17 Kasım 2012 Cumartesi

Dağdan İndim Denize - Final

Günlerdir süren, kimi zaman fırtına şiddetinde esen keşişleme balığı dağıttığı yetmiyormuş gibi, av keyfini de tamamen öldürmüştü. Sırf bu yüzden son iki gün sabah suyuna dahi kalkmamıştım. Hava tahmin sitelerinde rüzgarın döneceğim günün öncesinde geceden duracağı görülüyordu. Bu benim güzel bir kapanış yapmam için son fırsatım olabilirdi.

Bodrum'da avlanmaya başladığım 2010 yılından bu yana tuttuğum balıkların tamamına yakınını aynı avlaktan almıştım. İlk zamanlar alternatif avlaklar keşfetme konusunda bir hayli hevesliydim. Zamanla denediğim diğer avlaklardan verim alamayıp, tek bir noktadan üst üste güzel balıklar alınca, ben de bu noktada ısrarcı davranmaya başlamıştım. Burası beni ne vezir, ne de rezil ediyordu. Her yazımda bahsettiğim gibi bu avlakta avlandığım ilk gün güzel avlar yapıyor, ertesi günler ise kaydadeğer bir av yapamıyordum. Her ne kadar bu durumu kendimce ilk günün laneti diye adlandırdıysam da, bunun mantıklı bir açıklaması olması gerektiğini biliyordum. Bu kadar belirgin bir durum tesadüfle açıklanamazdı. Belki avlağa yerleşik balıklar ilk günden sonra sahte balığın bir tuzak olduğunu ayırt ediyorlar, ve bunu sonraki günlerde de hatırlıyorlardı. Aklıma en yatkın gelen ihtimal buydu. Buradan hareket ederek kendimce avlağı dinlendirmem gerektiği sonucuna varmıştım. Bunun için alternatif avlak olarak da yakınlardaki bir sitenin küçük mendireğini seçtim. Aslında burayı önceki yıllardan gözüme kestirmiştim, ancak o zamanlar plaja site sakinleri haricindekiler sokulmadığı için buradan avlanmam mümkün olmamıştı. Bu gittiğimde ise site sahiline girişin çevredeki komşu site sakinlerinin şikayetleri üzerine açıldığını öğrenip bu avlağı denemeye karar kıldım. Nitekim, bu yaz sonunda internetten görüştüğüm balık tutkunu arkadaşlarımdan biri burada oldukça güzel avlar yapmıştı. Ne var ki, ben buraya girişin açıldığını öğrenmemle beraber aynı gün fırtına başladı. Fırtına süresince buradaki denemelerim de diğer avlaktaki denemelerim gibi sonuçsuz kaldı. Rüzgarın olumsuz etkisi dinmeden avlak hakkında hükme varmanın doğru olmayacağını düşündüm. Fırtınanın ara verdiği ilk sabah suyunda avlağı tekrar taradım. O gün sahteye belki hayatımda almadığım kadar takip aldım. Hemen her farklı noktaya atışımda sahtenin peşinde bir girdap veya su sıçraması oluyordu. Bu takiplerin büyük bir kısmı melanur ve zarganaya aitti muhtemelen, bu yüzden sahtenin iğnelerine denk gelmediler. Ancak arada bazı ağır abilerin de sahtenin peşinden geldiği anlaşılıyordu. Hele su üstü sahtenin peşinden Jaws filmindeki köpek balığı misali yüzgeçlerinin yarısı dışarıda gelen levreği izlemek ayrı keyifliydi.

Hal böyle olunca, son denememi yapmak üzere hangi avlağa gideceğime karar vermek zorlaşmıştı. Nereye gitsem, ne yapsam derken yattığım yerde erkenden uyuyakalmıştım o gece. Bu kadar erken uyuyunca sabaha karşı 4 gibi alarma gerek duymaksızın kendiliğimden uyandım. Merdivenlerden aşağı indiğimde babamla, amcamın uyanık olduğunu gördüm. Akşamki sağlam sofra biraz midelerini rahatsız etmiş olacak ki, iki kardeşi de uyku tutmamıştı. Hazır bu saatte ayaktalarken, benimle balığa gelmelerini önerdim. Balık tutamasak bile sabah gün doğarken levreklerin şovunu izlerlerdi.

Malzemeleri toplayıp arabaya atladık, hava daha çok erkendi. Anlık bir kararla direksiyonu her zamanki avlağıma kırdım. Burası diğer avlağa göre daha erken saatte ve daha dar bir saat aralığında av veriyordu. Eğer balık alamazsam, diğer avlağa gidecektim.

Avlağa varınca bir oltayı elimde kalan kokuşmuş sübyeyle yemledim. Spin takımla ise at-çek yapmaya başladım. Ne yemli takımda, ne at-çek'te hiçbir hareket yoktu. Babamla amcama balık şimdi başladı, başlayacak diyerek hava ağarana kadar suda oynak bekledim. Baktım, bir cacık olacağı yok, hemen toplanıp diğer avlağa gitme kararı verdim. Sabah suyunu kaçırmamak için ralliden farksız 10 dakikalık bir yolculuktan sonra diğer avlağa vardık. Ben spin takım ile at-çek yapa yapa yürümeye başladım. Böyle böyle mendireğin ucuna kadar hiçbir aksiyon olmaksızın geldim. Mendireğin ucunda gelen bir iki zayıf takip beni heyecanlandırmaya dahi yetmedi. Baktım at-çek'ten bir hayır geleceği yok, babama yemli takımı açtım. Elimde kalan son sübyelerin içini suda temizleyip doğradım. Oltayı yemleyip attık. Ona da ciddi bir vuruş gelmiyordu. Bugün bize denizden hayır yok derken, temizlediğim sübyelerin artıklarına gelen ufak orfozu gördüm. Orfozu babamla amcama gösterirken kayaların arasından bir mürenin kafası gözüktü. Üçümüz oltayı filan bırakmış, denizi akvaryum izler gibi izliyorduk. Bir anda olay yerine oldukça iri bir sargoz intikal etti. Balık iri olmasına iriydi, ama hemen dibimde olduğu için yakalayabileceğime ihtimal vermiyordum. Balıkçılıkta bazı istisnaları olmakla beraber kaide "görünen balığın oltaya gelmeyeceği" yönündedir. Bu durumun nedeninin en basit haliyle açıklaması siz balığı görürken aynı zamanda balığın da sizi görmesidir. Balık suda insan gölgesi gördüğünde yeme çok daha temkinki yaklaşır ve çoğunlukla tuzağı görür. Yine de yapacak daha iyi bir şeyim olmadığı için laf olsun diye şansımı denemeye karar verdim. Önce birkaç parça sübye kesip suya attım. Sargoz ilk attığım yemlere çok temkinli yaklaştı. Önce ufak balıkların yemi biraz didiklemesine izin verdi. Sonra aralarına kendisi girip bir süre yavaşça batan yemi inceledi. Ucunda misina veya iğne olmadığını görünce dudaklarıyla yemi kavrayıp, oradan uzaklaştı. Uzaklaşmasının ardından geri dönmesi uzun sürmedi. Aynısını bir daha yaptım, bu sefer de yeme temkinli yaklaşmasına rağmen öncekine göre daha az inceleyerek yemi alıp götürdü. Böyle böyle üç dört derken sargozumuz artık hiç incelemeye girmeden yemi olduğu gibi kapıp götürmeye başlamıştı. Tam yemi alıp uzaklaştığı esnada balığın görmeyeceği şekilde 10 gram gezer kurşunlu, 0,23 FC misina bedenli, 3 numara iğneli takımı yemleyip önüme indirdim. Belki takımı tamamen kurşunsuz yapıp öyle atsaydım daha doğru olacaktı ama dedim ya balığın geleceğine pek ihtimal vermediğimden üşenip elimde var olan takımı attım. Oltayı attıktan sonra sarma telini tamamen açık bıraktım. Hepimiz biraz geri çekildik. Sadece ben göz ucundan yemi görebiliyordum. Balık alıştığı üzere geri döndü ve hiç tereddüt etmeden sübyeyi alıp uzaklaşmaya başladı. Gözden kaybolunca oltanın yanına gidip sarma telini kapattım. Birkaç saniye sonra olta dayandığı yerden denize fırlamak üzereyken hemen yakalayıp tasmayı attım. Olanlara kendim bile inanamıyordum. Bu boyda bir balığı ilk kez böyle görerek yakalıyordum. Elimdeki takımı ilk başta müthiş zorladı, ancak balığı biraz dipten kaldırıp taşlardan uzak tutunca mücadelesinin kuvveti anında azaldı. Sanki sığınabileceği taşlardan uzaklaşmak kurtulma umudunu ve azmini kırmıştı. Balığı usulca kıyıya getirip amcama kepçelettim. İçimde şaşkınlıkla karışık bir mutluluk vardı. Balığı fotograflayıp tarttım. 520 gram gelmişti.



Bana bu kadar heyecan veren balığın gramajından veya mücadelesinden çok onu görerek avlamaktı. O an balığa karşı çok garip bir merhamet duydum. Sanki normalde asla bu tuzağa gelmezmiş, belki de hayatında sadece bir kere düşeceği bir gafletten faydalanmışım gibi hissettim. Zaten eve son 10 günde dünyanın balığını sokmuştum, et sevdasında değildim, hiçbir zaman da olmamıştım. Bana yaşatacağı heyecanı yaşatmış, ben alacağım fotografları almıştım. Balık tartım fotograf çekimi vesaire derken oksijensiz kalmıştı, suya sarkıttığım kepçenin içinde bir süre kendisine gelmesini bekledim. Kısa süre sonra tekrar yüzmeye başladığını görünce balığı kepçenin içinden alarak usulca denize bıraktım. Sargozumuz biraz da olan bitenin şaşkınlığı içinde yavaşça özgürlüğe kuyruk çırptı.

Balığı bıraktığım yerden doğrulurken güzel bir kapanış yaptığımı, artık huzurla oltalarımı toplayabileceğimi düşünüyordum. Ancak ayağa kalktığımda gördüklerim karşısında fikrimi yeniden değiştirdim. Sargozu aldığım yerin biraz ilerisinde bu sefer çupralar geziniyordu. Yok canım, artık bu sefer olmaz diye içimden geçirsem de hemen sübyelerden birkaç parça alıp suyu yemledim. Az önceki balıkta aldığım riski bu sefer almaya niyetim yoktu. Spin takımdaki sahteyi çıkarıp yerine daha önceden hazırlamış bulunduğum 1 kulaçlık ,28 FC bedene bağlı 3/0 iğneyi taktım. İlk başta bu iğnenin biraz iri kaçıp kaçmayacağı konusunda tereddüt etsem de, gördüğüm çupraların bu iğneyi alabilecek boyda olduğunu düşündüm. Sübyeden iri bir parça kesip iğneyi tamamen kapatmaya özen göstererek 4-5 metre ileri attım. Aynı şekilde makinenin telini açık bırakarak yemin aşağı süzülüşünü izledim. Çupralardan biri yeme doğru yöneldi. Pek heyecanlı sayılmazdım, çupranın yemin kıyısına kadar gidip ya iğneden, ya misinadan şüphelenerek geri döneceğini düşünüyordum. Ama beklediğim gibi olmadı. Çupra yemi kaptığı gibi uzaklaşmaya başladı. Makinenin kafasından hızla misina boşalıyordu. Birkaç saniye bekleyip makinenin telini kapattım. Aynı sargozda olduğu gibi çupra da kamışı elimden alacak gibi oldu. Elimde 5-20 gram atarlı spin kamışla çuprayla mücadele etmek mükemmel bir duyguydu. Balığı karaya çıkarıp çıkarmamak nedense çok umrumda değildi. Diğer avlarımda asla yapmayacağım bir şeyi yaptım ve bu boyda bir balık oltanın ucunda mücadele ederken balığı çekmeyi bırakıp cebimden fotograf makinesinin kamerasını açarak babama verdim. Aksilik ya, babam bir türlü çekim yapmayı beceremedi. Herhalde bu esnada balık oltanın ucunda 1 dakika boyunca çıprınmıştır. Baktım, babamla bu işi beceremeyeceğim, kamerayı kendim devraldım. Bir elimde olta, bir elimde kamera; balığı hem çektim, hem videoya kaydettim. Balığı karaya çıkardığımda 3/0'lık koca iğneyi gırtlağına kadar yuttuğunu gördüm. Yutmasa bunu da salar mıydım bilmiyorum. Bu çupra da tam 500 gram gelmişti.



Son dönemdeki en farklı, en zevkli avlarımdan biri olmuştu bu av. Aynı gün uçağım olduğu için artık daha fazla kalmam mümkün değildi. Oltaları toplarken diğer gezer kurşunlu oltamın da suda olduğunu hatırladım. Olta takılmıştı. İğne üzerinde bulunduğumuz betonun altına girmişti, kurşun ise dışarıdaydı. Büyük ihtimalle sübyeleri temizlerken gördüğümüz müren yakalanmıştı. O balığı bulunduğu yerden çıkarmanın hemen hiç mümkünatı yoktu. Oltaya biraz asıldım ancak ya mürenin dişlerine, ya da duvara temas ettiği yerden misina koptu. Hedefimde olmayan bu güzel balığı ağzında iğneyle bıraktığım için biraz buruldum. Sonrasında mürenin bünyesinin bu iğnenin üstesinden kolayca geleceğini düşünüp rahatladım.

Denizin bana son anda armağan ettiği bu hediyelerle 20 günlük serüvenim de sona ermişti. Ağrı'ya dönmeden önce İstanbul'da son bir kez daha ava çıktık. Ancak gelen balıkların boylarının yapraktan ileri geçmemesi nedeniyle avdan bir keyif almadık.

Uçaktan İstanbul'a uzun bir süreliğine son kez bakarken içimde hayalini kurduğum avların büyük bölümünü gerçekleştirmiş olmanın verdiği huzur vardı.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder