27 Ekim 2012
İlk günkü verimli avımın ardından tam iki gün geçmiş, bu iki günde kaydadeğer hiçbir av yapamamıştım. At-çek avlarında oltaya dadanan yazılı haniler, yemli avlarında ise sarpa, sokar, küçük sargoz ve melanurlar dışında bir şey yoktu. Korktuğum başıma geliyordu, yine ilk gün laneti peşimdeydi. Ama kararlıydım, önümde 10 gün vardı, ne yapıp edip şeytanın bacağını kıracaktım.
Ay dolunaya yaklaştıkça, sabah oynakları giderek cansızlaşıyor, ve süresi kısalıyordu. Belli ki, balık ay ışığından yararlanarak gece de yemlenebiliyor, bu yüzden hava ağarırkenki beslenme furyasına pek girmiyordu. Bu nedenle at-çek denemelerini geceye kaydırmak anlamlı olacaktı, ama bu sefer de ben av arkadaşım olmadığı için geceleri çabuk sıkılıyor, ve avı bırakıyordum. Halbuki yanımda ara ara laflayabileceğim, ilgimi canlı tutacak biri olsa sabaha kadar at-çek yapmaktan da sıkılmazdım. Ben de akşam güneş batarken sahile iniyor, hava karardıktan 1-1,5 saat sonrasına kadar bazen at-çek yapıyor, bazen de kalamarı yokluyordum.
Geldiğim günden beri hava yatıktı, ancak tüm meteoroloji siteleri ertesi günden itibaren keşişleme yönlü kuvvetli hava veriyordu. Keşişleme bulunduğum yerde kıyıdan eseceği için fırtına seviyesinde dahi olsa avlanmama engel olmazdı. Ama balığı olumlu yönde etkileyeceğinden de şüpheliydim. Havanın ardı arkası görünmüyordu. Sonraki günler balık açısından soru işaretiydi. Kafamda bu soru işaretiyle çıktım o sabahki ava.
Avlağa biraz erken vardım. Amacım gezer kurşunlu takımı ufak bütün sübyeyle yemleyip yatırmaktı. Geçen sene bu yöntemle ne olduğunu göremediğim çok iri bir balığı kıyıya almak üzereyken kaçırmıştım. Bu sene de o balığın, o olmadı arkadaşlarının peşindeydim. Oltayı atıp kamışa zili taktıktan sonra ben de at-çek'e başladım. Uzun bir süre kamıştan herhangi bir ses gelmedi. At-çek'te de hareket yoktu. Sabah ezanının okunmasına yakın zilde ufak kıpırtılar başladı. Oltanın başına geçip "o" vuruşu bekledim. Olta bir iki titredikten sonra aniden yerinden fırlarcasına sarsıldı. Tasmayı koyup balığın gücünü hissettiğim anda kafamda "Ben bunu nasıl çekeceğim?" sorusu belirdi. Sorunun cevabını düşünmeye kalmadan olta, olta ile de birlikte benim elim ayağım boşaldı. Yine olmamıştı. Belki damağına geçmemişti, belki yemi kusmuştu, belki narin yerinden takılmıştı ama sonuç hepsinde birdi: "Gitmişti."
Şoku üzerimden atmalıydım. Moralimi bozarsam geleceği olan balığın da gelmeyeceğini biliyordum. O yüzden yemli oltayı toplayıp, tüm konsantrasyonumu at-çek avına kaydırdım. Birkaç atıştan sonra sahte ağırlaştı ve kafa atışları başladı. Mücadelesinin çok kuvvetli olduğu söylenemezdi belki ama suyun üzerinde kopardığı yaygara kalbimin atışlarını hızlandırmaya fazlaydı bile. Balık kıyıya geldiğinde kafa fenerimi açtım. Orta boy sayılacak bu turnayı önümdeki taşlardan destek alarak kıyıya rahatlıkla çıkardım.
Sürüden faydalanmak için balığı fotograflamayı kısa kestim ve sahteyi tekrar aynı yere gönderdim. Hemen hemen aynı boydaki ikinci balık da bekletmeden oltaya bindi. Ne geleceğini bildiğimden daha az bir heyecanla çektim oltayı bu sefer. Balığı sahtenin iğnelerinden ayıklarken arkamda, yani burnun diğer tarafında sanki koca bir dalga patladı. Arkamı dönüp baktığımda kıyılar durgundu. Oltanın tam erim mesafesinde müthiş bir balık sürüsü kabarmıştı. Ancak burnun bu tarafının kıyı kesmi otluk ve yer yer kayalıktı. Elimdeki 40-50 cm dalarlı sahteyi buraya atarsam takacağım kesin gibiydi. Ben bunları düşünürken balık aynı yerde tekrar kabardı. Bu sürüye olta atmazsam da rahat edemeyeceğim kesindi. Bunıun üzerine oltadaki dalarlı sahteyi, su üstü sahtesiyle değiştirdim. Sahteyi hemen hemen oynağın olduğu yere düşürebiliyordum ama kimse oralı olmuyordu. Bu esnada diğer tarafta levreklerin şovu başladı. Hangisine baksam, nereye atsam, hangi sahteyi kullansam tamamen şaşırmıştım. Tek sahtede ısrarlı mı olmalıydım, yoksa hepsini denemeliydim? Uzaktaki ne olduğunu bilmediğim balık sürüsünü mü hedeflemeliydim, yoksa yakındaki levrekleri mi? Maalesef tüm şölen hepi topu 15 dakika sürdü. Ve ben bu 15 dakikada başı kesilmiş tavuk gibi bir ona, bir buna saldırırken hiçbir şey alamadım. Yine de kepçemde 2 adet fena sayılmayacak boyda turna vardı. Bu şeytanın bacağını kırdığım anlamına geliyordu. Bodrum'daki üçüncü günümde de kaydadeğer bir av gerçekleştirmiştim. Benim için önemli olan da buydu. Yemli takımda kaçırdığım balık ve sabahki avlanma çılgınlığı ise hafızamda uzun süre silinmeyecek bir anı olarak yer edecekti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder