızın da rövanşını almış oldu. Şaka bir yana, şehrin gürültüsünden uzak, doğayla baş başa çok keyifli bir 3 saat geçirip, fotoğraf makinemizin hafıza kartını birbirinden güzel fotoğraflarla doldurduğumuz unutulmaz bir av oldu. Selçuk abiyle bir dahaki av maceramız ne zaman ve nerede olur bilmiyorum ama bazı hain planlarımız olduğu kesin. Şimdi söylersek büyüsü bozulur, bekleyip görelim...
İlk av kaçamağımızı cumartesi sabahı Ahmet Çoban abimle birlikte gerçekleştirdik. Gün ağarırken deniz bisikletine atlayıp 10 dakikalık bir pedal çevirmeden sonra sazlık alanın önüne vardık. Suların ısınmasıyla birlikte doğa iyiden iyiye canlanmış kıyıları kızılkanat, tatlı su sardalyası ve güneş levreği sürüleri basmıştı. Bu seferki avımızda kurbağaların senfonisi de daha yüksek sesli ve kesintisiz bir hal almıştı. Her zamanki gibi öncelikle at-çek yaparak sazların önündeki sahanlığı yokladık. Burada vuruş alamayınca biraz da şansımızı sazlıkların arasındaki dar su koridorlarında denemeye karar verdik. Balıkları ürkütmemek için çok ağır ve sessiz hareket etmeye çalışarak ilk koridorun başlangıcında durup kordidor boyunca atıp çekmeye başladık. 9.5 cm'lik karpuz diye tabir ettiğimiz yeşil/çizgili renkli bir maket balıkla koridorun duvarlarını oluşturan sazların yarım metre önünden gerçekleştirdiğim ikinci çekişte sağlam bir vuruş geldi. Çok zorlanmadan yüzeye çıkardığım balık 60-65 cm arası orta boy bir turnaydı. Nazikçe kepçeleyip dışarı aldığımız balık koyu yeşil desenleriyle bize birbirinden güzel birkaç fotoğraf karesi hediye edip ait olduğu yere geri döndü. Kısa tutmayı planladığımız sabah avında ilk balıktan sonra yarım saat kadar daha deneyip başka vuruş alamadan avı sonlandırdık.
2 saatlik sabah suyu avından sonra günün geri kalanını Değirmendere'de ailemle birlikte geçirdim. Akşam üzeri bulduğum küçük bir boşluktaysa günün tek yakışıklı turnasıyla çektiğim fotoğrafları düzenleyip içime sinen en güzel 2 fotoğraf karesini facebook'ta paylaştım. Fotoğrafları düzenlerken dikkatimi çeken bir detay beni rahatsız etmişti. Balığın jilet keskinliğindeki dişlerinden korunmak için kullandığım balık tutucunun ( lip grip ) balığın alt çenesini delmesi hiç hoş bir görüntü oluşturmuyordu. Ölümcül olmadığını bilsem de bu küçük yaranın balığın geri kalan hayatını nasıl etkileyeceğini düşünmeden edemiyordum. İlk fırsatta bu konuyu araştırmayı düşünürken cevap kendiliğinden geldi. Paylaştığım fotoğrafları gören Avrupalı arkadaşlarımın, yakala&bırak avlarında balık tutucu kullanımının Avrupa'da kesinlikle kabul görmediğini, balığın alt çenesinde oluşan deliğin avlanma esnasında patlak bir hortum gibi balığın vakum gücünü zayıflatarak avlanmasına engel olabileceğini, balık tutucu ile çenesinden tutulan balığın çırpındığı zaman çenesinin parçalanarak daha büyük yaralar oluşabileceğini söyleyerek beni eleştiri yağmuruna tutması üzerine yaptığım yanlışın farkına vardım. Tatlı su balıkçılığı konusunda bizden fersah fersah ileride olan Avrupalı arkadaşlarımın yapıcı eleştirilerini dikkate almalı, artık doğrusu neyse o şekilde yapmalıydım. Kısa bir araştırmadan sonra turna ve sudak balığı için dünya genelinde en fazla kabul gören tutuş şeklinin, solungaç kapağı ile solungaç yarıkları arasındaki boşluktan tutmak olduğunu ( Gill Plate Grip ) ve çok iri balıklarda balığın bütün ağırlığını çeneye yüklememek adına mutlaka diğer elle karnının altından da desteklemek gerektiğini öğrendim.
Ertesi gün öğleden sonraya kadar da ailemle birlikte zaman geçirip saat 15:00 gibi İstanbul anadolu yakasından gelen Selçuk Ataç abimle İzmit'teki meramızda buluştuk. Niyetimiz yine deniz bisikletleriyle gölün sonundaki sazlık alanın çevresinde avlanmaktı. Makinelerimizde sarılı olan iplerin ucuna lider bağlamadan 20 cm'lik çelik kösteklerimizi bağlayıp hazır hale getirdikten sonra sazlıklara doğru pedal çevirmeye başladık. Selçuk abinin daha önce hiç turna avı tecrübesi olmamıştı. Bu yüzden yol boyunca turna balığının genel karakteri ve avcılığı üzerine konuştuk. Nihayet sazlık alana varınca ikimizde 10 gramlık jighead ile kombine ettiğimiz 10 cm'lik karpuz renkli silikonlarla atıp çekmeye koyulduk. Meranın derinliği ortalama 1-2 m ve dip tabiatı tamamen otluk olduğu için yemlerimiz suya düşer düşmez kah orta hızda düz sarımla kah kamışın ucuyla yukarı aşağı zıplatma aksiyonları yaptırarak çekmeye başlıyorduk. Avın henüz başında sazların önündeki sahanlıkta ilk vuruş Selçuk abiye geldi. Sakince kepçeleyip dışarı aldığımız balık 45 cm'lik genç bir turnaydı. Selçuk abinin hayatının ilk turnasını birkaç fotoğraf karesiyle ölümsüzleştirip ait olduğu yere iade ettikten sonra ava kaldığımız yerden devam ettik.
Ava başladığımızda hafif şiddette esen rüzgar şiddetini arttırınca deniz bisikletiyle sabit duramaz hale geldik. Bir süre rüzgar bizi sürükledikçe pedal çevirip eski yerimize geri dönmeye çalıştıysak da akıntı bizi çok kısa sürede tekrar sazların üzerine yapıştırıyordu. En sonunda akıntının bizi sürükleyip yasladığı yerden at-çeke devam etmeye karar verdik. Durduğumuz yer sazların ortasındaki koca bir havuzun en dip köşesiydi. Buradan çeşitli sektörlere atışlar yaparak yemi ağaç ve sazlıkların dibine düşürebiliyorduk. İyi bir yerde durmuş olduğumuza inanarak atıp çekmeye devam ederken Selçuk abi bir vuruş daha aldı. Bu defaki yaklaşık 55 cm'lik, kapkalın, hatrı sayılır bir balıktı. Kısa bir süre kepçenin içinde sakinleşmesini beklediğimiz balığı nazikçe solungaç kapağı ve solungaç yarıkları arasındaki geniş boşluktan tutup çabucak fotoğrafladıktan sonra video kaydı eşliğinde suya iade ettik. Avımız güzel başlamıştı. Uzun yoldan gelip ilk turna avı tecrübesini yaşayan Selçuk abinin 2 güzel turna yakalaması bizim için ayrı bir mutluluk olmuştu. 2. balığı salmamızın üzerinden 10 dk ancak geçmişti ki Selçuk abinin oltasına bir balık daha yapıştı. Mücadelesine bakılırsa bu seferki diğerlerinden daha büyük bir balık olmalıydı. Keyifli bir mücadelenin sonunda kepçelediğimiz balık en az 70 cm'lik çok yakışıklı bir turnaydı. Bu balığı da doğru tutuş tekniğiyle zarar vermeden fotoğraflayıp yaşam alanına iade ettikten sonra ava kaldığımız yerden devam ettik.
İkimiz de aynı yemle aynı yere atıyor ve aynı teknikle çekiyorduk ama ne hikmetse Selçuk abi 3 turna kandırdığı halde benim yemime vuran olmamıştı. 1 ay önceki LRF takımlarıyla levrek avımızın aksine bu sefer şans Selçuk abiden yanaydı. Aramızda espiriyle karışık bu tesadüfün muhabbetini yaparken Selçuk abi 70 cm civarı iri bir turna daha kandırmayı başardı. Seçuk abinin oltasına vuran 4. balığı da fotoğraflayıp saldıktan sonra daha hırslı şekilde atıp çekmeye devam ettim. Hava kararmadan güzel bir turna yakalayıp fotoğraflamayı çok istiyordum. Güneşin batmasına yaklaşık 1 saat kalmış, ümitlerim tükenmeye başlamıştı. Artık attığım yöne dikkat etmeden rast gele atıp çekiyordum ki avın başından beri beklediğim o büyülü vuruşla yemim olduğu yerde mıhlanıverdi. Balığın ağırlığına ve gücüne bakılırsa nihayet hayal ettiğim balığı kandırmayı başarmıştım. 2 dakika kadar mücadele edip makinemden bir miktar ip boşaltan balık tamamen yorulunca sakin bir şekilde deniz bisikletinin yanına getirip kepçeledik. Moralim düzelmiş, zayıf ama 70 cm üzeri çok yakışıklı bir balıkla muradıma ermiştim. Çabucak fotoğraflayıp sağlıklı bir şekilde ait olduğu yere iade ettiğimiz bu balıktan sonra ava biraz devam ettik.
Kapanış 60 cm üzeri hatrı sayılır bir turnayla yine Selçuk abiden geldi. Böylece ilk defa tecrübe ettiği turna avında bana fark atarak 1 ay önceki LRF levrek avımızın da rövanşını almış oldu. Şaka bir yana, şehrin gürültüsünden uzak, doğayla baş başa çok keyifli bir 3 saat geçirip, fotoğraf makinemizin hafıza kartını birbirinden güzel fotoğraflarla doldurduğumuz unutulmaz bir av oldu. Selçuk abiyle bir dahaki av maceramız ne zaman ve nerede olur bilmiyorum ama bazı hain planlarımız olduğu kesin. Şimdi söylersek büyüsü bozulur, bekleyip görelim...
20 Temmuz 2016 Çarşamba
Gece Haramileri
Benim için gece avlarının yeri ayrıdır. Gece sessizliktir, huzurdur, kendinle ve doğayla baş başa kalmaktır. Karanlık çöküp insanlar birer birer uykuya daldığında yer yüzünde farklı bir hareketlilik başlar. Gündüz vakti göremediğimiz birçok yabani hayvan gece çöktükten sonra ortaya çıkıp şehri insanlardan devralır. Balıklar da bir bakıma yabani hayvanlardır. Gündüz vakti derinlerde, mağaralarında gizlenen bir çok balık türü gece gizlendikleri yerden çıkıp beslenmek için sıfır kıyıya iner. İşte bu zamanlar, bir çok balık türü için en bereketli av zamanlarıdır. Evlenip çocuk sahibi olduktan sonra gece avlarını büyük ölçüde azaltsam da arada bazı geceler kendimi deniz kenarına atmaktan alıkoyamıyorum. 14 Nisan gecesi de hanım ve çocuk uyuduktan sonra gecenin dinginliğinde, bütün düşüncelerden uzaklaşıp balık kovalamak için soluğu liman içinde aldım.
Meraya varır varmaz ilk iş olarak liman aydınlatmalarının denize vurduğu bölgeyi kontrol edip ışığın altında toplanan yavru balık sürüsünün etrafındaki baraküdaları görünce kararımı verdim. B planım olan LRF takımları ve silikon kurt/jighead kombinasyonlarıyla denemek yerine tamamen baraküdalara odaklanacaktım. Işıklı bölgenin içinde yem topu şeklinde dönen yavru balık sürüsü sürekli olarak harami baraküdaların saldırısına uğruyordu. Sürünün etrafında dolanıp sinsice yaklaştıktan sonra müthiş bir süratle sürünün içine dalan baraküdalar her saldırıda birkaç yavruyu mideye indiriyordu. Gören her oltacının iştahını kabartacak cinsten bir beslenme çılgınlığı yaşansa da bu gibi yemin bol olduğu zamanlarda baraküdaları kandırmanın ne kadar zor olduğunu biliyordum. Daha önceki, gece ışık altı baraküda avlarımda edindiğim tecrübelere göre yine çok sayıda sonuçsuz takip olacaktı. Ama tecrübelerimden şunu da biliyordum ki; doğru yem seçimi ve doğru aksiyonla sabırla denediğim taktirde onlarca sonuçsuz takipten sonra mutlaka vuruş gelecekti.
Ortalama 8 m derinlikteki bu merada daha önceki gece baraküda avlarımda en çok verim aldığım yem 10 cm/10 g'lık bir kurşun kafalı silikon balığın simli beyaz rengi olmuştu. Hızlı battığı için istediğim derinlikten, istediğim hızda çekebildiğim bu yem, birçok yırtıcı balığın avında çok verimli olsa da baraküda gibi dişli balıklar için bazı olumsuz yönleri var. Sırtındaki tek iğnesi yemin bağlantı yerine çok yakın olduğu için kuyruktan gelen vuruşların çoğu boşa giderken, iğneyi yutacak şekilde kafadan ısıran baraküdalarsa misinayı dişleyip kesebiliyor. Ben bu olumsuzluğun çözümünü yemin karnının altında, kuyruğa yakın yere ufak bir üçlü iğne ilave etmekte buldum. Üçlü asist iğneyi bağladığım 0.30 mm'lik örgü ipi, ince bir şiş yardımıyla yemin karnının altından sokup üst tarafta, kafasına yakın bir yerden çıkardıktan sonra bağlantı yerine bağladığım için yemin aksiyonunda ve görüntüsünde her hangi bir bozulma olmuyor. Daha önceden hazırlayıp takım çantamda beklettiğim asist iğneli silikonları baraküdada test etmek için can atıyordum. Sonucu görmek için sabırsız bir şekilde besmele çekip orta siklet spin takımımın ucuna monte ettiğim yemle atıp çekmeye başladım.
Tahmin ettiğim gibi daha ilk atışımda dipten aksiyonsuz, hızlı sarımla çektiğim yemin peşinden koca bir baraküda son ana kadar takip ettiği halde saldırmadan geri döndü. Bu güzel bir işaretti. Biliyordum ki ne kadar fazla takip olursa balıkların yeme saldırma sıklığı da o kadar fazla olacaktı. Ara vermeden farklı sektörlere doğru atıp çekmeye devam ettim. Birkaç takip ve boşa giden atışlardan sonra nihayet derinden gelen yemim kıyıya 10 m mesafede mıhlanıp kaldı. Gelen yaklaşık 65 cm'lik hatrı sayılır bir baraküdaydı. Balığı sakince kepçeleyip dışarı aldığımda asist iğneye yakalandığını görünce daha bir mutlu oldum. Asist iğne olmasaydı belki de vuruş boşa gitmiş olacaktı. Uyguladığım değişikliğin işe yaradığını görmenin mutluluğuyla ava devam ettim. Yine onlarca takip ve boş çekişten sonra tam önümde bir vuruş daha geldi. Bu seferki balığın yemin arkasından fişek gibi gelip saldırışını gözümle de görmüştüm. 2. balığı kepçeleyip dışarı aldıktan sonra bir süre fazla takip olmadı. Işıklı alanın etrafında dolanan yavru balık sürüsü dağılmış, baraküdalar satıhta tek tek dolanan yavruları hedef almaya başlamıştı. Dipten çektiğim yemlere gelen takipler azalınca taktik değiştirip yemi yüzeyi çizecek şekilde paniklemiş balık aksiyonuyla çekmeye başladım. Çok şükür ki uzun uğraşlardan sonra bu aksiyon şekliyle de peş peşe 2 balık kandırmayı başardım.
Gece yarısından sabaha kadar süren avım oldukça keyifli geçmiş, nicedir hasret kaldığım baraküdalara kavuşmuştum. Günün ilk ışıklarıyla liman mendireğinin kumsalla birleştiği sığ kısımda su üstü sahteleriyle kofanaya da denediğim halde vuruş alamayınca gündüz gözüyle gece yakaladığım balıkları fotoğraflama işine koyuldum. Sonra, kim bilir kaç yüzüncü sefer deniz kenarında karşıladığım güneşin doğuşunu ve gökyüzündeki renk cümbüşünü seyre dalmışım. Bize bu nimetleri görmeyi nasip eden yaradana binlerce kere şükürler olsun...
Meraya varır varmaz ilk iş olarak liman aydınlatmalarının denize vurduğu bölgeyi kontrol edip ışığın altında toplanan yavru balık sürüsünün etrafındaki baraküdaları görünce kararımı verdim. B planım olan LRF takımları ve silikon kurt/jighead kombinasyonlarıyla denemek yerine tamamen baraküdalara odaklanacaktım. Işıklı bölgenin içinde yem topu şeklinde dönen yavru balık sürüsü sürekli olarak harami baraküdaların saldırısına uğruyordu. Sürünün etrafında dolanıp sinsice yaklaştıktan sonra müthiş bir süratle sürünün içine dalan baraküdalar her saldırıda birkaç yavruyu mideye indiriyordu. Gören her oltacının iştahını kabartacak cinsten bir beslenme çılgınlığı yaşansa da bu gibi yemin bol olduğu zamanlarda baraküdaları kandırmanın ne kadar zor olduğunu biliyordum. Daha önceki, gece ışık altı baraküda avlarımda edindiğim tecrübelere göre yine çok sayıda sonuçsuz takip olacaktı. Ama tecrübelerimden şunu da biliyordum ki; doğru yem seçimi ve doğru aksiyonla sabırla denediğim taktirde onlarca sonuçsuz takipten sonra mutlaka vuruş gelecekti.
Ortalama 8 m derinlikteki bu merada daha önceki gece baraküda avlarımda en çok verim aldığım yem 10 cm/10 g'lık bir kurşun kafalı silikon balığın simli beyaz rengi olmuştu. Hızlı battığı için istediğim derinlikten, istediğim hızda çekebildiğim bu yem, birçok yırtıcı balığın avında çok verimli olsa da baraküda gibi dişli balıklar için bazı olumsuz yönleri var. Sırtındaki tek iğnesi yemin bağlantı yerine çok yakın olduğu için kuyruktan gelen vuruşların çoğu boşa giderken, iğneyi yutacak şekilde kafadan ısıran baraküdalarsa misinayı dişleyip kesebiliyor. Ben bu olumsuzluğun çözümünü yemin karnının altında, kuyruğa yakın yere ufak bir üçlü iğne ilave etmekte buldum. Üçlü asist iğneyi bağladığım 0.30 mm'lik örgü ipi, ince bir şiş yardımıyla yemin karnının altından sokup üst tarafta, kafasına yakın bir yerden çıkardıktan sonra bağlantı yerine bağladığım için yemin aksiyonunda ve görüntüsünde her hangi bir bozulma olmuyor. Daha önceden hazırlayıp takım çantamda beklettiğim asist iğneli silikonları baraküdada test etmek için can atıyordum. Sonucu görmek için sabırsız bir şekilde besmele çekip orta siklet spin takımımın ucuna monte ettiğim yemle atıp çekmeye başladım.
Tahmin ettiğim gibi daha ilk atışımda dipten aksiyonsuz, hızlı sarımla çektiğim yemin peşinden koca bir baraküda son ana kadar takip ettiği halde saldırmadan geri döndü. Bu güzel bir işaretti. Biliyordum ki ne kadar fazla takip olursa balıkların yeme saldırma sıklığı da o kadar fazla olacaktı. Ara vermeden farklı sektörlere doğru atıp çekmeye devam ettim. Birkaç takip ve boşa giden atışlardan sonra nihayet derinden gelen yemim kıyıya 10 m mesafede mıhlanıp kaldı. Gelen yaklaşık 65 cm'lik hatrı sayılır bir baraküdaydı. Balığı sakince kepçeleyip dışarı aldığımda asist iğneye yakalandığını görünce daha bir mutlu oldum. Asist iğne olmasaydı belki de vuruş boşa gitmiş olacaktı. Uyguladığım değişikliğin işe yaradığını görmenin mutluluğuyla ava devam ettim. Yine onlarca takip ve boş çekişten sonra tam önümde bir vuruş daha geldi. Bu seferki balığın yemin arkasından fişek gibi gelip saldırışını gözümle de görmüştüm. 2. balığı kepçeleyip dışarı aldıktan sonra bir süre fazla takip olmadı. Işıklı alanın etrafında dolanan yavru balık sürüsü dağılmış, baraküdalar satıhta tek tek dolanan yavruları hedef almaya başlamıştı. Dipten çektiğim yemlere gelen takipler azalınca taktik değiştirip yemi yüzeyi çizecek şekilde paniklemiş balık aksiyonuyla çekmeye başladım. Çok şükür ki uzun uğraşlardan sonra bu aksiyon şekliyle de peş peşe 2 balık kandırmayı başardım.
11 Temmuz 2016 Pazartesi
Canavar Peşinde Dört Gün
Deniz ağırlıklı avlanan biri olsam da tatlı su avları bana her zaman daha keyifli gelmiştir. Tatlı su avlarından bu kadar keyif almamı sağlayansa iki avcı balık, tatlı su levreği ve turnadır. Bu iki balığın bendeki yeri apayrı. Son derece saldırgan, ısrarcı ve obur türler oldukları için yapay yem avcılığının bütün zevklerini yaşatmalarının yanında bu iki balığın görüntüsüne de hayranım. Tatlı su levreğinin yelken gibi açılan dikenli sırt yüzgecine, ensesinden kuyruğuna kadar vücuduna dik inen koyu yeşil bantlarına, kıpkırmızı kuyruğuna, karın ve anüs yüzgeçlerine hayran olmamak elde değil. Turna ise bambaşka bir yaratık. 700'den fazla iğne gibi dişle çevrili koca ağzı, yeşinin envai çeşit tonuyla boyanmış desenleri ve devasa boyutlara ulaşabilen uzun gövdesiyle timsahı andıran bir canavar. Samsun'dan Antalya'ya taşındıktan sonra bu iki yakışıklı balığın meralarına yüzlerce kilometre uzakta kalsam da her yıl senelik iznimi ayarlayıp en az bir sefer turna sevdasına yollara düşüyorum. 2016 izinlerimin ilkini de turna sezonunun açıldığı nisan başına ayarlayıp Çanakkale'deki turna meralarımı ziyaret etmeyi planlarken sezona sayılı günler kala biri aklımı çelmeyi başardı. Mart ayının son günlerinde Ahmet Çoban abim İzmit'teki merasında LRF takımlarıyla öyle güzel tatlı su levrekleri yakaladı ki 40 cm üzeri tatlı su levreği yakalama ihtimali turna hasretimin önüne geçti. Hem bu merada tatlı su levreklerinin yanında her boydan turna yakalama ihtimalim de vardı. Meranın Değirmendere'deki annemin evine çok yakın olması da karar vermemi kolaylaştırınca 4 nisan akşamı arabama atlayıp Değirmendere'ye doğru yola koyuldum.
5 nisan sabahı gün ağarırken Ahmet Çoban abimle buluşup gölün su sporları tesisinin yüzer iskeleleri üzerindeki yerimizi aldık. Kıyıdan 50 m açığa kadar uzanan iskelelerin derinliği çoğunlukla 5 m'nin üzerinde olduğu için LRF takımlarımız ve minyatür sahte yemlerimize dikey aksiyon yaptırmamız gerekiyordu. Ava Ahmet abi pembe renkli bir silikon balık/jighead kombinasyonu ile, bense küçük bir gümüş balığını andıran 5 cm'lik kurşun kafalı silikon balıkla başlamıştım. Yaklaşık 20-30 m'ye gönderdiğimiz yemlerimizi dibe indirdikten sonra kendimize özgü zıplatma aksiyonlarıyla dipten yükseltmeden önümüze kadar çekip tekrar atış yapıyorduk. Tek bir vuruş bile alamadan geçen 1 saatin sonunda beklenen vuruş Ahmet abiye geldi. İncecik LRF kamışını iki büklüm yapıp sert kafa darbeleri ve fişeklemelerle Ahmet abiye çok keyifli bir mücadele yaşattıktan sonra pes edip kepçeye giren balık tam da hayalimdeki gibi hatrı sayılır boyda ve çok yakışıklı bir tatlı su levreğiydi. Çabucak Ahmet abinin avını fotoğrafla ölümsüzleştirip balığı ait olduğu yere iade ettikten sonra ava kaldığımız yerden devam ettik.
Güzel bir tatlı su levreği yakalamanın hayaliyle ara vermeden atıp çekmeye devam ettim. Sonraki 1 saat içinde yakalayıp suya iade ettiğim 15-20 cm arası 2 levrekten sonra nihayet dipte düzensiz hareketlerle zıplattığım yeme sağlam bir vuruş geldi. Balık vurur vurmaz büyük bir şey yakaladığımı anlamıştım. Kamışımı iki büklüm yapıp sert kafa darbeleriyle dibe basan balık o kadar ağırdı ki, o an hayalimdeki 45 cm üzeri tatlı su levreğini yakaladığımı düşündüm. 0.07 mm ip ve 0.18 mm mono liderden oluşan incecik takımımla beni zorlu bir mücadele bekliyordu. Acele etmeden sakince mücadele edip balığın yorulmasını bekledim. 2 dakikanın sonunda yorulma emareleri göstermeye başlayan balığı bir miktar dipten yükseltmeyi başarsam da gücünü toplayıp fişekleyince tekrar dibe inmesine müsaade ettim. Bu olay birkaç sefer tekrarlandıktan sonra nihayet rakibim pes etti. Balık yüzeye doğru yükselmeye başladığında heyecanla tombul bir tatlı su levreği görmeyi beklerken bulanıklığın içinde kocaman bir turna belirdi. Nasıl olmuştu da bu boyda bir turna ufacık yemi yutup misinayı kesmemişti. O andan sonra heyecan yerini balığı kaçırma korkusuna bıraktı. Misinam balığın dişlerine değip kesilmesin diye dualar ederek Ahmet abinin de yardımıyla balığı kepçelemeyi başardık.
İri bir tatlı su levreği yakalama hayalim olmasa da nicedir hasret olduğum turna hayalim gerçek olmuştu. LRF takımları için hatrı sayılır boydaki turnayla çabucak birkaç kare fotoğraf çektirip video kaydı eşliğinde ait olduğu yere iade ettik. Ahmet abi öğlen saatlerinde avı sonlandırıp meradan ayrıldığı halde ben hava kararana kadar denemek niyetindeydim. Aynı yem ve aynı teknikle birkaç ufak tatlı su levreği ve turnadan sonra nihayet 31 cm'lik hatrı sayılır bir tatlı su levreği kandırmayı başardım. Bu balık da diğerleri gibi çabucak ait olduğu yere geri döndü. Öğleden sonra balık vuruşları hızlanmış, peş peşe birkaç ufak tatlı su levreği daha kandırıp iri bir balık kaçırmıştım. 40 cm üzeri tatlı su levreği hayaliyle atıp çekmeye devam ederken nihayet beklediğim sağlam vuruş geldi. Kafa atış şeklinden oltanın ucundakinin çok iri bir tatlı su levreği olduğu belliydi. Heyecanlı ama dikkatli bir şekilde mücadele edip yüzeye çıkardığım balığı görünce heyecanım daha da katlandı. Oltanın ucundaki tam hayal ettiğim gibi kambur bir tatlı su levreğiydi. Yanı başımda duran kepçeyle tek başıma kepçelediğim balık Antalya'dan buraya gelme sebebim olan balıktı. Şükürler olsun ki ilk gün 2 hayalim birden gerçek olmuştu. 40 cm'den 2 cm kısa olsa da beni fazlasıyla mutlu eden bu yakışıklı balığı da çabucak fotoğraflayıp salım işlemini gerçekleştirdikten sonra avı sonlandırdım.
6 nisan sabahı Değirmendere'den çocukluk arkadaşım Kerem Konakçı ile gün ağarırken meraya vardık. Bu defa aklımda farklı bir şeyler vardı. Su sporlarına ait deniz bisikletleriyle gölün ucundaki sazlık alanın çevresine gidip denersek çok iri turnalar kandırabileceğimizi düşünüyordum. 15 dakika kadar pedal çevirip sazlık alana 50 m mesafede durduk. Tamamen sazlık alanın dibine girip balıkları korkutmamaya özen göstererek atıp çekmeye başladık. Henüz 2 atışlarımızı yapmışken Kerem güzel bir vuruş aldı. Gelen şaşırtıcı şekilde 10 cm'lik kalınca bir turna silikonunu yutan iri bir tatlı su levreğiydi. Çabucak fotoğraflayıp balığı göle iade ettikten sonra atıp çekmeye devam ettik. Deniz bisikletiyle 1 saat boyunca sazlıkların arasındaki boşluklar dahil olmak üzere her yöne atışlar gerçekleştirdiğimiz halde başka vuruş olmayınca iskeleye dönüp ava LRF takımları ve daha ufak yemlerle devam etmeye karar verdik.
Önceki günün aksine bu defa farklı bir yemle deneyecektim. 6 cm'lik gümüş takliti bir drop shot silikonunu 2.5 g'lık bir jighead ile kombine edip suyun içinde zıplattığımda yemin gerçekçiliği karşısında mest oldum. Tıpkı yaralı bir gümüş gibi parıldayarak düzensiz hareketlerle dipte zıplayan bu yeme tatlı su levreklerinin bayılacağına emindim. Nitekim daha ilk atışımda haklı çıktım. İlk balığım 32 cm civarı çok yakışıklı bir tatlı su levreğiydi. Balığı incitmeden suya iade edip aksiyona akaldığım yerden devam ettim. Aynı yemi dipte düzensiz hareketlerle zıplatarak peş peşe vuruşlar almaya devam ettim. Gün boyu hem Kerem hem de ben sayısını hatırlayamadığımız kadar balık yakaladık. Gelenlerin çoğu ufak boy turna ve tatlı su levrekleri olsa da arada 40 cm'e yakın hatrı sayılır boyda tatlı su levrekleri de kandırdık. %100 yakala&bırak prensibimize sadık kaldığımız avı sonlandırdığımızda geride unutulmaz bir av gününün hatırası ve fotoğraf makinemin içindeki birbirinden güzel kareler kaldı.
7 nisan sabahı, av arkadaşım Ahmet abinin oğlu Necmettin kardeşimdi. Gün ağarırken merada buluştuğumuz Necmettin'le deniz bisikletlerine atlayıp gölün sonundaki sazlığa doğru pedal çevirmeye başladık. Sazların dibine çok yaklaşmadan iri bir turna hayaliyle atıp çekmeye başladığımızda benim oltamın ucunda glow renkli 15 cm silikon yılan balığı ile 10 gram jighead kombinasyonu takılıydı. Ava başladıktan yaklaşık 15 dakika sonra beklediğim vuruş geldi. Gelen 55-60 cm arası çok iri olmayan ama kalın gövdesi ve kaplan gibi çizgili desenleriyle çok gösterişli bir turnaydı. Bu güzel balığın hak ettiği güzellikte birkaç fotoğraf karesi alıp incitmeden ait olduğu yere iade ettikten sonra ava kaldığımız yerden devam ettik. Avın devamında aynı bölgede 2 saat kadar sabırla denediğimiz halde yine aradığımız dev turnaları bulamadan iskeleye geri döndük.
Nedense o gün iskelede de peşinde olduğumuz iri tatlı su levreklerinden eser yoktu. Öğleden sonra 3'e kadar atıp çektiğimiz halde birkaç küçük tatlı su levreği ve 30-40 cm arası turnalar dışında balık kandıramayınca tekrar sazlıklara pedal çevirmeye karar verdik. Bu defa deniz bisikletinde Ufuk Erginalp kardeşimle birlikte 3 kişiydik. Ufuk'la ben pedal çevirirken arka koltukta oturup 10 cm'lik silikon balıkla sırtı çeken Necmettin oltasını salar salmaz 40 cm'lik bir turna yakaladı. Balığı fotoğraflamadan suya iade ettikten sonra yol boyunca peş peşe 2 turna daha kandırınca sazlıklara varmadan durup denemeye karar verdik. Güzel bir noktada durmuş olacağız önce Necmettin 60 cm, peşinden Ufuk 70 cm'lik 2 güzel turna kandırmayı başardılar. Yeşil/sarı ( Fire Tiger rengi ) 10 cm silikon/10 g jighead kombinasyonuyla Ufuk ve Necmettin istedikleri balıkları yakaladığı halde ben farklı bir yemle ısrar ediyordum. 2016 yılında piyasaya sürülen ve kızıl kanat taklidi olan bu yemin üretim aşamasını yakından takip edip isminin kararlaştırılmasında önemli rol oynadığım için bu yemle güzel bir turna yakalamayı çok istiyordum. 2 saat boyunca aynı yemle atıp çektikten sonra nihayet kalp atışlarımı hızlandıran o büyülü vuruş geldi. Gelen hayal ettiğim gibi dev olmasa da 70 cm civarı çok yakışıklı bir turnaydı. Bu balıkla da birbirinden güzel fotoğraflar çekildikten sonra ait olduğu yere iade edip hepimiz muradımıza ermiş olarak avı sonlandırdık.
İzmit'teki son günüm olan 8 nisan sabahı, bu sefer Necati Serindere kardeşimle birlikte sazlıklara pedal çevirdik. Yaklaşık 1 saat kaldığımız sazlıkların çevresinde bir önceki gün kullandığım 15 cm'lik silikon yılan balığını yutan cesur tatlı su levreği dışında vuruş alamadık. Tatlı su levreklerinin gözü kara avcılar olduğunu bilirdim ama ilk defa bu kadar büyük bir yemi komple yuttuğuna şahit oldum. Deniz bisikletinden inip iskeleye çıktıktan sonra tek başıma devam ettiğim avsa çok daha keyifliydi. Gün boyu LRF takımlarıyla attığım micro yemlerle peş peşe vuruşlar aldım. Çok şanslıydım ki yine 5 cm'lik silikonuma saldırıp dudağının kenarından yakalanan koca bir turnayı incecik takımla zorlu bir mücadelenin sonunda kepçelemeyi başardım. Hayalimdeki 40 cm üzeri tatlı su levreklerini bulamasam da son günümde yine 35-40 cm arası çokça tatlı su levreği kandırıp fotoğraf makinemin hafıza kartını birbirinden güzel fotoğraflarla doldurdum.
4 günlük bu tatil bana ilaç gibi geldi. Nicedir hasret kaldığım tatlı su canavarlarıyla doyasıya hasret giderip, mis gibi göl havasıyla bütün stresimden arındım. Bu unutulmaz 4 gün için bana müsaade eden eşime, beni en güzel şekilde ağırlayan Ahmet Çoban abime ve av boyunca bana eşlik ederek keyfime ortak olan arkadaşlarıma teşekkürü borç biliyorum. Şu satırları yazarken bir şeyden eminim ki sağlığım müsaade ettiği sürece, 48 cm'lik tatlı su levreği ve 120 cm'lik turna hayalim için o göle tekrar geleceğim. Biz balıkçılar böyleyiz işte, bizi hayata bağlayan sayısız hayallerimiz var...
5 nisan sabahı gün ağarırken Ahmet Çoban abimle buluşup gölün su sporları tesisinin yüzer iskeleleri üzerindeki yerimizi aldık. Kıyıdan 50 m açığa kadar uzanan iskelelerin derinliği çoğunlukla 5 m'nin üzerinde olduğu için LRF takımlarımız ve minyatür sahte yemlerimize dikey aksiyon yaptırmamız gerekiyordu. Ava Ahmet abi pembe renkli bir silikon balık/jighead kombinasyonu ile, bense küçük bir gümüş balığını andıran 5 cm'lik kurşun kafalı silikon balıkla başlamıştım. Yaklaşık 20-30 m'ye gönderdiğimiz yemlerimizi dibe indirdikten sonra kendimize özgü zıplatma aksiyonlarıyla dipten yükseltmeden önümüze kadar çekip tekrar atış yapıyorduk. Tek bir vuruş bile alamadan geçen 1 saatin sonunda beklenen vuruş Ahmet abiye geldi. İncecik LRF kamışını iki büklüm yapıp sert kafa darbeleri ve fişeklemelerle Ahmet abiye çok keyifli bir mücadele yaşattıktan sonra pes edip kepçeye giren balık tam da hayalimdeki gibi hatrı sayılır boyda ve çok yakışıklı bir tatlı su levreğiydi. Çabucak Ahmet abinin avını fotoğrafla ölümsüzleştirip balığı ait olduğu yere iade ettikten sonra ava kaldığımız yerden devam ettik.
Güzel bir tatlı su levreği yakalamanın hayaliyle ara vermeden atıp çekmeye devam ettim. Sonraki 1 saat içinde yakalayıp suya iade ettiğim 15-20 cm arası 2 levrekten sonra nihayet dipte düzensiz hareketlerle zıplattığım yeme sağlam bir vuruş geldi. Balık vurur vurmaz büyük bir şey yakaladığımı anlamıştım. Kamışımı iki büklüm yapıp sert kafa darbeleriyle dibe basan balık o kadar ağırdı ki, o an hayalimdeki 45 cm üzeri tatlı su levreğini yakaladığımı düşündüm. 0.07 mm ip ve 0.18 mm mono liderden oluşan incecik takımımla beni zorlu bir mücadele bekliyordu. Acele etmeden sakince mücadele edip balığın yorulmasını bekledim. 2 dakikanın sonunda yorulma emareleri göstermeye başlayan balığı bir miktar dipten yükseltmeyi başarsam da gücünü toplayıp fişekleyince tekrar dibe inmesine müsaade ettim. Bu olay birkaç sefer tekrarlandıktan sonra nihayet rakibim pes etti. Balık yüzeye doğru yükselmeye başladığında heyecanla tombul bir tatlı su levreği görmeyi beklerken bulanıklığın içinde kocaman bir turna belirdi. Nasıl olmuştu da bu boyda bir turna ufacık yemi yutup misinayı kesmemişti. O andan sonra heyecan yerini balığı kaçırma korkusuna bıraktı. Misinam balığın dişlerine değip kesilmesin diye dualar ederek Ahmet abinin de yardımıyla balığı kepçelemeyi başardık.
İri bir tatlı su levreği yakalama hayalim olmasa da nicedir hasret olduğum turna hayalim gerçek olmuştu. LRF takımları için hatrı sayılır boydaki turnayla çabucak birkaç kare fotoğraf çektirip video kaydı eşliğinde ait olduğu yere iade ettik. Ahmet abi öğlen saatlerinde avı sonlandırıp meradan ayrıldığı halde ben hava kararana kadar denemek niyetindeydim. Aynı yem ve aynı teknikle birkaç ufak tatlı su levreği ve turnadan sonra nihayet 31 cm'lik hatrı sayılır bir tatlı su levreği kandırmayı başardım. Bu balık da diğerleri gibi çabucak ait olduğu yere geri döndü. Öğleden sonra balık vuruşları hızlanmış, peş peşe birkaç ufak tatlı su levreği daha kandırıp iri bir balık kaçırmıştım. 40 cm üzeri tatlı su levreği hayaliyle atıp çekmeye devam ederken nihayet beklediğim sağlam vuruş geldi. Kafa atış şeklinden oltanın ucundakinin çok iri bir tatlı su levreği olduğu belliydi. Heyecanlı ama dikkatli bir şekilde mücadele edip yüzeye çıkardığım balığı görünce heyecanım daha da katlandı. Oltanın ucundaki tam hayal ettiğim gibi kambur bir tatlı su levreğiydi. Yanı başımda duran kepçeyle tek başıma kepçelediğim balık Antalya'dan buraya gelme sebebim olan balıktı. Şükürler olsun ki ilk gün 2 hayalim birden gerçek olmuştu. 40 cm'den 2 cm kısa olsa da beni fazlasıyla mutlu eden bu yakışıklı balığı da çabucak fotoğraflayıp salım işlemini gerçekleştirdikten sonra avı sonlandırdım.
6 nisan sabahı Değirmendere'den çocukluk arkadaşım Kerem Konakçı ile gün ağarırken meraya vardık. Bu defa aklımda farklı bir şeyler vardı. Su sporlarına ait deniz bisikletleriyle gölün ucundaki sazlık alanın çevresine gidip denersek çok iri turnalar kandırabileceğimizi düşünüyordum. 15 dakika kadar pedal çevirip sazlık alana 50 m mesafede durduk. Tamamen sazlık alanın dibine girip balıkları korkutmamaya özen göstererek atıp çekmeye başladık. Henüz 2 atışlarımızı yapmışken Kerem güzel bir vuruş aldı. Gelen şaşırtıcı şekilde 10 cm'lik kalınca bir turna silikonunu yutan iri bir tatlı su levreğiydi. Çabucak fotoğraflayıp balığı göle iade ettikten sonra atıp çekmeye devam ettik. Deniz bisikletiyle 1 saat boyunca sazlıkların arasındaki boşluklar dahil olmak üzere her yöne atışlar gerçekleştirdiğimiz halde başka vuruş olmayınca iskeleye dönüp ava LRF takımları ve daha ufak yemlerle devam etmeye karar verdik.
Önceki günün aksine bu defa farklı bir yemle deneyecektim. 6 cm'lik gümüş takliti bir drop shot silikonunu 2.5 g'lık bir jighead ile kombine edip suyun içinde zıplattığımda yemin gerçekçiliği karşısında mest oldum. Tıpkı yaralı bir gümüş gibi parıldayarak düzensiz hareketlerle dipte zıplayan bu yeme tatlı su levreklerinin bayılacağına emindim. Nitekim daha ilk atışımda haklı çıktım. İlk balığım 32 cm civarı çok yakışıklı bir tatlı su levreğiydi. Balığı incitmeden suya iade edip aksiyona akaldığım yerden devam ettim. Aynı yemi dipte düzensiz hareketlerle zıplatarak peş peşe vuruşlar almaya devam ettim. Gün boyu hem Kerem hem de ben sayısını hatırlayamadığımız kadar balık yakaladık. Gelenlerin çoğu ufak boy turna ve tatlı su levrekleri olsa da arada 40 cm'e yakın hatrı sayılır boyda tatlı su levrekleri de kandırdık. %100 yakala&bırak prensibimize sadık kaldığımız avı sonlandırdığımızda geride unutulmaz bir av gününün hatırası ve fotoğraf makinemin içindeki birbirinden güzel kareler kaldı.
7 nisan sabahı, av arkadaşım Ahmet abinin oğlu Necmettin kardeşimdi. Gün ağarırken merada buluştuğumuz Necmettin'le deniz bisikletlerine atlayıp gölün sonundaki sazlığa doğru pedal çevirmeye başladık. Sazların dibine çok yaklaşmadan iri bir turna hayaliyle atıp çekmeye başladığımızda benim oltamın ucunda glow renkli 15 cm silikon yılan balığı ile 10 gram jighead kombinasyonu takılıydı. Ava başladıktan yaklaşık 15 dakika sonra beklediğim vuruş geldi. Gelen 55-60 cm arası çok iri olmayan ama kalın gövdesi ve kaplan gibi çizgili desenleriyle çok gösterişli bir turnaydı. Bu güzel balığın hak ettiği güzellikte birkaç fotoğraf karesi alıp incitmeden ait olduğu yere iade ettikten sonra ava kaldığımız yerden devam ettik. Avın devamında aynı bölgede 2 saat kadar sabırla denediğimiz halde yine aradığımız dev turnaları bulamadan iskeleye geri döndük.
Nedense o gün iskelede de peşinde olduğumuz iri tatlı su levreklerinden eser yoktu. Öğleden sonra 3'e kadar atıp çektiğimiz halde birkaç küçük tatlı su levreği ve 30-40 cm arası turnalar dışında balık kandıramayınca tekrar sazlıklara pedal çevirmeye karar verdik. Bu defa deniz bisikletinde Ufuk Erginalp kardeşimle birlikte 3 kişiydik. Ufuk'la ben pedal çevirirken arka koltukta oturup 10 cm'lik silikon balıkla sırtı çeken Necmettin oltasını salar salmaz 40 cm'lik bir turna yakaladı. Balığı fotoğraflamadan suya iade ettikten sonra yol boyunca peş peşe 2 turna daha kandırınca sazlıklara varmadan durup denemeye karar verdik. Güzel bir noktada durmuş olacağız önce Necmettin 60 cm, peşinden Ufuk 70 cm'lik 2 güzel turna kandırmayı başardılar. Yeşil/sarı ( Fire Tiger rengi ) 10 cm silikon/10 g jighead kombinasyonuyla Ufuk ve Necmettin istedikleri balıkları yakaladığı halde ben farklı bir yemle ısrar ediyordum. 2016 yılında piyasaya sürülen ve kızıl kanat taklidi olan bu yemin üretim aşamasını yakından takip edip isminin kararlaştırılmasında önemli rol oynadığım için bu yemle güzel bir turna yakalamayı çok istiyordum. 2 saat boyunca aynı yemle atıp çektikten sonra nihayet kalp atışlarımı hızlandıran o büyülü vuruş geldi. Gelen hayal ettiğim gibi dev olmasa da 70 cm civarı çok yakışıklı bir turnaydı. Bu balıkla da birbirinden güzel fotoğraflar çekildikten sonra ait olduğu yere iade edip hepimiz muradımıza ermiş olarak avı sonlandırdık.
İzmit'teki son günüm olan 8 nisan sabahı, bu sefer Necati Serindere kardeşimle birlikte sazlıklara pedal çevirdik. Yaklaşık 1 saat kaldığımız sazlıkların çevresinde bir önceki gün kullandığım 15 cm'lik silikon yılan balığını yutan cesur tatlı su levreği dışında vuruş alamadık. Tatlı su levreklerinin gözü kara avcılar olduğunu bilirdim ama ilk defa bu kadar büyük bir yemi komple yuttuğuna şahit oldum. Deniz bisikletinden inip iskeleye çıktıktan sonra tek başıma devam ettiğim avsa çok daha keyifliydi. Gün boyu LRF takımlarıyla attığım micro yemlerle peş peşe vuruşlar aldım. Çok şanslıydım ki yine 5 cm'lik silikonuma saldırıp dudağının kenarından yakalanan koca bir turnayı incecik takımla zorlu bir mücadelenin sonunda kepçelemeyi başardım. Hayalimdeki 40 cm üzeri tatlı su levreklerini bulamasam da son günümde yine 35-40 cm arası çokça tatlı su levreği kandırıp fotoğraf makinemin hafıza kartını birbirinden güzel fotoğraflarla doldurdum.
4 günlük bu tatil bana ilaç gibi geldi. Nicedir hasret kaldığım tatlı su canavarlarıyla doyasıya hasret giderip, mis gibi göl havasıyla bütün stresimden arındım. Bu unutulmaz 4 gün için bana müsaade eden eşime, beni en güzel şekilde ağırlayan Ahmet Çoban abime ve av boyunca bana eşlik ederek keyfime ortak olan arkadaşlarıma teşekkürü borç biliyorum. Şu satırları yazarken bir şeyden eminim ki sağlığım müsaade ettiği sürece, 48 cm'lik tatlı su levreği ve 120 cm'lik turna hayalim için o göle tekrar geleceğim. Biz balıkçılar böyleyiz işte, bizi hayata bağlayan sayısız hayallerimiz var...
22 Haziran 2016 Çarşamba
LRF Paşaları
Antalya'ya döndükten 1 hafta sonra 3 günlük kısa bir izin imkanı bulunca, hem annemi ziyaret etmek, hem de biraz kafa dağıtmak için otobüse atlayıp Kocaeli Değirmendere'nin yolunu tuttum. Peki peki, lafı dolandırmaya gerek yok, LRF takımlarımı da aldım yanıma. Mart sonu İzmit Körfezi'nde en bereketli LRF furyasının başlangıcıdır. Bu bölgede Mart sonuyla Haziran başı arasındaki dönem, iri istavrit, mırmır, eşkina, levrek, baltabaş karagöz ve minekop gibi büyük balıkları kandırmak için en uygun dönemlerin başında gelir. Haziran ayı itibariyle kıyıları küçük istavrit, izmarit, ispari, iskorpit, kaya balığı gibi balıklar bastığı için büyük balıkların yeme vurma yoğunluğu da nispeten azalır. Nisan ve Mayıs ayları kadar yoğun balık olmayacağını bilsem de bu kısa izin kaçamağından umutluydum. Balık tutamasam bile körfezin usta LRF'cilerinden Ömer Soyak'la sohbet ederek olta atmak bile güzel olurdu.
İlk 2 günü olta atamadan geçirdikten sonra nihayet 19 Mart akşamı Ömer Soyak'la kısa bir LRF kaçamağı yapmak üzere sözleştik. Ömer'in fazla vakti olmadığı için beraber en fazla 1 saat olta atabilecektik. Mera seçimimizi daha önce çok bereketli iri istavrit ve mırmır avları gerçekleştirdiğimiz yosun, kum karışımı sığlık meradan yana kullanıp incecik LRF takımlarımız ve silikon kurt/jighead kombinasyonlarıyla atıp çekmeye başladık. Benim elimdeki takım 226 cm, 5-12 g kamış, 20 kalibre makine, 0.07 mm 4 örgü ip ve 1 kulaç 0.18 mm monoflament öncü misinadan oluşuyordu. Kullandığım yem ise gece avlarında favori rengim olan pembe renkli 5 cm'lik silikon kurt ve iğnesinin sağlamlığına çok güvendiğim 2.5 g, 6 no jighead kombinasyonuydu. Mera çok sığ olduğu için yemlerimiz suya düşer düşmez makinemizin telini kapatıp aksiyon vermeden orta hızda sarıyorduk. Bu şekilde 20 dakika kadar atıp çektiğimiz halde vuruş gelmedi. Anlaşılan beklediğimiz iri istavrit sürüleri meraya inmemişti. Şansımızı biraz da 100 m solumuzda kalan iskelenin yanından denemeyi teklif ettiğim halde Ömer kabul etmeyince 10 dakika sonra geri gelirim diyerek Ömer'in yanından ayrıldım.
Yanıma kepçe ya da yedek yem almadan sadece elimdeki kamışla iskelenin yanına kadar yürüyüp atışımı gerçekleştirdim. İlk atışım yaklaşık 20 m mesafeye, iskelenin ayaklarının dibine düştü. Yemin 4-5 m derinlikteki dibe inmesini bekledikten sonra aksiyonsuz orta hızda sarımla çekmeye başladım. Her an iri bir istavrit vuracakmış gibi heyecanla beklediğim halde vuruş gelmedi. Takip eden 4-5 atışta da vuruş alamayınca umudum azaldı. İri istavrit sürüleri burada da değildi. Sabırla denersem mutlaka eşkina, mırmır, karagöz hatta levrek gibi güzel bir balık kandırabileceğime inanıyordum ama vaktimiz sınırlıydı. Ömer'in yanına dönmeden önce son atışlarımı yaptığım sırada beklediğimden daha kuvvetli bir vuruş geldi. Kamışım 2 büklüm olmuş halde makinemden müthiş bir hızla ip boşalıyordu. İncecik takımla adamın dizlerini titretecek cinsten bir kuvvetti bu. Çaresizce balığın yavaşlamasını beklerken o tam tersine daha hızlı fişekledi ve oltadan kurtuldu. Oltayı sarıp yemi kontrol ettiğimde iğnede her hangi bir açılma yoktu. Balık iğneden kurtulup kaçmayı başarmıştı. Heyecandan elimin, ayağımın titremesi geçmeden aynı bölgeye doğru atıp çekmeye devam ettim.
Kaçan balıktan 2 atış sonra kıyıdan 10 m kadar açıkta çok sağlam bir vuruş daha geldi. Yine kamışımı iki büklüm yapan balık muazzam bir hızla kalama alıyordu. Oltanın ucundaki balık her neyse kaçan balıkla aynı türden bir balık olmalıydı. Balık hiç durmadan makinemden ip boşaltırken işimi garantiye almak için kalamamı bir tık gevşetip dua etmeye başladım. Çok şükür ki balık iskelenin ayaklarına doğru değil de açık alana doğru yüzmüştü. Birden kepçemin olmadığı aklıma gelince telefonla Ömer'i aramaya karar verdim. Cebimden çıkardığım telefonla Ömer'i arayıp hoparlörü açıktan sonra telefonu yanımdaki kayanın üzerine bıraktım. Ömer telefonu açınca şunları söylediğimi hatırlıyorum; "Abi çabuk kepçeyi al gel, oltanın ucunda çok büyük bir balık var. Çabuk gel abi!". Ömer 2 dakika sonra her zamanki sakin tavırlarıyla yanıma geldiğinde ben de balığı kontrolüm altına almayı başarmış ama henüz ne olduğunu görememiştim. İyice yorulan balığı kıyıya biraz daha yaklaştırınca suyun üstünde salladığı koca kuyruğunu ve pırıl pırıl gövdesini fark ettik. Oltanın ucundaki LRF takımları için hatrı sayılır boyda bir levrekti. Balığı kaçırmamak için dualar ederek dikkatli bir şekilde kepçenin içine sokunca dünyalar benim oldu. Bu, o zamana kadar LRF takımlarıyla aldığım en büyük levrekti. Avı sonlandırmadan önce bu muhteşem balığı fotoğraflama işine koyulmuşken Ömer'den çok güzel bir teklif geldi. Balığı çabucak fotoğrafladıktan sonra kamera kaydı eşliğinde ölçüm yaparak salarsak hem amatör balıkçılara iyi örnek olacak hem de "Geleceğe Bir Umut Bırak" adlı facebook grubunun düzenlemiş olduğu ödüllü levrek salma yarışmasında birinci sıraya yükselecektik. Ömer'in teklifini sevinçle kabul edip kamera kaydı eşliğinde ölçütüğümüz 62 cm'lik levreği denize iade ettikten sonra avı sonlandırıp evlerimize döndük.
Eve döner dönmez avın fotoğraflarını düzenleme işine koyuldum. İçime sinen birbirinden güzel fotoğraflar olduğunu görünce mutluluğum katlandı. Bana bu denli bir mutluluk yaşatıp geride birbirinden güzel fotoğraflar ve video görüntüsü bırakan bu yakışıklı levreği saldığım için kendimi bir kez daha taktir ettim. Mutlu ve huzurluydum ama bir yanım merada kalmıştı. Değirmendere'ye arabasız geldiğim için 10 dakika içinde 2 levrek vuruşu aldığım merayı bırakıp eve gelmek zorunda kalmıştım. Zaman ilerledikçe denizin çağrısı karşı konulamaz bir hal aldı. Ne yapıp edip benimle balığa gelecek biri bulmalıydım. Telefonuma sarılıp İstanbul Anadolu yakasında yaşayan Selçuk Ataç abimi aradım. Selçuk abi de sanki bu teklifi bekliyormuş gibi aramızda 100 km'den fazla mesafe olduğu halde hemen arabasına atlayıp yola koyuldu. Telefonu kapatmadan önce "Abi acelemiz yok, sakin sakin gel" demeyi de unutmamıştım. Telefon görüşmemizden yaklaşık 1 saat 15 dakika sonra Selçuk abiyle Değirmendere'de buluşup meranın yolunu tuttuk. Meraya varıp oltalarımızı suyla buluşturmaya hazır hale getirdiğimizde saat 01:30'u gösteriyordu.
Balıkları kaçırmamak için fısıltıyla konuşarak usulca iskelenin yanına yanaşıp ilk atışlarımızı gerçekleştirdik. İkimizin oltaların ucunda da aynı 5 cm'lik pembe silikon kurtlar takılı olsa da jighead'lerimiz farklıydı. Yarım saat kadar ikimiz de vuruş alamadan atıp çektikten sonra ilk vuruş bana geldi. Bu muazzam kuvvet ve hız levrekten başkasına ait olamazdı. Akşamki avın aksine bu sefer daha sakindim. Balık hiç durmayacakmış gibi fişeklerken keyifle kalamanın sesini dinledik. Nihayet balık yorulma emareleri gösterince mücadele sırası bana geçti. Kah çekip kah balığın kalama almasına müsaade ederek önümüze kadar getirdiğim balığı Selçuk abinin yardımıyla kepçeleyip dışarı aldık. Yaklaşık 1.5 kiloluk levrekle çabucak birkaç kare fotoğraf çektirdikten sonra sürüden bir balık daha kandırabilmek umuduyla ava dönüp at-çeke devam ettik.
10 dakika kadar sonra benim oltama kuvvetli bir vuruş daha geldi. Bu da diğerleri gibi hatrı sayılır bir levrekti. Çok keyifli bir mücadelenin ardından bu balığı da kepçeleyip dışarı almayı başardık. Kendimden çok, uzaktan gelen misafirimin balık yakalamasını istediğim için elimde yedeği olmayan silikon kurt/jighead kombinasyonunu Selçuk abiye verip ben başka bir muadil yemle denemeye başladım. Ne hikmetse 15-20 dakika sonra gelen vuruş yine benim oltama oldu. Yine güzel bir levrek olduğunu tahmin ettiğim balık müthiş bir süratle sağa sola fişeklerken oltadan kurtulup kaçmayı başardı. Kaçırdığım balıktan sonra tekrar yem değiştirip bu defa favori kurşun kafalı silikon balık modelimin glow ( fosforlu ) renkli micro versiyonu ile denemeye devam ettim. Ben alacağım keyfi almış artık sadece Selçuk abinin de güzel bir levrek kandırması için dua ediyordum. Selçuk abinin nasipsizliği miydi yoksa bir şeyleri farklı mı yapıyorduk bilmiyorum ama bir sonraki vuruş yine bana geldi. Diğerleriyle hemen hemen aynı boydaki bu levrek de keyifli bir mücadelenin ardından kepçeye girdi. Avın devamında Selçuk abinin de vuruş alması için oltalarımızı değiştirmek dahil her yolu denediğimiz halde ikimize de vuruş gelmedi. Benim için çok bereketli ama Selçuk abi için talihsiz geçen avımızı gün ağarırken sonlandırıp kısa bir fotoğraf faslından sonra beraber kahvaltı yapmak üzere Değirmendere sahiline geçtik.
3 günlük kısacık bir izin için 650 km yol gittiğime fazlasıyla değmiş, unutamayacağım bir LRF levrek avı gerçekleştirmiştim. Nasıl şanslı bir günümdeysem yanımdakiler vuruş alamazken benim oltama vuran 6 levrekten 4 tanesini dışarı çıkarabilmiştim. Balık işi böyledir işte. Bilgi, beceri ve tecrübe kadar şans da balık avında önemli bir faktördür. Bazen onlar tutar biz bakarız, bazen de biz tutarız onlar bakar. Selçuk abiyle beraber av yapmaya devam edeceğimize göre bu avın rövanşı bir gün elbet olacaktır. Kim bilir belki sıradaki yazılardan birinin konusu da Selçuk abiyle rövanş avımız olur...
İlk 2 günü olta atamadan geçirdikten sonra nihayet 19 Mart akşamı Ömer Soyak'la kısa bir LRF kaçamağı yapmak üzere sözleştik. Ömer'in fazla vakti olmadığı için beraber en fazla 1 saat olta atabilecektik. Mera seçimimizi daha önce çok bereketli iri istavrit ve mırmır avları gerçekleştirdiğimiz yosun, kum karışımı sığlık meradan yana kullanıp incecik LRF takımlarımız ve silikon kurt/jighead kombinasyonlarıyla atıp çekmeye başladık. Benim elimdeki takım 226 cm, 5-12 g kamış, 20 kalibre makine, 0.07 mm 4 örgü ip ve 1 kulaç 0.18 mm monoflament öncü misinadan oluşuyordu. Kullandığım yem ise gece avlarında favori rengim olan pembe renkli 5 cm'lik silikon kurt ve iğnesinin sağlamlığına çok güvendiğim 2.5 g, 6 no jighead kombinasyonuydu. Mera çok sığ olduğu için yemlerimiz suya düşer düşmez makinemizin telini kapatıp aksiyon vermeden orta hızda sarıyorduk. Bu şekilde 20 dakika kadar atıp çektiğimiz halde vuruş gelmedi. Anlaşılan beklediğimiz iri istavrit sürüleri meraya inmemişti. Şansımızı biraz da 100 m solumuzda kalan iskelenin yanından denemeyi teklif ettiğim halde Ömer kabul etmeyince 10 dakika sonra geri gelirim diyerek Ömer'in yanından ayrıldım.
Yanıma kepçe ya da yedek yem almadan sadece elimdeki kamışla iskelenin yanına kadar yürüyüp atışımı gerçekleştirdim. İlk atışım yaklaşık 20 m mesafeye, iskelenin ayaklarının dibine düştü. Yemin 4-5 m derinlikteki dibe inmesini bekledikten sonra aksiyonsuz orta hızda sarımla çekmeye başladım. Her an iri bir istavrit vuracakmış gibi heyecanla beklediğim halde vuruş gelmedi. Takip eden 4-5 atışta da vuruş alamayınca umudum azaldı. İri istavrit sürüleri burada da değildi. Sabırla denersem mutlaka eşkina, mırmır, karagöz hatta levrek gibi güzel bir balık kandırabileceğime inanıyordum ama vaktimiz sınırlıydı. Ömer'in yanına dönmeden önce son atışlarımı yaptığım sırada beklediğimden daha kuvvetli bir vuruş geldi. Kamışım 2 büklüm olmuş halde makinemden müthiş bir hızla ip boşalıyordu. İncecik takımla adamın dizlerini titretecek cinsten bir kuvvetti bu. Çaresizce balığın yavaşlamasını beklerken o tam tersine daha hızlı fişekledi ve oltadan kurtuldu. Oltayı sarıp yemi kontrol ettiğimde iğnede her hangi bir açılma yoktu. Balık iğneden kurtulup kaçmayı başarmıştı. Heyecandan elimin, ayağımın titremesi geçmeden aynı bölgeye doğru atıp çekmeye devam ettim.
Kaçan balıktan 2 atış sonra kıyıdan 10 m kadar açıkta çok sağlam bir vuruş daha geldi. Yine kamışımı iki büklüm yapan balık muazzam bir hızla kalama alıyordu. Oltanın ucundaki balık her neyse kaçan balıkla aynı türden bir balık olmalıydı. Balık hiç durmadan makinemden ip boşaltırken işimi garantiye almak için kalamamı bir tık gevşetip dua etmeye başladım. Çok şükür ki balık iskelenin ayaklarına doğru değil de açık alana doğru yüzmüştü. Birden kepçemin olmadığı aklıma gelince telefonla Ömer'i aramaya karar verdim. Cebimden çıkardığım telefonla Ömer'i arayıp hoparlörü açıktan sonra telefonu yanımdaki kayanın üzerine bıraktım. Ömer telefonu açınca şunları söylediğimi hatırlıyorum; "Abi çabuk kepçeyi al gel, oltanın ucunda çok büyük bir balık var. Çabuk gel abi!". Ömer 2 dakika sonra her zamanki sakin tavırlarıyla yanıma geldiğinde ben de balığı kontrolüm altına almayı başarmış ama henüz ne olduğunu görememiştim. İyice yorulan balığı kıyıya biraz daha yaklaştırınca suyun üstünde salladığı koca kuyruğunu ve pırıl pırıl gövdesini fark ettik. Oltanın ucundaki LRF takımları için hatrı sayılır boyda bir levrekti. Balığı kaçırmamak için dualar ederek dikkatli bir şekilde kepçenin içine sokunca dünyalar benim oldu. Bu, o zamana kadar LRF takımlarıyla aldığım en büyük levrekti. Avı sonlandırmadan önce bu muhteşem balığı fotoğraflama işine koyulmuşken Ömer'den çok güzel bir teklif geldi. Balığı çabucak fotoğrafladıktan sonra kamera kaydı eşliğinde ölçüm yaparak salarsak hem amatör balıkçılara iyi örnek olacak hem de "Geleceğe Bir Umut Bırak" adlı facebook grubunun düzenlemiş olduğu ödüllü levrek salma yarışmasında birinci sıraya yükselecektik. Ömer'in teklifini sevinçle kabul edip kamera kaydı eşliğinde ölçütüğümüz 62 cm'lik levreği denize iade ettikten sonra avı sonlandırıp evlerimize döndük.
Eve döner dönmez avın fotoğraflarını düzenleme işine koyuldum. İçime sinen birbirinden güzel fotoğraflar olduğunu görünce mutluluğum katlandı. Bana bu denli bir mutluluk yaşatıp geride birbirinden güzel fotoğraflar ve video görüntüsü bırakan bu yakışıklı levreği saldığım için kendimi bir kez daha taktir ettim. Mutlu ve huzurluydum ama bir yanım merada kalmıştı. Değirmendere'ye arabasız geldiğim için 10 dakika içinde 2 levrek vuruşu aldığım merayı bırakıp eve gelmek zorunda kalmıştım. Zaman ilerledikçe denizin çağrısı karşı konulamaz bir hal aldı. Ne yapıp edip benimle balığa gelecek biri bulmalıydım. Telefonuma sarılıp İstanbul Anadolu yakasında yaşayan Selçuk Ataç abimi aradım. Selçuk abi de sanki bu teklifi bekliyormuş gibi aramızda 100 km'den fazla mesafe olduğu halde hemen arabasına atlayıp yola koyuldu. Telefonu kapatmadan önce "Abi acelemiz yok, sakin sakin gel" demeyi de unutmamıştım. Telefon görüşmemizden yaklaşık 1 saat 15 dakika sonra Selçuk abiyle Değirmendere'de buluşup meranın yolunu tuttuk. Meraya varıp oltalarımızı suyla buluşturmaya hazır hale getirdiğimizde saat 01:30'u gösteriyordu.
Balıkları kaçırmamak için fısıltıyla konuşarak usulca iskelenin yanına yanaşıp ilk atışlarımızı gerçekleştirdik. İkimizin oltaların ucunda da aynı 5 cm'lik pembe silikon kurtlar takılı olsa da jighead'lerimiz farklıydı. Yarım saat kadar ikimiz de vuruş alamadan atıp çektikten sonra ilk vuruş bana geldi. Bu muazzam kuvvet ve hız levrekten başkasına ait olamazdı. Akşamki avın aksine bu sefer daha sakindim. Balık hiç durmayacakmış gibi fişeklerken keyifle kalamanın sesini dinledik. Nihayet balık yorulma emareleri gösterince mücadele sırası bana geçti. Kah çekip kah balığın kalama almasına müsaade ederek önümüze kadar getirdiğim balığı Selçuk abinin yardımıyla kepçeleyip dışarı aldık. Yaklaşık 1.5 kiloluk levrekle çabucak birkaç kare fotoğraf çektirdikten sonra sürüden bir balık daha kandırabilmek umuduyla ava dönüp at-çeke devam ettik.
10 dakika kadar sonra benim oltama kuvvetli bir vuruş daha geldi. Bu da diğerleri gibi hatrı sayılır bir levrekti. Çok keyifli bir mücadelenin ardından bu balığı da kepçeleyip dışarı almayı başardık. Kendimden çok, uzaktan gelen misafirimin balık yakalamasını istediğim için elimde yedeği olmayan silikon kurt/jighead kombinasyonunu Selçuk abiye verip ben başka bir muadil yemle denemeye başladım. Ne hikmetse 15-20 dakika sonra gelen vuruş yine benim oltama oldu. Yine güzel bir levrek olduğunu tahmin ettiğim balık müthiş bir süratle sağa sola fişeklerken oltadan kurtulup kaçmayı başardı. Kaçırdığım balıktan sonra tekrar yem değiştirip bu defa favori kurşun kafalı silikon balık modelimin glow ( fosforlu ) renkli micro versiyonu ile denemeye devam ettim. Ben alacağım keyfi almış artık sadece Selçuk abinin de güzel bir levrek kandırması için dua ediyordum. Selçuk abinin nasipsizliği miydi yoksa bir şeyleri farklı mı yapıyorduk bilmiyorum ama bir sonraki vuruş yine bana geldi. Diğerleriyle hemen hemen aynı boydaki bu levrek de keyifli bir mücadelenin ardından kepçeye girdi. Avın devamında Selçuk abinin de vuruş alması için oltalarımızı değiştirmek dahil her yolu denediğimiz halde ikimize de vuruş gelmedi. Benim için çok bereketli ama Selçuk abi için talihsiz geçen avımızı gün ağarırken sonlandırıp kısa bir fotoğraf faslından sonra beraber kahvaltı yapmak üzere Değirmendere sahiline geçtik.
3 günlük kısacık bir izin için 650 km yol gittiğime fazlasıyla değmiş, unutamayacağım bir LRF levrek avı gerçekleştirmiştim. Nasıl şanslı bir günümdeysem yanımdakiler vuruş alamazken benim oltama vuran 6 levrekten 4 tanesini dışarı çıkarabilmiştim. Balık işi böyledir işte. Bilgi, beceri ve tecrübe kadar şans da balık avında önemli bir faktördür. Bazen onlar tutar biz bakarız, bazen de biz tutarız onlar bakar. Selçuk abiyle beraber av yapmaya devam edeceğimize göre bu avın rövanşı bir gün elbet olacaktır. Kim bilir belki sıradaki yazılardan birinin konusu da Selçuk abiyle rövanş avımız olur...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)