14 Kasım 2012 Çarşamba

Dağdan İndim Denize - 3

24 Ekim 2012

Sabah:


İstanbul'daki avlarımı noktalayıp, rotamı Ege Denizi'ne çevirdim. Havaalanına felaket bir yağış ve fırtına eşliğinde vardım. Aklımdan bu havanın sonrasının iyi balık yapacağını geçiriyordum ki çok geçmeden Emre ve Kadem abi'nin Boğaz'ın girişinde telef olmak pahasına lüfer ve sarıkanatı kırdığını öğrendim. Kısmet değilmiş diye geçirdim içimden. Kısmet olsa bile hasta olmayı göze alıp o havada oraya gider miydim, bilmiyorum.

Bodrum'a indiğimde hava normale göre serin olmakla beraber durgundu, ve yağış yoktu. Ancak ben gelmeden önceki günler iyi yağmur yağmış. Eve ayak bastığımda saat 2'ye yaklaşıyordu. Saati kursam mı kurmasam mı diye düşündüm. Hava durgundu, ay henüz dolunay değildi. Bir de benim sürekli bahsettiğim, artık uğur mu demeli lanet mi demeli, ilk gün faktörünü hesaba dahil edince sabah suyunda deniz kıyısında olmanın yerinde olacağına karar verdim.

Saat 6'ya yaklaşırken telefonumun alarmıyla uyandım. Hala batıdaki gün doğumu saatlerine alışamadığımdan acaba geç mi kaldım, yoksa çok mu erken gidiyorum diye bir süre kafa karışıklığı yaşadım. (Ağrı ile Bodrum arasında 1 saati aşkın saat farkı var.) Balığın tav vaktini kaçırmamak için evden aceleyle çıktım. Balığın bu tav vaktini "altın saat" olarak adlandırıyorum kendimce. Bu zaman dilimi bulunduğum avlakta mevsimden mevsime değişiklik göstermekle beraber çoğunlukla sabah ezanından 15 dakika sonra başlayıp, 30 dakika sonra sona eriyor. Bu vakitte levreklerin avlanmaları en üst seviyeye çıkıyor. Suyun hemen her yerinde levrek veya diğer avcı balıkların oynaklarını görmek mümkün oluyor. Balık da çoğunlukla bu zaman dilimi içerisinde oltaya vuruyor. Avlakta arabadan inip oltalarımı çıkarırken sabah ezanı okunmaya başladı. Tam zamanında oradaydım.

Bodrum'a her gelişimde dayanmayıp üçer beşer sahte alıyorum. En son aldığım sahteler ile muhafaza kutum kapanmaz hale gelmişti. Evden çıkmadan içlerinden nispeten daha az güvendiğim birkaçını ayıkladım. İçimden de hali hazırda iş yapan sahtelerim varken, neden yeni sahtelere para verdiğimi sorup kendime kızdım. Bu da balıkçılığın yanında ayrı bir hastalık gerçekten. Avlağa vardığımda hava tamamen karanlık olduğu için önce parlak ve beyaz sahtelerle ava başladım. Havanın aydınlanmaya başlamasıyla ben de renkleri koyulaştırdım. Alacakaranlıkla nesnelerin şekillerinin yavaş yavaş belirdiği esnada beklediğim tav da başladı. Birbirinden ayrı 4-5 yerde önden ufak balıklar kaçışıyor, ardından levreğin koca gövdesiyle çıkardığı şapırtı geliyordu. Elimdeki MaxRap'i oynakların sağından, solundan, içinden, dışından her yerinden geçirsem de çalışmadı. Levreğin gözü hemen yüzeydeki ufak gümüşler ve kupezlerdeydi. Benim 13 cm'lik MaxRap'im bunların yanında katana gibi kalıyordu. Son şans olarak 7 cm'lik su üstü sahtesini taktım. Artık hava ağarmış ve hem su üstü oynaklar, hem de su üstü sahtesinin gelişi net olarak seçiliyordu. Daha ilk atışımdı, öncelikle sahtenin aksiyonunu test ediyordum. İstediğim aksiyonu alıyordu. Bu sahte çalışır dememe kalmadan önce sahtenin ardında bıraktığı izde bir girdap belirdi. Ardından ise, bir balıkçıyı en çok heyecanlandıran o an geldi. Sahtenin altındaki su kütlesi bir anda kabardı, ve sahte sert bir kuyruk vuruşuyla dibe indi, aynı anda da kamışı elimden suya çekercesine şiddetli o darbe geldi. Kalbimin atışı hızlanmış, adrenalin saniyeler içinde tüm vücuduma yayılmıştı. Önce balığın güçlü kafa atışlarını savuşturdum. Bu esnada korkum iğnenin iyi oturmamış olmasaydı. Balığın kafa atışlarının seyrekleşmesiyle endişem son buldu. Avlandığım yer denize üçgen biçiminde bir çıkıntı. Balığı bu üçgenin bana göre sağ tarafından aldım. Balık kaçış umuduyla sürekli sola bastı ama sonunda bana çok fazla iş bırakmadan kendi kendini kıyıya attı.





İlk gün faktörü anlaşılan yine iş başındaydı. Korkum, bu şansın daha önceki seferlerde olduğu gibi sonraki günlerde hiç balık alamamamla lanete dönüşmesiydi.

Balığın birkaç fotografını çektikten sonra kepçenin içinde suya yatırıp ava devam ettim. Balığın yaptığı oynaklar seyrekleşmiş ve uzaklaşmıştı. Güneş tepelerin arkasından çıkmadan bir vuruş daha aldım, ama bu seferki ıska geçti. Güneşin doğmasıyla beraber daha fazla şansım olmadığını kabullenip tek balıkla eve döndüm.

Akşam

Genelde akşam suyuna iskeleden serbest olta ile avlanmak, bazen de kalamar avlamak için inerim. Bu sefer sabahki avın keyifli geçmesi üzerine akşam suyunda da şansımı denemeye karar verdim. Sabahki gibi yine tam ezan okunurken sahildeydim. Elimdeki 13 cm'lik sahteleri sırasıyla denemeye başladım. At-çek'e otomatiğe bağlamış bir şekilde, kafam tamamen başka yerlerde devam ederken oltanın bir anda olduğu yerde saplandığını hissettim. Rüyadan uyanıp oltanın başına geri döndüm. Kısa ama güzel bir mücadelenin sonunda balığı karaya aldım.
Balığı fotograflamak için zaptetmeye çalışırken kuyruk darbesiyle fotografta görünen sahte kutusunu fırlattı. Uzun bir süre dağılan sahteleri toplamaya çalıştıktan sonra at-çek'e devam ettim. Kısa bir süre sonra sahte poşete takılır gibi ağırlaştı, fakat ben bunun poşet olmadığını çok iyi biliyordum. Çok da büyük olmayan kalamarı mürekkebinin hedefi olmadan başarıyla karaya aldım. Kalamarın tek gezmeyeceğini, etrafta diğer kalamarlar olabileceğini bildiğimden sahteyi kalamar zokası ile değiştirdim. Kalamar zokası ile de yine aynı boyda bir kalamar aldım. Daha ava devam edebilirdim ancak hem önceki günkü yolculuğun, hem de sabahki seansın yorgunluğuna dayanamadığımdan ava ertesi sabah devam etmek üzere son verdim.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder