2007 sonbaharı İzmit Körfezi'nde lüferin bereketli olduğu bir sezondu. Modern spin takımlarıyla tanışmadığım, ağır kamış ve makinelerle at-çek yaptığım yıllardı. Bir sabah yine kaşığıma yapışacak lüferlerin hayaliyle hava aydınlanmadan önce lüfer merasındaki yerimi kapmıştım. Merada benim haricimde en az elli kişi daha at-çek saatinin gelmesini bekliyordu. Sabah ezanından 15 dakika sonra lüferler saldırıya geçti. Sırayla herkes kaşıklarına yapışan dişli canavarları çekmeye başladı. Kimine vurdu bıraktı, kimi kıyıya çok az kala kaçırdı, kimi de havada çılgınlar gibi çırpınan lüferleri kaldırıp arkasına atmayı başardı. Sürü kıyıda 10 dakika yoğun biçimde avlandıktan sonra tekrar kayboldu. O sabah lüfer alamayan kimse olmadı. Şanslı olanlar üçer beşer lüfer çıkarmayı başarırken daha az şanslı olanların kovasında tek lüfer vardı. Kovamdaki 3 lüfer ile ben de günün şanslılarından sayılırdım.
Balık kestikten sonra yarım saat daha olta atıp evimin yolunu tuttum. Niyetimde öğlene doğru gelip tekrar denemek vardı. Son zamanlarda öğlen saatlerinde de çok güzel lüfer yaptığını duymuştum. Adam başı 20-30 parça gibi rakamlar telaffuz ediliyordu. Öyle bir sürüye denk gelmek en büyük hayalimdi. Evime gidip kahvaltımı yaptıktan sonra saat 11:30 gibi tekrar lüfer merasına döndüm. Meraya vardığımda yaklaşık 20 balıkçıyı oltalarını kayaların arasına dikmiş, muhabbet eder halde buldum. Olta atabileceğim uygun bir yere geçip "Rast gele, var mı balık?" diye sordum. Balıkçılardan biri "Geç kaldın. Saat 10 gibi öyle bir balık yaptı ki, 1 saat boyunca herkes at-çek lüfer çekti. Sonra balık kesti." diye cevap verdi. İkna olmak için balıkçıların yan yana duran 3 kovasına baktım. Kovaların hepsi tepeleme lüferle doluydu. Resmen dünyam yıkıldı. Hayatımın lüfer avını kaçırmıştım. Ne vardı ki eve gidecek. Şurada oturup sürünün gelmesini bekleseydim keşke diye kendime kızdım.
Yapacak bir şey yoktu. Sürüden kalan son balıkları kandırabilmek umuduyla at-çek yapmaya koyuldum. 15 dakika boyunca durmadan atıp çektiğim halde vuran olmadı. Sürü tamamen kaybolmuş gibiydi. Şansıma küsmekten başka yapabileceğim bir şey yoktu. Nafile atışlarıma devam ederken aklıma bir şey geldi. Belki de balık derine inmişti. Bir kaç kez de kaşığı tamamen dipten çekerek denemeye karar verdim. 50 metre kadar salladığım kaşığımın dibe batmasını bekledikten sonra orta hızda çekmeye başladım. 10 m kadar sardıktan sonra oltam dipte bir şeye takılmış gibi mıhlanıp kaldı. Dibe takılıp takılmadığını anlamak için kamışımı yukarı kaldırdığımda kafa darbelerini hissettim. Hayır dibe takılmamıştı. Oltanın ucundaki çok sağlam bir balıktı. Birden vücudum adrenalinle doldu. Oltanın ucundaki ne olduğunu bilmediğim balıkla mücadele ederken çevremdeki balıkçılar da yanıma gelip beni seyretmeye başlamışlardı. "Levrektir o." gibi tahminlerde bulunduklarını duyabiliyordum. Ben ağır ağır çekerken balık da fişeklemek yerine sert kafa darbeleri vurarak mücadele veriyordu. Balık kıyıya yaklaştıkça heyecanım daha da arttı. Oltamın ucundaki levreğin pırıl pırıl görüntüsü görmek için sabırsızlanıyordum. Balık kıyıya iyice yaklaşınca görmeyi beklediğim pırıl pırıl levrek yerine kıpkırmızı bir balık çıktı karşıma. Kısa bir şaşgınlıktan sonra oltanın ucundakinin dev bir kırlangıç olduğunu anladım. Hayatımda ilk defa bu boyda bir kırlangıç yakaladığımdan kaçmaması için dua ederek çekip balığı dışarı almayı başardım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder