Amatör balıkçılığın en güzel yanlarından biri de çok az insanın görme şansı yakalayabildiği doğal güzelliklere tanıklık etmenizi sağlamasıdır. Bu kimi zaman güneşin doğuşudur, kimi zaman devasa bir balık sürüsüdür; bazen avcı bir balığın avlanma anıdır, bazen yunuslar ile yarışmaktır. Çoğu insanın anca belgesellerde görebildiği bu anlara şahitlik etmek benim nazarımda balık tutmaktan çok daha keyiflidir.
Geçtiğimiz hafta Pazar akşamı yapacak daha iyi bir aktivite bulamayınca spin takımlarımı yanıma alıp biraz deniz havası solumaya karar verdim. İlk başta aklımda daha önceki senelerde tam bu zamanlar güzel av yaptığım bir nokta vardı. Ancak her ne olduysa motora binmek için Üsküdar'a geldiğimde üşendim ve şansımı Üsküdar motor iskelesi civarında denemeye karar verdim. Akşam ezanının okunmasıyla spin takımımı monte etmiş, at çeklere başlamıştım.
Aradan yarım saat geçmiş, yolunu şaşıran bir tane çinekop dışında ziyaretçim olmamıştı. Gelirken çok ümitli olmadığım için de çabuk sıkılmaya başlamıştım. Eve dönünce ne yiyeceğimin planlarını yaparken yanımdaki motorla iskele arasındaki boşluktan ardı ardına gelen tiz çığlık sesleri dikkatimi çekti. Gelen ses panik halindeki bir martının sesine benziyordu. Herhalde hayvancağız araya bir yere sıkıştı diye düşündüm. Oltamı bir kenara bırakıp sesin geldiği doğrultuya yöneldim. Projektörün aydınlattığı suya baktığımda ortada bir şey yoktu. Ses iskelenin altından geliyordu. Aynı ses motora binen genç bir çiftin de dikkatini çekmişti. Aramızda birkaç metre olmasına rağmen onların görüş açısı benden daha iyiydi. Sesin kaynağını görüp göremediklerini sordum. Kendilerinin de sesin kaynağını göremediklerini söylediler. Ancak ses hala aynı şiddette, aynı yerden gelmeye devam ediyordu. Sonra bir anda genç çiftten kız olan tiksintili bir ifadeyle "Ayy, kocaman bir fare galiba." dedi. Kızın bunu demesiyle suyun aydınlığından kocaman bir cüssenin geçmesi bir oldu. Bu bir su samuruydu. Daha önce 2009 yılında Tarabya'da lüfere yemli olta attığım bir gece karşılaşmıştım. O günden sonra onunla tekrar karşılacağımı biliyordum ancak bu karşılaşmanın bu kadar gürültülü ve hareketli bir ortamda olmasını beklemiyordum. Su samurunun suyun altında görünmesiyle karanlıkta kaybolması da bir oldu. Birkaç dakika geçmeden aynı ses iskelenin diğer tarafında bekleyen motorların arasından gelmeye başladı. Oltayı bir kenara bırakıp, sesin peşine düştüm. Sisn şiddetinden çok yakınımda olduğunu bilmeme rağmen o bölge çok karanlık olduğu için bir daha onu göremedim. Sonrasında gelen ses de kesildi zaten.
O kalabalıkta, o motorların hengamesinde ne arıyordu bilmiyorum. Neden o kadar can havliyle ses çıkardığını da bilmiyorum. Belki bir yavrusu vardı ve onu arıyordu, belki yakınlardaki başka bir türdeşiyle haberleşiyordu. Tek bildiğim İstanbul'un en orta yerinde bile bu canlıları halen görebiliyor olmanın müthiş bir his olduğu. O gün eve belki balıksız döndüm, ama bu av benim 2013 yılındaki en güzel ikinci avımdı. En güzeli hangisi miydi? O da bir başka yazıma...
Geçtiğimiz hafta Pazar akşamı yapacak daha iyi bir aktivite bulamayınca spin takımlarımı yanıma alıp biraz deniz havası solumaya karar verdim. İlk başta aklımda daha önceki senelerde tam bu zamanlar güzel av yaptığım bir nokta vardı. Ancak her ne olduysa motora binmek için Üsküdar'a geldiğimde üşendim ve şansımı Üsküdar motor iskelesi civarında denemeye karar verdim. Akşam ezanının okunmasıyla spin takımımı monte etmiş, at çeklere başlamıştım.
Aradan yarım saat geçmiş, yolunu şaşıran bir tane çinekop dışında ziyaretçim olmamıştı. Gelirken çok ümitli olmadığım için de çabuk sıkılmaya başlamıştım. Eve dönünce ne yiyeceğimin planlarını yaparken yanımdaki motorla iskele arasındaki boşluktan ardı ardına gelen tiz çığlık sesleri dikkatimi çekti. Gelen ses panik halindeki bir martının sesine benziyordu. Herhalde hayvancağız araya bir yere sıkıştı diye düşündüm. Oltamı bir kenara bırakıp sesin geldiği doğrultuya yöneldim. Projektörün aydınlattığı suya baktığımda ortada bir şey yoktu. Ses iskelenin altından geliyordu. Aynı ses motora binen genç bir çiftin de dikkatini çekmişti. Aramızda birkaç metre olmasına rağmen onların görüş açısı benden daha iyiydi. Sesin kaynağını görüp göremediklerini sordum. Kendilerinin de sesin kaynağını göremediklerini söylediler. Ancak ses hala aynı şiddette, aynı yerden gelmeye devam ediyordu. Sonra bir anda genç çiftten kız olan tiksintili bir ifadeyle "Ayy, kocaman bir fare galiba." dedi. Kızın bunu demesiyle suyun aydınlığından kocaman bir cüssenin geçmesi bir oldu. Bu bir su samuruydu. Daha önce 2009 yılında Tarabya'da lüfere yemli olta attığım bir gece karşılaşmıştım. O günden sonra onunla tekrar karşılacağımı biliyordum ancak bu karşılaşmanın bu kadar gürültülü ve hareketli bir ortamda olmasını beklemiyordum. Su samurunun suyun altında görünmesiyle karanlıkta kaybolması da bir oldu. Birkaç dakika geçmeden aynı ses iskelenin diğer tarafında bekleyen motorların arasından gelmeye başladı. Oltayı bir kenara bırakıp, sesin peşine düştüm. Sisn şiddetinden çok yakınımda olduğunu bilmeme rağmen o bölge çok karanlık olduğu için bir daha onu göremedim. Sonrasında gelen ses de kesildi zaten.
O kalabalıkta, o motorların hengamesinde ne arıyordu bilmiyorum. Neden o kadar can havliyle ses çıkardığını da bilmiyorum. Belki bir yavrusu vardı ve onu arıyordu, belki yakınlardaki başka bir türdeşiyle haberleşiyordu. Tek bildiğim İstanbul'un en orta yerinde bile bu canlıları halen görebiliyor olmanın müthiş bir his olduğu. O gün eve belki balıksız döndüm, ama bu av benim 2013 yılındaki en güzel ikinci avımdı. En güzeli hangisi miydi? O da bir başka yazıma...
Yukarıdakiler her ne kadar farklı su samuru türleri de olsa, çıkardıkları ses ülkemizde yaşayan Avrupa su samurunun (Lutra lutra) çok benzer.